27 Eylül 2024

Bir imparatorluk acaba ne zaman çöker?

Büyük bütçesine ve yönetmenin kesin özgürlüğüne rağmen, film gerçek bir dinamizme de kavuşamamış. Coppola’nın yapmak istediği “ABD devleti ebediyen var olabilir mi?” sorusu ise, bunu bir ölçüde başarmış

MEGALOPOLİS  

X  X  ½

Yönetim ve senaryo: Francis Ford Coppola
Görüntü
: Mihai Malaimare Jr.
Müzik: Osvaldo Golijov
Oyuncular: Adam Driver, Giancarlo Esposito, Nathalie Emmanuel, Aubrey Plaza, Shia LaBeouf, Jon Voight, Laurence Fishburne, Talia Shire, Jason Schwartzman, Kathryn Hunter, Grace Vander Waal, Chloe Fineman, James Remar, D.B. Sweeney, Dustin Hoffman

Amerikan filmi, 2024

İşte haftanın bir diğer beklenen filmi. Sinemanın devlerinden, tam 5 Oscar’lı Francis Ford Coppola’nın uzun zamandır üzerinde çalıştığı, hatta kimi kaynaklara göre 50 yıldır hayal ettiği bir film. 1977’de eline almış; 1980’lerde Roma’da zemin hazırlıkları yapmış. Sonra 1993’te yeniden el atmış. 2000’lerin başında yine hazırlık yapmış. Ama o menhus 11 Eylül olayı nedeniyle proje yine ertelenmiş.

Sonunda Coppola bu filmi stüdyo sisteminin dışında, kişisel bir proje olarak yapmaya karar vermiş. Ve işte karşımızda gerçekten bir sinema dehasının bunca hayalinden doğan, çok büyük bir bütçeyle çekilen filmi. Ama son Cannes festivalindeki ilk gösteriminde ne yazık ki beğenilmedi ve bir tür skandala yol açtı. Bunu hak ediyor muydu gerçekten?.. Bir bakalım...

Film Cesar Catilina adlı bir mimarın, New York kenti olası bir felaketle çökerse onu yeniden kurma hayallerine dayanıyor. Bu ‘modern Sezar’ın karşısında siyah belediye başkanı Franklyn Çiçero vardır. (Dikkat edin: İsimlerin biri bugüne, biri geçmişe dayanıyor!) Söylenene göre hikâye M. Ö. 63 yılında yaşanan bir olaydan esinleniyor. O tarihte ‘Roma’nın düşüşü’ yaşanmış. Ya sevgili Amerika’mız benzer bir saldırıya maruz kalsaydı?.. Bir imparatorluk acaba ne zaman ve nasıl çöker?

Bizim çağdaş Sezar’ımız siyah başkanla bir türlü barışamaz. Giderek onu “gecekondular kralı” diye çağırır!.. Filmde modanın, güzel kızların, canlanan heykellerin (!), poker oyununun da yeri vardır. Punduna getirilip Roma tarzı at yarışları, güreşleri sunulur; antik çağ imparatoru Marcus Aurelius kadar Shakespeare’den de deyişler işitilir. Ve kapitalizmin başkentinde, mütevazi biçimde başlayıp 100 milyon dolara yükselen bağışlar yapılır.  

Ama en büyük belalar Cesar’ı beklemektedir. Zaten yakın zamanda eşini yitirmiştir. Düşmanları da öylesine çoktur ki... Aslında o Nobel almış bir yazardır; ama seks yaparken yakalandığı için (!) hapse atılır. Ve “Zaman durdu, benim için” der. Ama kolay teslim olacaklardan değildir; tüm bunlardan kendini sıyırır. Bu arada inanılmaz etkili bir cinayet sahnesi yaşanır. New York’a tepeden bakma sahnesi de çok estetiktir. Arada ABD’nin etki alanı konuşulduğunda, bizim Ege’den söz edilir: Böylece günümüz siyasetine de el atılmış olur!

Megalopolis filminden bir sahne

Bu bence alabildiğine çılgın fantezi hikâye, çağdaş Amerika ile antik Roma’yı kendince bir araya getirmeye çalışıyor. Ama Coppola gibi bir yönetmen için iftihar edilecek bir yapım olamıyor. Şöyle bir hatırlayalım. 1939 doğumlu sanatçımız 50’lerin sonunda başlamış. Efsanevi The Godfather- Baba üçlemesi, The Conversation- Konuşma, Apocalypse Now- Kıyamet... New York Üçlemesi, Dracula, The Rainmaker- Yağmurcu… Ama son yıllarda etkinliği azalmış.

Filme dönersek... Büyük bütçesine ve yönetmenin kesin özgürlüğüne rağmen, film gerçek bir dinamizme de kavuşamamış. Coppola’nın yapmak istediği “ABD devleti ebediyen var olabilir mi?” sorusu ise, bunu bir ölçüde başarmış. Jenerikte yakın zamanda kaybettiği eşi Eleanor’a ithaf ettiği filmi, bunca yatırımı ve şamatayı hak etmiyorsa da belki bir göz atılabilir.

Hele o inanılmaz kadrosuyla... Sanki iki dakikada bir ekrandan bir ünlü geçiyor!.. Her yaştan, her kuşaktan... Adam Driver, Giancarlo Esposito, Aubrey Plaza... Shia LaBeouf, Jon Voight, Laurence Fishburne... Talia Shire, Jason Schwartzman, Dustin Hoffman… Gerçi kimileri (Hoffman gibi) çok az gözüküyor; ama yine de zikretmeye değer... Buna rağmen, bu göz kamaştırıcı kadro bile filmi kurtaramıyor. Ne yazık!...


Not: Sevgili okurlarım. Yarın (cumartesi) saat 14.00’den itibaren, dost Beşiktaş Belediyesinin girişimiyle Beşiktaş meydanının denize en yakın bölümünde, sol köşedeki BELTAŞ KİTAP KAFE’de son kitabımı imzalayacağım. Uğrarsanız sevinirim.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Paris’te aşk, seks ve romans

Sürekli konuşmalar normalle kitabi olmak arasında gidip geliyor. Arada biraz canlanıyor. Evet, burası Fransa’dır, yani “L’amour, cest toujours l’amour” diyen; metres ya da ‘amant’ (yasal olmayan aşık) gibi terimleri icat etmiş ülke...

Safiyetle şeytanlığın bir tür savaşımı

Film; aynı kültürden, Anglo-Saxon kültüründen gelseler de iki ailenin nasıl alabildiğine zıt olabileceğini gösterir

"
"