07 Mart 2015

Beyne girmek kolay da, ya çıkmak!...

Film öz olarak eski, klasik korku filmlerini andırıyor.

LAZARUS ETKİSİ    X  X  1/2

Yönetmen:  David Gelb
Senaryo:  Luke Dawson, Jeremy Slater
Görüntü:  Michael Fimognari
Müzik: Sarah Schachner
Oyuncular: Mark Duplass, Olivia Wilde, Sarah Bolger, Evan Peters, Donald Glover, RayWise/ Lionsgate yapımı. 

 

 

Korku sineması ölmüyor, tükenmiyor. Korkma ihtiyacı sanki gülmek, ağlamak, duygulanmak ya da cinselliği izlemek (insan doğasındaki bir diğer öge olan röntgencilik!) gibi insancıl özlemlerimizden bir diğeri.

Korkmak, hele bir film boyunca korkmak sanki çoğumuza iyi geliyor. Bir ölçüde boşalıp rahatlıyor ve hayattaki gerçek korkulara karşı donanım alıyoruz. Öyle mi dersiniz?

Kendi adıma, her türlü Freud’çü açıklamanın dışında sevdiğim bir tür bu. Ama klasiklerini geride bıraktı. Ve günümüzde hayli tökezliyor. Gerçekten özgün ve ilginç olan örnekleri de çıkıyor, ama az.   

Lazarus Etkisi bu açılardan ortada biryerlerde....Bir grup bilim araştırmacısı, doktorların beyin hastalıkları geçiren hastalar üzerinde daha bilgili ve hazırlıklı olmasını sağlamak için, önce bir köpek üzerinde çalışıyorlar. Ve beyin müdahelesiyle ölmüş hayvanı yeniden hayata döndürmeyi başarıyorlar.

Sonra aynı şey bir insan üzerinde deneniyor. Üstelik bu kaza eseri ölen, asıl doktorun sevgilisi olup çıkıyor. Ve kadını hayata geçirmek, doktor için herşeyin ötesinde bir tutku oluyor.

Ancak tıpkı köpekte olduğu gibi, bu müdahele beyni deyim yerindeyse çığrından çıkaracak ve çılgınlığa, giderek şiddete yol açacaktır.

Film öz olarak eski, klasik korku filmlerini andırıyor. Frankenstein, Dr. Jekyll ve Bay Hyde/ İki Ruhlu Adam vb. filmler hiç uzakta değil. Ama modern bir anlatımı var. Oyuncular ise özellikle bir bilim kadınını çok değişik yüzleriyle veren Olivia Wilde olmak üzere yeterince iyiler.

Yine de film çok doyurmuyor.  Bizler bu yollardan öylesine çok geçmişiz  ki...Tıpkı aşk filmleri gibi, bu tür de eskileri aratıyor. Ve filmi ancak türün iflah olmaz meraklılarına tavsiye edebiliyoruz.

 

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ       X  X

Yönetmen:  İlksen Başarır
Senaryo:   İ. Başarır, Mert Fırat
Görüntü:  Emre Tanyıldız
Müzik: Görkem Karabudak, Ali Güçlü Şimşek
Oyuncular: Mert Fırat, Melisa Sözen, Anıl Altınöz, Judith Lieberman, Onur Şirin, Hale Sürel, Göktay Tosun/ Kutu Film yapımı

 

 

Yine bir aşk filmi. Galiba bizim sinemamızda bu filmleri iki ana gruba ayırmak gerek. Issız Adam’dan öncekiler ve de sonrakiler diye!..

Gerçi Yeşilçam çizgisi içinde de, özellikle 80’lerden sonra klasik sinemamızı çok aşan farklı işler yapıldı. En çok da o ünlü ‘kadın filmleri’ furyası içinde...Ama galiba Çağan Irmak, özellikle Issız Adam’la buna yeni bir açılım getirdi. İlke olarak büyük kentte geçen; genç, bağımsız, kişilikli kahramanları olan;, biraz burjuva kokan ve diğer sanatlarla yakın akrabalıklar taşıyan filmler. Belki bir özellikleri de hayli kırılgan, hatta kadından daha kırılgan erkek portreleri içermek olan...

Bir Varmış Bir Yokmuş sanki bir tür Issız Adam hikayesi anlatıyor. Küçük grubuyla kendi bestelediği şarkıları söyleyen, konserlere çıkan müzisyen Ozan, filmin başkişisi. Gerçi kadın kahraman, onun komşusu olup geceleri bestelerini ilk kez duvarların ardından dinleme (izolasyonu çok kötü bir bina olmalı!) ve böylece onu daha tanımadan biraz aşık olma serüveni yaşayan Nehir, biraz ön planda gibi: ne de olsa yönetmen kadın!...

Nehir de bir sanatçıdır: özellikle çocuklara yönelik metinler yazıp sahnede okuyan, seyircilerini eski masallara ve onların insan yaşamı üzerindeki rolü hakkında düşünmeye çağaran bir tür tiyatro sanatçısı.

Böylece seslerle, müzikle başlayan aşk çabucak alevlenir. Ve yatağa girmeleri de uzun sürmez. Ama ikisi de sorunludur. Özellikle Ozan sonradan ortaya çıkacak nedenlerle bir matem yaşamaktadır, yaşamdan kopup içine kapanmıştır. Ona şifa getirecek kadınsa, jilet gibi keskin bir duyarlılığıyla sanki iğne üstündeki Nehir olabilir mi?

Film özenle çekilmiş  görselliği üzerinde hayli uğraşılmış. Film için hazırlanan şarkılar kadar Mert Fırat’ın şarkıcılığı da hiç fena değil, hatta bayağı iyi!...Ayrıca iki baş oyuncu ve çevresindekiler -Alman kökenli bir sahne sanatçısı dahil-  görevlerini iyi yapıyorlar.

Ama film akmıyor, yeterince ilginç durmuyor, belli bir sıkıntıyla izlenebiliyor. Bunca aşk filminden sonra, bu konuda yeni birşeyler yapıp özgün bir hikaye anlatmak gerçekten zor!...Hele son dönemin Haneke’nin Aşk, Spike Jonze’nin Aşk, en son James Marsh’ın Herşeyin Teorisi gibi olağanüstü aşk öykülerini düşündükçe...

Bu açıdan film, Issız Adam’a giden yolda çok ötelere uzanamıyor. Ve yarınlara kalacak gibi gözükmüyor

Yazarın Diğer Yazıları

Uzayın keşfi tarihinde Rusya-ABD rekabetine bakış

Film ABD üzerine sayısız ilginç gözlemler ve şakalar içerir. Öncelikle bu dev ülkedeki dinin gücü ve hâlâ ayaktalığı görülür. O uzay serüveninin fiyasko riski karşısında "Keşke Kubrick'i alsaydık!" diye uzay filmlerine de el atmış bir Stanley Kubrick ya da country ustası şarkıcı Tex Ritter anılır

Tüm kadınlara adanmış müstesna bir film

Bir ortak çocuğu paylaşamayan ayrılmış bir çift... İran'a dönmek ya da dönmemek ikilemi... Simba'dan Samani helvasına veya zerdeli pilava unutulmayan ağız tadımları... Alabildiğine feminist bir bakış; çağımızda hâlâ süregelen kadın düşmanlığına iç burucu bir yaklaşım

ABD'nin gerçek tarihinden çıkagelen motor çetelerinin öyküsü

Bu bir eril dünyadır; bir erkekler alemidir. Sertlikleri, vahşetleri, gururları, maçolukları ve cinsellikleriyle erkekler...