12 Mart 2014

Ağaca sarılmış yaşlı adam…

Bu kez de Ankara Macunköy’deki Devlet Tiyatroları İrfan Şahinbaş tesislerinin ağaçlarına saldırmışlar, 40’a yakınını kökünden kesmişler.

O görüntüyü unutmayacağım. Hürriyet’in baş sayfasında çıktı: yaşlı bir adam, yine yaşlı bir ağaca sarılmış. Sevgiyle, açık bir koruma duygusuyla, belki yaşıdı olan o ağacı korumaya çalışıyor.

Kimlerden mi? Tarihin getirip başımıza musallat ettiği o yeni vandallardan....Doğanın, tarihin, kültürün bunca yüzyıldır yarattığı tüm güzelliklere sırt çevirmiş, güzellik duygusundan hiç nasibini almamış, sadece doların yeşilini ve paranın (bizim duyamadığımız) kokusunu sevip hoşlanan ve adına modern zaman kapitalizmi denen o çağdaş canavardan ve onun emrine girmiş korkunç yaratıklardan...  

Musallat olmadıkları doğa parçası, saldırmadıkları yeşil alan, kıymadıkları ağaç kalmadı. Ama hırsları bitmiyor, iştahları tükenmiyor. Bu kez de Ankara Macunköy’deki Devlet Tiyatroları İrfan Şahinbaş tesislerinin ağaçlarına saldırmışlar, 40’a yakınını kökünden kesmişler.

O ağaçlar ki oraya çok uzun yıllar önce, kimbilir ne özenle dikilmiş. Alanı korumaya koşan sanatçılardan, Behzat Ç kişiliğiyle kendini topluma sevdiren Erdal Beşikçioğlu şöyle demiş: “Muhsin Ertuğrul’un 60-70 yıl önce diktiği ağaçları yok etmişler, kamu malını gasp etmeye kalkışmışlardır”. Ah, bu hayat değil de bir film olsaydı, Behzat Ç onları öylesine bir benzetirdi ki...

Bu adamların en ufak bir güzellik duygusu, en küçük bir geçmiş saygısı yok. Yine Ankara’nın eşsiz Atatürk Orman Çiftliği’nde ‘pentagon benzeri’ başbakanlık inşaatının mahkemece durdurulduğu haberlerinin dumanı tüterken, bu kez ayni şey bir başka Cumhuriyet alanında tekrar sahneye konuyor. Arazinin bir bölümü 9 yıl önce satılmış. Ama dava açılmış ve henüz sonuçlanmamış.  Parayı basıp alanlar şimdi binaları dikmek istiyor. Yani herşeyin kılıfı hazır.  

Peki ama böyle olması, işin özündeki korkunç şehircilik yanlışını bağışlatabilir mi? Nitekim başta Devlet Tiyatrosu sanatçıları birçok Ankaralı,  ağaçların önünde nöbet tutuyor. Ve o yaşlı adam ve başkaları, ağaçları kucaklayarak korumaya çabalıyor. Ne hazin, ne acı bir manzara. Ve uygarlık adına ne ayıp!...

 

Gözden çıkarılan Hitit yerleşimi

Ayni gün çıkan bir başka habere göre, İstanbul'da Hitit izlerinin bulunduğu Bathonea Antik Kenti'ni bakanlık ören yerine dönüştürmeyi hedeflerken, bir başka bakanlığa bağlı TOKİ konut yapmak için başvurmuş. TOKİ, 1. derece SİT olan bölgeyi asıl inşaat alanına almak istiyor. Radikal gazetesinin haberine göre, İstanbul’da ilk kez Hitit uygarlığı izlerinin bulunmasıyla arkeoloji dünyasını altüst eden, Küçükçekmece gölü kenarındaki Bathonea Antik Kenti kazılarının yapıldığı araziyi, Kültür ve Turizm Bakanlığı 2013 yılında kamulaştırarak ören yeri statüsüne almak istemiş. Bu yönde raporlar hazırlanıp bilimsel gerekçeler belirlenmiş. Ve İstanbul’daki bu ilk ören yeri için İstanbul Üniversitesi’ne de görüşü sorulmuş.

Peki üniversite ne yapmış? Kendisine ait bu arazinin elinden çıkacağını anlayınca, apar topar TOKİ ile anlaşma yolunu seçmiş. Yapılan protokole göre, TOKİ üniversitenin Çapa ve Cerrahpaşa’daki binalarını yenileyecek, Avcılar’daki kampüste sosyal tesisler yapacak, bunun karşılığında da üniversiteye ait yedi parsele konut inşa edecekmiş. TOKİ, bunun için İstanbul 1 Nolu Koruma Kurulu’na geçen hafta resmen başvurmuş. Şimdi kurulun kararı merakla bekleniyor imiş.

Görüldüğü gibi, tam anlamıyla “kimden kime şekva edem?” durumu. Bir ülkede işler böylesine zivanadan çıkınca, artık İstanbul Üniversitesi gibi bir bilim kurumuna bile güvenemiyorsunuz. Herkes ve her kurum eline geçecek paraya bakıyor, sermayenin düdüğünü çalıyor, ulusal ve tarihsel hazineler kolayca gözden çıkarılıyor.

Elbette günümüz Türkiye’sinin çözüm bekleyen ve daha önemli gözüken sayısız sorunu var. Ama, hep söylüyorum, bu doğal  ve kültürel birikim feda edilirse, yerine birdaha yenisi gelmez, getirilemez. Yazık değil mi?

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"