17 Ağustos 2024

Aşkın sertlik, şiddet ve zulümle ilişkilerine bakmak

Çok uzatılmış, çok abartılmış, aşk denen şeyle fazlasıyla oynanmış

 

BİZİMLE BAŞLADI, BİZİMLE BİTTİ
X X 1/2

(It Ends With Us)

Yönetmen: Justin Baldoni
Senaryo: Colleen Hoover, Christy Hall
Görüntü: Barry Peterson
Müzik: Duncan Blikenstaff, Rob Simensen
Oyuncular: Blake Lively, Justin Blandoni, Jenny Slate, Hasan Minjah, Kevin McKidd, Brandon Skelenar, Amy Morton, Alex Neustaedter, İsabela Ferrer, Robert Clohessy, Robin S. Walker, Emily Baldoni

Columbia filmi, 2024

İşte dün andığım durumun bir başka örneği. Özellikle ve öncelikle baş oyuncusu açısından..... Çünkü Blake Lively da o 'unutulmuşlar'dan biri. 1987 Los Angeles doğumlu aktris 1998’de, demek ki 11 yaşında başladığı kariyerinde art arda ilginç filmlerde hatırlanan roller bulmuştu. Çılgınlar Sınıfı, Elvis ve Anabel, Hırsızlar Şehri, Seni Seviyorum New York... Yeşil Fener, Vahşiler. Dedikoducu Kız, Ölümsüz Aşk, Cafe Society... Küçük Bir Rica, Hayali Arkadaşlar, şu sıralarda büyük iş yapan (ve benim görmediğim) Deadpool&Wolverine.... Ve hemen ardından bu film... Bu arada filmin başında Columbia şirketinin tam 100. yıldönümünün kutlandığı belirtiliyor.

Colleen Hoover adlı popüler kadın yazarın aslında 2016’da yayınlanmış ilk romanından uyarlanan (ve yazarın senaryoya da katıldığı) bu film, Lily Bloom adlı bir kadının öyküsü. Çok sorunlu bir çocukluk yaşamıştır ve biz onu daha ilk başlarda, ölen babasının anıldığı kılisedeki törende görürüz. Orada bir kalabalık önünde babasını en iyi yanlarıyla anacaktır. Ama tek bir söz bile etmeden kürsüden iner. İşte size tipik Hıristiyan bir trajedi!...

Dekor ABD’nin Massachusetts Eyaleti’nin başkenti ve en büyük şehri Boston’dur. Ve anlaşıldığı gibi, orada ailesi Lily için ayrı bir üzüntü kaynağıdır. Ama ne olursa olsun, o kendi işini kurmak, ayni biçimde de hayatının erkeğini bulmak peşindedir.


Aslında aşkı zaten bulmuştur. Atlas Corrigan adlı yakışıklı ve sıcakkanlı bir genç adamda... Ama kader onları ayırır. Yıllar sonra Lily tam da işini kurduğu günlerde –kentin göbeğinde gösterişli bir çiçekçi- alabildiğine yakışıklı bir adamla tanışır. Sanki bir aktör gibi duran Ryle Kincaid... Ki zaten filmin yönetmeni de, başoyuncusu da odur, yani Justin Baldoni... Ve aralarında inanılmaz bir ilişki başlar. Yüzüne hiç jilet değdirmeyen bu kendi güzelliğine hayran adam, ayrıca bir büyük hastanede çalışan bir kalp cerrahı çıkmaz mı? Ve Ryle adına öylesine bir aşk gösterisi sunar ki... Bitmeyen aşk sahneleri, öpüşmeler, hatta filme zaman zaman biraz porno havası getiren seks bölümleri... Acaba gerçek aşk bu mudur, böyle mi olmalıdır? Bu romanın –ve de filmin- sorduğu temel soru olabilir: Aşk illa da şiddet içerebilir mi; içermeli midir?

Etrafta aile de vardır. Nitekim Ryle’ın kardeşi Allysa... Ki Lily kurduğu Cottagore adlı gösterişli çiçekçinin yönetimini Allysa’ya bırakmasın mı? Aralarında belli bir dostluk da oluşur. Ama Lily giderek Ryle’ın gerçek bir sevgili olduğu inancını yitirmeye başlar. Hele bir merdiven başında onun tarafından itilip düşünce... Gerçek aşk zaman zaman belli tartışmalara, sınırlı bir sertliğe gidebilir, doğrudur. Ama bu kadarı? Sakin, güvenli, iki yanı da rahatlatan bir aşk yerine şiddete dayalı bir ilişki seçilebilir mi?

Elbette böyle bir filmi izlemek kolay değil. Çok uzatılmış, çok abartılmış, aşk denen şeyle fazlasıyla oynanmış. Sonunda ilk aşkı Atlas yeniden ortaya çıkınca, Lily ona dönmeyi mi seçecektir? Yoksa hiçbirini değil de, geleceği yine ailenin sıcak kucağında aramayı mı dener? Doğrusu ben filmin seyircilerini kadın-erkek diye ikiye böleceğini ve her bir tarafın kendine özgü bir seçim yapacağını düşünüyorum. Tüm bu sorunları ve yaşamsal temaları dile getiren önemli romanınsa perdede yeterince olgun ve inandırıcı olamadığına inanıyorum.

Başta Blake Lively olmak üzere oyuncular görevlerini yapmışlar. Ama kılık-kıyafetlerin genelde çok zevksiz olduklarını söyleyebilirim. Nedense!... Barry Peterson’ın görüntüleri ve Duncan Blikenstaff- Rob Simensen ikilisinin müziği de iyi. Ayrıca filmde zaman zaman çok iyi yerleştirilmiş bir avuç şarkı da var. Aralarında Ethel Cain, Fatboy Slim, Barrett Strong, Creed, Lana del Rey, Birdy ve hatta bir Taylor Swift şarkısı bile var. Yani en azından kulaklarınız bayram edecek!...

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"