04 Şubat 2022

Bir 'acıların kadını'nın iç burkucu öyküsü

Kadının erkek eliyle ölümünün gitgide çoğaldığı toplumumuzda, filmin belki asıl bu açılardan ilgiyle izlenmesi de olası...

DİLBERAY

X X

Yönetmen: Hakan Kırvavaç (Ketche)
Senaryo: Nalan Merter Savaş, Kamuran Süner
Görüntü: Jean Paul Seresin
Müzik: İskender Paydaş
Oyuncular: Büşra Pekin, Ayberk Pekcan, Nursel Köse, Zeliha Kendirci. Selen Uçar, Deniz Hamzaoğlu, Tuncer Salman, Doğukan Güngör, Esra Ergün, Furkan Kuş. Topçu Canönder

Aytaç Medya-Metronom film yapımı, 2022

Türk pop kültürünün özel, ayrıksı ve hüzünlü kadın portrelerinden biri. Merakla beklenen, hayli reklamı da yapılan bir film. Ve işte karşınızda, ünlü 'acıların kadını' Dilber Ay.

Kahramanmaraşlı bir ailenin tam sekiz çocuğundan biri, Dilber Babuş. Öncelikle o yılların Maraş'ını hayli zengin ve çarpıcı biçimde saptıyor film... Gecekondu, ama rengarenk evlerinde, doğayla ve sokakla iç içe büyüyen ve yaşayan kalabalık aileler... Her yerde asılı duran ve onların elinden çıkmış halılar, bu işte usta olduklarını ve dolayısıyla asgari bir zevk sahibi olduklarını gösteriyor sanki... Ama bu denli vahşi olduklarına, şiddetin aile içinde bile bu kadar var olduğuna inanmak kolay mı?

Bu aşiret yaşamı içinde doğan ve yüzlerinden kötülük akan bir ana-babaya sahip olan Dilber, 1969 yılında, 14-15 yaşlarındayken, yöreyi ziyaret eden bir TRT Ankara Radyosu Gezici Jüri olayıyla karşılaşıyor. Tipik dönem memuru suratlı birkaç kişi ülkeyi dolaşarak, yerel amatör yetenekleri bulup tanıtma misyonunu yüklenmişler. Doğrusu TRT için çok hoş bir tanıtım fırsatı.

Ekip, isteği üzerine Dilber'i de dinliyor. Çok kıskanç ve hep onun önüne geçmek isteyen bir kız kardeşini atlatarak... Sonuç şaşırtıcıdır, çünkü genç kızın gerçekten melal taşıyan sesi o türkülerde öylesine ustadır ki... Heyet ona bir davetiye göndermeye söz verip giderler. Sözlerini de tutarlar.

Ama çevre öylesine zalim, aile öylesine otoriter ve acımasızdır ki... Böylesini hayal bile edemezsiniz... Baba Hüseyin (yakın zamanda vefat eden Ayberk Pekcan) ve anne (özlediğimiz Selen Uçar) yüzlerinde hep bir dehşet ifadesiyle dolaşıp dururlar... Onlara özellikle erkekler arasında yine kötüler (çok çok kötüler) eklenir. Özellikle babanın kızını 2000 liraya sattığı o süper-manyak ilk koca... Yeşilçam'ın tüm kötü adamlarını bir araya getirseniz, bu kadarı olmaz!.. Velhasıl şimdiden söylemiş olayım: Film aşırı bir melodram atmosferine saplanıp kalmış ve bu kimi erdemlerini gölgelemiş.

Böylece ardı arkası kolay gelmeyen bir serüven başlar. Yer yer kimi hoş çekimler eşliğinde... Örneğin bir zeybek dansına fonda klasik müziğin eşlik etmesi gibi... Ve araya birkaç iyi yürekli insan katılır. Özellikle de o vahşi kocanın çok sempatik annesi (Alamancı Nursel Köse'den çok iyi bir kompozisyon). Ama ne zaman işler birazcık iyi gitse, kötülük hemen arz-ı endam eder. Böylece kadının çaresizlik içinde sığındığı teyzesi de giderek şeytanlaşır; onu yine zorla baş göz eder, o korkunç kocadan sonra başka erkeklerle de sözüm ona evlendirir ve böylece çocuk sayısını sürekli çoğaltırlar.

Ama işkence hep sürer. Hem fiziksel, hem de manevi olarak... İlkine Dilber'in tüm bedenine, el-kollarına yayılan kesikler, ikincisine ise çocuklarını bir türlü görememesi eşlik eder. Günün birinde her şeyi geride bırakıp Almanya'ya, Frankfurt'a gidecek ve orada da Türk ve Almanları sesine hayran edecektir. Ama o erkek kâbusu orada da karşısına çıkacak ve bu kez erkeğin ölümüne, yeni adıyla Dilber Ay'ın da hapse girmesine yol açacaktır.

Ve yıllar sonra, dönüş... Bu kez artık güzel sesini ve eşsiz yorumunu dönem pavyonlarında gösterecektir. Erkeklerden en azından kazık yemesi sürse de, artık sert ve güçlü bir kadındır. Ve kendisi korumayı öğrenmiştir. Belki çocuklarına da kavuşacaktır. Ama bunca acıdan sonra, mutluluk mümkün müdür?

Bu iddialı film, az ama hep değişik olmaya çalışmış bir avuç film yönetmiş olan Hakan Kırvavaç - Ketche'nin elinde, hemen başta dediğim gibi aşırı melodramatik bir öyküye dönüşmüş. Bu kadar kötülüğü, çirkinliği, zulmü ve şiddeti (hele bir küçük kadına karşı olursa) akıl ve izan kolay kolay kabul etmiyor. Böylece filmin rahat ve akıcı anlatımı, genel oyun düzeyi ve başka şeyler biraz güme gidiyor. 

Özellikle de o güzelim şarkılar, türküler... Çünkü bunlar bize gerçek Dilber Ay'ın sesiyle değil, bizzat Büşra Pekin'in sesiyle veriliyor. Evet, iyi bir oyunculuk geçmişi olan ve en çok BKM'deki performanslarıyla tanınan Pekin, filme hem oyunculuğunu, hem de sesini katmış. İkisinin de muazzam katkılar olduğunu belirtmek şart. Türkülerden sadece ikisini çok gençliğini oynayan Zeliha Kendirci okumuş. O da iyi ve seslerde bir sıçrama yok. Özelikle Büşra'yı bu çok özel gösteri için kutlayalım.

Dilber Ay 1956'da doğup 2019'da, demek ki 63 yaşında ölmüş. Soyadını kendisi seçmiş ve finalde ölümüne yakın çektiği bir klipin yeniden canlandırılması var. Tüm bunlar bu acılı yaşam öyküsünü temelde bize iyi veriyor. Kadının erkek eliyle ölümünün gitgide çoğaldığı toplumumuzda, filmin belki asıl bu açılardan ilgiyle izlenmesi de olası...



YARIN: KÂBUS SOKAĞI

Yazarın Diğer Yazıları

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

"
"