04 Mart 2022

'Acıların Kadını' denince ilk akla gelenlerden...

Doğrusu gerçek bir takım oyunculuğu filmi alıp götürüyor. Başroldeki Farah Zeynep Abdullah onca duraksamadan sonra, iyi bir seçim olmuş

BERGEN

X X X 1/2

Yönetmen: Caner Alper, Mehmet Binay
Senaryo: Yıldız Bayazıt, Sema Kaygusuz
Görüntü: Mirsad Herovic
Müzik: Mazlum ve Saki Çimen
Oyuncular: Farah Zeynep Abdullah, Erdal Beşikçioğlu, Nergis Öztürk, Tilbe Saran, Şebnem Sönmez, Ali Seçkiner Alıcı, Ahmet Kayakesen, Burak Bayırlı, Arif Pişkin/

Orkestra Content – Türkiye filmi, 2022

Bergen'in hikâyesini hayal meyal hatırlıyorduk. Gazetelere az geçmemişti. 1989 yılında eşi Halis Serbest tarafından vurularak öldürülünce, ülkemizin artık alıştığı o sayısız 'kadın kurban'lardan biri olmuştu. Ama doğrusu, bu olayın gerisinde yatan büyük, benzersiz ve trajik dramı unutmuşuz. Film bunu bize hatırlatıyor. Hem de çok gerekli bir dönemde ve kolay kolay unutamayacağımız biçimde... Daha ne istenir?

Aslında yakın zamanda Hakan Kırvavaç (Ketche) imzalı Dilberay filmini izlemiş ve hayli düş kırıklığı yaşamış biri olarak, bu filme de belli bir kuşkuyla yaklaştım. Ve başlarda -hatta tüm ilk yarıda- bu kuşkum doğrulanır gibi oldu. Çünkü her ne kadar kaygan bir kameranın ilginç görüntüleri, yavaş yavaş doruğa çıkacak olan doyurucu oyunculuk gösterisi gibi olumlu şeyler varsa da, baskın olan bir melodram havasıydı: Yeşilçam tarzı, hiç durmayan bir müzikle desteklenen ve duygularımızla fazla oynayan bir tarz...

Ama film geliştikçe hikâye de ilginçleşiyor. Mersin'de 1965 yılında açılan film, küçük kızını koluna takarak kocasını terk eden ve Ankara'ya giden Sabahat Hanım'ın öyküsüyle başlıyor. Orada kızı Belgin'e iyi bir eğitim vermeye çalışan Sabahat, ondaki müzik merakını ve de ses güzelliğini sezerek ("Hiç kimse böyle bir sesi görmezden gelemez"), ilkolkuldan hemen sonra konservatuara yazdırmış. Orada piyanodan viyolonsele dolgun bir eğitim alan Belgin'in en büyük arzusu şarkı söylemek: en çok da o yılların en popüler türü arabeske yatkın şarkılar...

Eğitimi sırasında iyi bir enstrüman, örneğin bir çello edinmek isteyen Belgin, bunun için bir yandan da çalışıyor: santral memuresinden posta idaresine değişik mesleklerde... Bir ara genç bir çocukta aşkı bulur gibi oluyor. Ama Sabahat hanım buna izin verecek değildir. Sonradan çok pişman olacağı bir karar...

Ve sonrasında, erken başlayan bir sahne hayatı. Yine annenin karşı çıkmasına rağmen... Bizzat kendisinin seçtiği Belgen adı ve kimliğiyle, o bir sahne kadınıdır. Ve orada yanık sesiyle Ankara'dan Adana'ya ve İzmir'e uzanan pavyonlarda müzikseverleri, özellikle de erkekleri büyüleyecektir.

Ve ne yazık ki bunlardan biri de sonradan öğrendiğimiz adıyla -çünkü Belgen'le ilişkisinde ona hiç bilgi vermez: ne kim olduğunu, ne işini, ne de tam adını- Halis Serbest, onun meşum talihi olur. Bergen'den hayli büyüktür, belki de kadın onda biraz da hiç yaşamadığı baba sevgisini aramış ve bulmuş olmalıdır...

