30 Haziran 2023

Bir ekran efsanesi geri dönüyor; en görkemli biçimde

Bence bu filmi kaçırmayın. 2.5 saatlik serüven zamanınınızı boşa harcatmıyor; paranızın karşılığını veriyor

INDIANA JONES VE KADER KADRANI

X X X X

(Indiana Jones and the Dial of the Destiny)

Yönetmen: James Mangold
Senaryo: Jez Butterworth, John Henry Butterworth, David Koepp
Görüntü: Phedon Papamichael
Müzik: John Williams
Oyuncular: Harrison Ford, Karen Allen, Phoebe Waller-Bridge, Mads Mikkelsen, Boyd Holbrook, Toby Jones, Antonio Banderas, John Rhys-Davies, Billy Postlethwaite, Ethann İsidore

Disney-Lucas- Paramount yapımı, 2023 

İşte size sinemanın (belki Hollywood sinemasının demek daha doğru olur) son 40 yılda kitleleri en çok etkilemiş, art arda devam filmleri yapılmış serilerinden biri. Bu açıdan Star Wars, Mission Impossible, Fast and Furious, Transformers, Terminator gibi popüler yapımlarla birlikte anılabilir.

1977'de yönetmen, ama daha çok yapımcı George Lucas ve sinema dehası Steven Spielberg, para ve hayal güçlerini birleştirerek birkaç serinin uvertürünü yapmışlardı. Indiana Jones hikâyeleri de 80'lerde filmler ve video filmleri, TV serileri, 'genç Indiana' çeşitlemeleriyle birlikte yola çıkmıştı. Arada gerçek anlamda dört büyük filme yol açarak: 1981'den itibaren Indiana Jones ve Kutsal Tapınak; Indiana Jones: Son Macera; Indiana Jones ve Lanetli Tapınak; Indiana Jones ve Kristal Kurukafa Krallığı. 2008'deki son filmden beri herkes yaşlanmış ve takım istirahate çekilmişti.

Ve işte size parlak bir dönüş. Aynen öyle düşünmeyenler var. Ama zaten eski filmleri de o denli beğenilmiş ve bol yıldız almış değildi ki... Bense hayli sevmiş ve övmüştüm. Steven Spielberg damgasını taşıyan bir seriyi sevmemek mümkün mü? Ayrıca bu son filmi de beğendiğimi ve birçok ögesini bağrıma bastığımı belirteyim. 

Bu yeni film yine ilginç bir yönetmenin, James Mangold'un ellerine teslim edilmiş. Ayrıca kamerada Phedon Papamichael, müzikteyse John Williams gibi ustaların işbaşında olduğunu belirteyim.

Hikâye en şaşırtıcı biçimde başlıyor. O ilk 20 dakikalık prolog (giriş) bölümünde, İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarında, arkeolog ve sanat tutkunu Henry Indiana Jones, Nazilerin ellerine geçirdikleri insanlık hazinelerinin peşine düşüyor. Özellikle de İsa'nın kanını akıtmak için kullanılan Longinus kılıcını... Ancak bulunan hançerin gerçek olduğunu kanıtlamak da zor gözüküyor.

Ama şaşırtıcı dememin asıl nedeni bunlar değil. Asıl sürpriz tüm bu bölümde henüz yaşlanmamış bir Harrison Ford'u izlemek... Bu bölüm eski filmlerden, ilk Indiana Jones'lardan mı derlendi; yoksa adamı mı öylesine gençleştirebildiler? Ama öyle olsa bunu tüm film boyunca yapmazlar mıydı? Neyse, bunun yanıtını tam olarak hiçbir yerde bulamadım!..

Sonra 1969 yılına geliyoruz. Indiana Jones işi bırakmaya karar vermiştir. New York'taki Hunter College'da on yıldır ders veren saygın arkeoloji profesörü, bugünlerde artık her şeyden el-ayak çektmeye hazırdır. Arasının açık olduğu vaftiz kızı Helena Shaw, aslında tam bir üçkağıtçıdır. Antikythera; yani birçok değerli madalyonları toparlayan gizli kalmış ünlü Kadran'ı çalıp kaçar. 1902 yılında Yunan kıyılarında bulunmuş olan... Ve Henry Jones da peşinden... Bu arada, Indy'nin (kahramanımızın kısa adı!) şimdilerde ABD uzay programında fizikçi olarak çalışan eski ve azılı Nazi Jürgen Voller'in de Kadran için dünya tarihinin akışını değiştirebilecek bir planı vardır.

