26 Ocak 2024

Bir Anadolu Rock ustasının olağanüstü hikâyesi

Son dönemdeki biyografik filmlerin en güzeli, en etkileyicisi. Ve kendi geçmişimizle de bağlar kuran ve yakın tarihimize farklı biçimde eğilen bir eser

 

CEM KARACA'NIN GÖZYAŞLARI

X X X X

Yönetmen: Yüksel Aksu
Senaryo: Onur Böber, Özden Uçar, Emrah Saltık, Gayet Güzel Filmler, Yüksel Aksu
Görüntü: Ersan Çapan
Özgün Müzik: Cem Öget
Oyuncular: İsmail Hacıoğlu, Fikret Kuşkan, Yasemin Yalçın, Melisa Aslı Pamuk, Buçe Buse Kahraman, Meral Çetinkaya, Melisa Döngel, Alper Saldıran, Kubilay Tunçer, Emre Özcan, Ali Talha Kırışgil

Fikri Harika Prodüksiyon filmi, 2024

Evet, Anadolu Rock müziği. Ve onun kendine özgü müzisyenleri. Bu ülkede Batı'nın buluşu rock müziğine kendi dilleriyle, gelenek ve yetenekleriyle eğilen; yıllardır süregelen çabaları asla unutulmayan o benzersiz sanatçılar... Şöyle bir bakarsak... Barış Manço, Cem Karaca, Erkin Koray, Fikret Kızılok, Selda Bağcan... Ve biraz farklı alanlara yayılsalar da, yakın zamanda hayatları filme alınan, bu sayede daha iyi tanıdığımız Müslüm Gürses, Bergen, Dilberay... Barış Akarsu, Murat Göğebakan gibi adlar... Şimdi sırada başkaları var. Bence en başta Barış Manço olmalı...

Şimdi karşımıza gelen film, bence hepsinin en iyisi. Aynı zamanda, son dönemdeki biyografik filmlerin de en güzeli, en etkileyicisi. Ve kendi geçmişimizle de bağlar kuran ve yakın tarihimize farklı biçimde eğilen bir eser.

Tam adıyla Muhtar Cem Karaca 1945 İstanbul doğumlu. Babası Azerbaycan asıllı Mehmet Karaca; annesi Ermeni asıllı Toto Karaca (İrma Felegyan). Filmin başlarında çocukluğunu görürüz, bir ara dönemin belalarından menenjite tutulmuş, bu yüzden görme kaybı yaşamış. Onun için de hayatı boyunca gözlük takacaktır: hayli frapan olanlarından...

Robert Kolej'de okumuş, müzikle ilk tanışması annesinin teyzesi Rosa Felegyan sayesinde olmuş. Kadın ona piyano çalmayı ve notaları öğretiyor. Ve ilk müzik sevgisini ediniyor.

Ama o amatör işi konserler giderek ciddilik kazanıyor. Babasının haşin ve sert karşı çıkmasına rağmen... İş insanı Mehmet oğlunun müzik yapmasına kesinlikle karşı. İlla da onu kurulu işinin başına getirmek istiyor. O kabul etmeyince, öylesine düşmanlık gösteriyor ki... Hatta onu 27 Mayıs sonrasının askeri yönetimine ihbar ediyor ve askere aldırıyor. Ama ne demişler: Bazen kötülükten iyililik çıkar... Böylece Cem ilk kez kendi vatanını tanıyor, Anadolu'yu öğreniyor: Tüm o manzaralar, o taşra saflığı ve yardımseverliğiyle... Birçok yerdeki Önce Vatan levhalarıyla... Filmde dendiği gibi "Asker ocağı/ Ana kucağı!"

Ve dönüşünde o artık hazırdır: Bir idol, bir ikon olmaya... Bir Altın Mikrofon yarışmasında derece alması ününü arttırır. Babasının süregelen düşmanlığı; annesinin bitmeyen yardımıyla... Ve de etrafına topladığı Apaşlar, Kardaşlar, Dervişan ve en ünlüsü olan Moğollar adlı guruplarıyla... Bu istisnasız hepsinin upuzun saçları, bıyıkları ve kimisinin de sakalları olan çılgın müzisyenlerle...

Bu arada ülke kaynamaktadır. Beklenmedik yerlerde bombalar patlar; siyasal protesto yürüyüşleri yapılır, Katil Oligarşi panoları asılır. Karaca ardı ardına ünlü bestelerini yapmaya koyulur. Bunlardan birinin sözlerindeki "İşçisin sen, işçi kal" deyişi tüm ülkeye yayılır. Ve o sıralarda 12 Eylül darbesi olur; siyah-beyaz TV'de konuşan Kenan Evren gözükür. 1 Mayıs işçi bayramı için özel bir albüm çıkarır Cem Karaca... O albüm yasaklanır; ağır bir hapis cezası alır. Ve mecburen kaçıp Almanya'ya gider. O arada vatandaşlıktan da çıkarılır. Ve tam sekiz yılını gurbet ellerde geçirmek zorunda kalır.  