Ama giderek Halis'in korkunç kimliği ortaya çıkar. O tam bir psikopat, az görülmüş bir sadisttir. Ve bu en tuhafından aşk hikâyesi, sonunda tam bir işkenceye dönüşecektir. Babasını ancak ölüm döşeğinde görebilecek olan Bergen, gerçi sonuna dek onu savunan annesi, pavyon arkadaşı 'zoraki dansöz' Nadire, sonunda yeniden çıkıp gelecek olan ilk aşkı Abdullah'ı hep yanında bulacaktır. 

Ancak tüm bunlar, onun o baştan beri 'makus' olan talihini değiştiremeyecektir. Ve Bergen, önce yüzünü tarlaya çeviren bir 'kezzap saldırısı'na uğradıktan sonra, henüz 30 yaşında hayata elveda diyecektir. Geride gerçekten trajik bir hayat hikâyesi ve sayısız şarkı-türkü yorumu bırakarak...

İşin belki en acı yanı, o korkunç caninin hak ettiği cezadan çok daha azını çekmiş olmasıdır. Bir süre hapiste yatmış, erken tahliye edilmiş, son ve asıl olaylardan sonra ise sadece yedi ay hapiste kaldıktan sonra bırakılmıştır. Ve hâlâ küstah ve pervasızdır: bu film projesini ve başka şeyleri eleştirip yalanlayacak kadar... Şu anda Adana'da yaşıyor ve suç işlemeyi sürdürüyor: en son gençlere 'tasallutta bulunduğu' haberleri çıkmıştı. Filmin sonunda kadın cinayetlerinin son dönemde ulaştığı sayılar veren tablolar gerçekten de hem ibret, hem de dehşet verici gözüküyor. Bakalım, İstanbul Sözleşmesi'ni iptal kararından bunca drama rağmen vazgeçmeyen yönetimimiz bu filmi görüp birazcık düşünür mü!..

Filmi ortaklaşa yöneten Caner Alper-Mehmet Binay ikilisi daha önce de böyle yapmıştı: Zenne ve Çekmeceler filmlerinde... İkisi de özelikle ayrıksı (istisnai) kadın kişiliklerini canlandırmada ustalaşmış gözüküyor. Daha önce de sinemamızda çalışmış olan Boşnak Mirsad Herovic'in görüntüleri, Mazlum ve Saki Çimen'in müziği de filme çok şey katıyor.

Oyunculara gelince... Doğrusu gerçek bir takım oyunculuğu filmi alıp götürüyor. Başroldeki Farah Zeynep Abdullah onca duraksamadan sonra, iyi bir seçim olmuş. Gerçi kendi sesiyle söylediği şarkılarda Bergen'in düzeyine ulaşamıyor ve sık sık detone oluyor. (Gerçek Bergen sesi, anlaşılan finaldeki konser başta sadece bir iki yerde var). Ama bu hazin kişiliğin anısına birçok açıdan büyük katkıda bulunuyor.

Artık 'ölümsüz' Behzat Ç'miz olan Erdal Beşikçioğlu beklendiği gibi dört başı mamur bir psikopat olmuş. Emektar Tilbe Saran ise bence yeniden zirveye çıkmış. Anne rolü uzun zaman hatırlanacak bir roldür ve her türlü ödülü hak eder. Nadire'de Nergis Öztürk de öyle... Hepsine şapka çıkarılır!..


YARIN: BATMAN



 

Yazarın Diğer Yazıları

ABD'deki hayali bir savaşın korkunçluğu tam şu günlere denk düşüyor

Dünyamızın savaş denen korkunç olaya sayısız ülkede esir düştüğü şugünlerde, bu film önemli bir eleştiri sayılabilir

Bir korku klasiğinin ilk günlerine dönüş

Bu türü sevenler ve özlemiş olanlar için iyi bir seyirlik sayılabilir

Hindu kültüründen gelen kendine özgü bir kitle filmi

Karşımızda gerçekten hayli değişik bir film var. Hem anlattıkları; hem anlatma biçimleriyle...