Bu yeni Indiana Jones macerası, kim ne derse desin beni şaşırttı. En olumlu biçimde... Öylesine sinemasal, öylesine akıcı, öylesine aksiyon yüklü ki... Başlardaki o 'tarihi taşıyan tren' sahnesi gerçekten nefes kesiyor. Hele o cehennemi bir hızla giden tren üzerindeki döğüş sahneleri...

Günümüze gelince... Üniversitedeki tarih derslerini uyuklayan bir gençlik önünde veren Indy bölümü çok matrak... O sırada hocaya 20 yıllık çabası için bir ödül veriliyor. Tam da insanoğlunun ilk kez aya ayak bastığı günlerde...

Sonra Indy ve Helena yeniden bir araya geliyor. Bu arada profesör New York'ta bir büyük sokak mitinginin içine düşüyor. Ve, talihin cilvesi, bir ata binmek zorunda kalıyor. Caddelerden metroya kadar... Bu da görkemli bir komedi bölümü...

Ama macera uzaklara da taşınıyor. ABD'den Fas'a, sonra Tanca'ya uzanıyorlar. O daracık Fas sokaklarında bir arabalı takip sahneleri var ki, dudak uçuklatır. En matrak olanı, bu 'amansız takip' sahnelerinde o laf atmaların, o bitmeyen gevezeliğin aynen sürmesi.... Yolculuk da sürüyor: İspanya'ya ve Sicilya'ya dek. Ve her bir kent bu çılgın serüvene en uygun biçimde dekor oluyor.

Ama kötüler hep var. En sonuna dek... Doktor Voller yumuşak ve insancıl görünümü ardında iflah olmaz bir Nazi. "Hitler bin yıl sürecek bir ateş yaktı" diyecek kadar... Ama böylesi bir maceranın 'bad man'i olmadan olur mu?

En büyük sürpriz ise finale doğru. Pek spoiler vermeden özetlemeye çalışayım. İçinde birkaç kez "Zamandaki Çatlaklar"dan söz edilen bir filmde, kahramanların kendilerini birden diyelim ki Siraküza kuşatmasını yaşayan, Evreka diyen bir çağda bulması ve böylece 'tarihe şahit oluyoruz' demesi... Bu da sizi şaşırtmıyorsa, ne şaşırtır?... Böylesine büyük bir adımla kabaca 20 yüzyıl geriye, ünlü matematikçi Arşimed'in çağına gitmek kime nasip olmuş?

Evet, işte böyle bir film. Tam 81 yaşında (1942 doğumlu) Harrison Ford'u hayli yaşlanmış olsa da yeniden bulmak... Vaftiz kızı Helena'da Phoebe Waller-Bridge'i tanımak, Nazi Dr. Voller'de özlenmiş Mads Mikkelsen'i, sevimli Basil Shaw'da ufacık-tefecik Toby Jones'u görmek... Kadroda gözüken Antonio Banderas'ı ise hiç bulamamak (ben bulamadım!).

Bence bu filmi kaçırmayın. 2.5 saatlik serüven zamanınınızı boşa harcatmıyor; paranızın karşılığını veriyor.


Not: Sevgili okurlarım;

Bu şimdilik son eleştiri yazım. Geçen yıllarda olduğu gibi yine iki aylık bir tatil beni bekliyor. Bol deniz ve yüzme, fırsat buldukça okuma. Yeni kitabımı hazırlama. Ve inşallah sonbaharda yeniden buluşma...

Hepinize iyi tatiller.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak 2022'de Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar, onu tamamlayan Övgüler, Yergiler, Atışmalar ise 2023'de çıktı. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

Yazarın Diğer Yazıları

Altın Palmiye’li, bol seks ve ırk kavgası içeren bir film

Filmin gayet hareketli bir kamerası var. Drew Daniels’in elinden çıkma...Sean Baker yönetimle senaryoyu gayet iyi kotarmış. Son haftaların en iyi filmi bence...

Bir ustadan ölüm ve ötanazi üzerine cesur bir film

Film görkemli bir melodram tadı içeriyor. Konuşmalar oldukça edebi; yani yer yer suni (yapay) kaçıyor. Ayrıca dünyamızın gidişi üzerine de ahkam kesiliyor. Ama belki en önemli yanı, iki kadının o inanılması zor ilişkisi

Görkemli bir hayal kırıklığı

Başlarda oldukça ilginç gözüken bu film, sonunda insanı neredeyse boğar!.. Ve sanki zaman zaman yönetmen finalde kullanılan ‘ucube’ lafını üzerine giyer. Kanlı-bıçaklı, her türe el uzatmış, ama en büyük özelliği zırvalık olan bir film...

"
"