Almanya'da daha özgürce ve daha kaliteli kayıtlar yapar. Sonrasında ülkesine dönmesi kolay olmayacaktır. Tıpkı bir dönemdeki Yılmaz Güney'in kaderini paylaşır gibidir. Ama sonunda döner. Ve havalimanında kalabalık bir "fan" gurubu onu karşılar. Ondan sonra artık vatanından ayrılmayacak, üretip yazacak ve söyleyecektir. Orada ölecektir: 2004 yılında... Ve sadece 58 yaşında... Öncesinde babası Mehmet, 80 yaşında ölüp gitmeden, torunu Emrah'ı kucağına almış ve sevmiştir. Böylece torun sevgisini tatmıştır. Ama son pişmanlık fayda eder mi?

Bu arada Cem üst üste dört evlilik yapar. İniş çıkışları, gidip gelmeleri o kadınların sabır sınırını aşmış ve boşanmalar gelmiştir. Ama birinden olan oğlu Emrah onun için en büyük armağan olacaktır.

Tüm bunlar elbette çok ilginç. Ama filmi bunca sevmemiz yalnızca bunlardan değil. Yönetmen Yüksel Aksu'nun anlatımı da birinci sınıf. O konser sahneleri; gece Boğaz boyunca yürüme olayı ve bunun usta işi bir travelling - kaydırmayla verilmesi; o havaalanındaki karşılama bölümü... Tüm bunları unutmak kolay olmayacak. 1966 Muğla doğumlu Aksu'nun 2000'lerden itibaren Dondurmam Gaymak, Entelköy Efeköy'e Karşı, İftarlık Gazoz gibi çok popüler filmleri ve yine çok sevilmiş TV dizileri var. Bu film onun için iyi bir dönüş olmuş.

Ve elbette oyuncular. Burası mucizelerle kaynıyor. Öncelikle uzun zamandır görmediğimiz İsmail Hacıoğlu'nun Cem Karaca'ya dönüşmesi olayı... Onun en önemli şarkılarını bizzat, kendi sesiyle söylemeyi göze alarak... Böylesine bir çabayı hayal bile edemezdim. Ayrıca Cem'e benzemesi için incelikli çabalar gösterilmiş. O teknik konuları pek anlamadım. Ama sonuç olarak her şeyiyle öylesine Cem olmuş ki... Gerçekten şaşırtıcı.

Benzer şeyler ana-baba rolleri için de söylenebilir. Babada Fikret Kuşkan, annede Yasemin Yalçın olağanüstü oynamışlar. Ve zaman içinde yaşlanmaları da çok iyi verilmiş. Elbette burada yer yer biraz melodrama kaçıldığı söylenebilir; o eski Yeşilçam havası eleştirilebilir. Ama ben genelde bu duygusallığa da bayıldım. Tüm diğer oyuncular, müzisyenlerden o kadınlara, gayet iyiler.

Bu arada meraklıları için filmde duyulan Cem Karaca şarkılarını vermek isterim. Sırasıyla şöyle: Muhtar, Emrah, Tamirci Çırağı, Namus Belası, Çok Yorgunum, Ceviz Ağacı, 1 Mayıs, Bekle Beni, Dadaloğlu, Hep Kahır. Yani tam bir konser!...

Evdeki zengin arşivim içinde 6 albümünü bulduğum Cem Karaca'yı dinleyip anmakla geçiyor, şu günlerim... Sizlere de bu filmi içtenlikle tavsiye ederim.


YARIN: RÜYA SENARYO

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Canlandırma sinemasına Disney el atarsa ne olur?

'Mufasa Aslan Kral' filminde; canlandırma hayvanların yüzlerinde, insan yüzlerinde görmeye alıştığımız tüm o ifade zenginliği vardır. İşte bu belki de o eskimeyen Disney damgasıdır ve filmin değerini bu yapar

Gizemli bir ‘sanat filmi’: Sevsek mi sevmesek mi?

"On Saniye" filmi sadece iki kadının bitmeyen diyalogları üzerine kuruludur. Bir sanat filmi için bile tam bir handikap! Kendi adıma şunu söyleyebilirim: Bunca lafı etmem bile, filme özel nitelikler kazandırmıyor mu?

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

"
"