Yeter ki genç olun, aşka hala inanın ve onun aslında yanı başınızda olabileceği efsanesini ciddiye alın
HER ŞEY (Everything, Everyting) X X
Yönetmen: Stella Meghie Senaryo: J. Mils Goodloe Görüntü: İgor Jadue-Lillo Müzik: Ludwig Goransson Oyuncular: Amandla Stenberg, Nick Robinson, Anika Noni Rose, Taylor Hickson, Danube Hermosillo, Ana de la Reguera
Warner Bros- MGM filmi.
İkinci romanıyla ilkinin popüler başarısını yineleyen kadın yazar Nicola Yoon’un şugünlerde bizde de yayınlanan romanını, yine bir kadın olan yönetmen Stella Meghie filme çekmiş. Onun da ikinci filmi...
Böylece perdede tam bir ’kadın filmi’ bulmayı bekleyebilirsiniz!...Ama ayrıca tam anlamıyla gençlere yönelik bir film olduğu da kesin.
17 yaşındaki siyahi genç kız Madeline –ki kendisini hemen Maddy diye çağıracağız!- hep evinde yaşamış, hiç dışarı çıkmamıştır. Çünkü onda çok az rastlanan ‘yetersiz bağışıklık sendromu’ denen garip bir hastalık vardır. Ve heryerde, herşeyden mikrop kapıp ölmesi çok kolaydır.
Böylece genç kız sadece annesi (babası ve erkek kardeşi yıllar önce bir kazada ölmüşlerdir), bakıcısı ve onun kızı tarafından görülebilir: çünkü eve ziyaret de yasaktır. Annenin doktor olması, üstelik o alanda uzman olması da işleri kolaylaştırır.
Ta ki günün birinde hemen komşu daireye yeni bir aile taşınıncaya dek...Ve onun genç oğlu, güneş gibi parlayan sarışın Oliver-Olly, Maddy’nin kalbini çalıncaya dek...
O zaman her şeyin dengesi bozulacak ve Maddy birşeyler istemeye başlayacaktır. Çok şey değil: sadece dışardaki hayat ve yaşayamadığı her şey!...
Film tam anlamıyla duygusal bir yapım. Bir tür Love Story: 1970 yılında gelip tüm dünyayı ağlatan Erich Segal romanı ve ondan Arthur Hiller’in yaptığı film... Ali McGraw- Ryan O’Neal ikilisini nasıl sevmiş, ne denli gözyaşı dökmüştük!...
Şimdi, neredeyse 50 yıl sonra bir benzeri geliyor. Oyuncuları sempatik, diyalogları zekice, finaldeki sürpriz ilginç.
Ama bu yeter mi? Sürekli çalan bir müzik yorucu değil mi? Öbür filmde Fransız besteci Francis Lai’in Oscar alan müziği/ şarkısının yerini burada kullanılan çok sayıda hoş parça tutabilir mi?
Ve filmden yayılan biraz ‘mamul’ (imal edilmiş), hayli yapay hava görmezden gelinebilir mi?
Evet, tüm bunlar olabilir. Yeter ki genç olun, aşka hala inanın ve onun aslında yanı başınızda olabileceği efsanesini ciddiye alın.
O zaman, ben aradan çekilip sizi filmle baş başa bırakayım!...
Deneysel sinemadan parlak bir örnek
MANİFESTO X X X
Yönetim ve senaryo: Julian Rosenfeldt Görüntü: Christoph Krauss Oyuncular: Cate Blanchett, Ruby Bustamente, Ralf Tempel, Jimmy Trash
Alman- Avustralya yapımı.
Deneysel denebilecek sinemanın hoş örneklerinden biri. Bir büyük oyuncunun (Cate Blanchett) kişiliğinde 13 ayrı karakteri önemli şeyler söylerken, bir diğer deyimle birer manifesto sunarken izletmek...
Alman sanatçısı Julian Rosenfeld’in yazıp yönettiği film, tarihin farklı dönemlerinden seçilmiş ve insanlığın gidişatını belli ölçüde etkilemiş söylemlerden yola çıkıyor.
Aslında manifesto sözcüğü, bilinen anlamıyla abartılı gözükebilir. Çünkü hemen tüm söylemlerin temel amacı, insanoğlunun bir yandan geçmişle, öte yandan gelecekle ilişkisini önemsememek, hatta çiğneyip geçerek ŞİMDİ’nin ve şimdiki zamanın önemini vurgulamak.
Bunu yaparken de klasik sanatla (Shakespeare, Goethe, Cervantes gibi en ünlü yazarlar dahil) göbek bağlarını koparmak.
Ve çağdaş sanatı hiçbir kural tanımayan, geçmişi olmayan, idealler, amaçlar veya büyük hedefler peşinde koşmayan, sadece hep yapılmamışı yapmak, yeniyi denemek ve özgün olmakla sınırlayan bir bakış. Her ne kadar zaman zaman ‘geçmişten çalmayı’ yücelten bir yanı varsa da...
Elbette bu filmin de bakışını tanımlıyor. Ve böylece film de tartışmaya açık duruyor.
Sonuç olarak görkemli bir oyunculuk gösterisi bu: yer yer parlak sinemasal tatlar da içeren... Ama bu geveze film, Blanchett’in heyecan verici performansına karşın bence söz şehvetine kapılmış, aşırı ukala ve söyledikleri için tartışma zemini de bırakmayan bir didaktik şova daha çok yaklaşıyor.
Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?
Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir
Tümüyle sadizm ve sado-mazoşizm duygusu sinmiş "Barda 2", belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi olmaya adaydır. Bu kıyımdan kurtulan pek azdır. Böyle bir filmin bir kadının elinden çıkması kendi başına bir olaydır bence...