10 Ocak 2015

Acaba ‘Sivas’ daha mı iyiydi?

Beyaz Tanrı, bizlere odak noktasında genç bir kızla bir köpeğin bulunduğu öykü anlatıyor.

BEYAZ TANRI      X  X  1/2 
(Feher İsten/ White God)

Yönetmen: Kornel Mundruczo
Senaryo: K. Mundruczo, Viktoria Petranyi, Kata Weber
Görüntü: Marcell Rev
Müzik: Asher Goldschmidt
Oyuncular: Zsofia Psotta, Sandor Zsoter, Lili Horvath,
zabolcz Thuroczy/ Macar filmi. 

 

Macar yazar- yönetmeni Kornel Mundruczo’nun hayli beğenilip övülen (ve Cannes 2014’deki Belirli Bir Bakış bölümünün en iyisi seçilen) filmi Beyaz Tanrı, bizlere odak noktasında bir köpeğin bulunduğu bir öykü anlatıyor. Aslında bir genç kızla bir köpeğin öyküsü...

Macaristan’ın başkenti güzel Budapeşte kentinde geçen filmde, uzun bir yolculuğa çıkan annesi 13 yaşındaki kızı Lili’yi ayrıldığı babasına bırakır. Baba bir mezbahada çalışan bir ‘gıda uzmanı’dır, içedönük ve ukala bir adam... Kızını sever, ama birlikte getirdiği köpeği Hagen’i asla...

Öte yandan konservatuarda öğrenci olan ve okulun orkestrasında trompet çalan genç kız, konser için hazırlanan Franz Liszt’in 2 nolu Macar Rapsodisi’nin provalarına Hagen’i de götürür. Ve kıyamet kopar. Köpek sevmemede babadan aşağı kalmayan orkestra şefi hayvanı kovar, öfkeli baba da onu sokağa bırakır. O andan itibaren, Hagen için büyük kentte bir ölüm-kalım savaşımı başlarken, öte yandan Lili sevgili köpeğini bulmak için herşeyi yapacaktır.

  İlginç ve sıradışı bir insan-köpek ilişkisi gibi başlayan ve çok iyi eğitilmiş köpeklerle gayet inandırıcı biçimde devam eden eden film, bir noktadan sonra yön değiştiriyor. Ve köpeklerin intikam için insanlara saldırdığı ve bunu da gayet planlı ve düzenli biçimde yaptığı bir bilim-kurgusal masal oluyor. Bir tür Maymunlar Cehennemi!..

Ama oraya gelinceye dek, niye bu kentte ve bu ülkede sokaklardan hayvan toplayan işçilerden en eğitimli olanlarına hemen herkesin böylesine  köpek düşmanı olduğunu ya da ‘saf kan olmayan’ köpekleri beslemenin neredeyse yasaklandığını da birilerinin bize açıklaması gerekiyor!.

Öte yandan, köpekleri böylesi vahşi bir maceranın içine atan filmler de yapıldı. Fransız Alain Jessua’nın Les Chiens- Köpekler veya Samuel Fuller’in White Dog- Beyaz Köpek filmleri gibi...

Kısacası, başta verdiği umutları pek doğrulamayan ve belli bir düşkırıklığı yaratan bir film. Filmi izlerken, bizim Sivas’ı düşünmemek olanaksız. Kaan Müjdeci’nin o biraz küçümsediğimiz filmi, aslında içerdiği sadelik ve gerçeklik duygusuyla bu abartılmış filmden çok daha saygın bir yerde duruyordu. Bunu da itiraf edelim!.. 

 

Başarılamamış bir proje

ÇALSIN SAZLAR      X  1/5

Yönetim ve senaryo: Nesli Çölgeçen
Görüntü: Aydın Sarıoğlu
Müzik: Nadir Göktürk
Oyuncular: Engin Hepileri, Belçim Bilgin, Caner Cindoruk, Can Kolukısa, Serhat Özcan, Nil Günal, Deniz Özerman, Devrim Yakut, Sarp Çölgeçen/ Plan Prodüksiyon filmi

 

Türk sinemasının şu yıl içindeki geriye bakışı sırasında özellikle Züğürt Ağa ile anılan, ama ayrıca Kardeşim Benim ve Selamsız Bandosu ile de akıllara gelen Nesli Çölgeçen, 2010’da Denizden Gelen’le farkedilen bir dönüş yapmıştı. Bu nedenlerle, Çalsın Sazlar merak ve umutla beklediğimiz bir filmdi. Ne yazık ki bekleneni verdiği söylenemez.

Bu iddialı film birkaç şeyi birden başarmaya çalışıyor. Biri eski İstanbul’dan –özellikle 60-70’li yıllardan- ve onun artık yitip gitmeye yüz tutmuş mahalle yaşamından bir kesit vermek. Biraz da eski Yeşilçam’a saygı duruşunda bulunarak..

Bir diğeri, bir aşk üçgenini anlatmak... Kahramanları Rum kökenli, tıpkı babası gibi ‘Barba’ diye çağrılan bir meyhaneci, onun çapkın, alkolik ve hinoğlu hin klarnetçisi Mahir ve de gece hayatına yeni atılan, işveli ve yetenekli şarkıcı Yasemin olan...

Ama yazar-yönetmen, ayrıca son dönemde birkaç yabancı filmde gördüğümüz gibi, bu ilişkiyi iki ayrı zaman dilimi içinde, 40 küsur yıl öncesiyle bugün arasına yaymaya ve iki dönemi koşut biçimde anlatmaya sıvanıyor. Bununla da yetinmeyerek, hikayeyi ayrıca bu döneme damgasını vuran gelişmelerden biri olan ve 6-7 Eylül 1955 olayları, Kıbrıs çıkarması, 1964 ve 74’de Rumları İstanbul’dan kovmamız vb. olaylarla içiçe vermeye kalkışıyor.

Ama Çölgeçen’i üzmek pahasına söylemeliyim ki, bu kadarına soluğu yetmiyor. Çölgeçen, anılan filmlerden bilindiği gibi yetenekli bir sinemacı. Ama belki Yavuz Turgul veya Çağan Irmak’ın elinde biryerlere varabilecek olan hikaye, burada yürümüyor.

Senaryo boşluklar veya tekrarlarla dolu. Örneği üç ana kişinin gerçek karakterleri birtürlü belirmezken, üçü arasında Mahir’in kıskançlığı ve saplantısının odak noktasında olduğu sahneler sanki sonsuza dek tekrarlanıyor. Bir gizemin açıklandığı final ise doyurucu değil.

Belki en önemlisi, filmde eksik olan sinema duygusu. Ki onun yerini tipik bir TV dizisi estetiği almış... Örneğin o pavyon sahneleri, küçücük bir mekanda hiç hayata geçmiyor, hep mizansen kokuyor. Hiçbir ‘müşteri’ karaktere dönüşmüyor, kamera hareketleri yok gibi (ki onlar sinemanın esaslarından biridir). Hep yakın planlarla, tam bir dizi estetiği yaratılmış. Lüfi Akad’ın yakın zamanda yeniden izleyip bayıldığım Vesikalı Yarim’inden neredeyse yarım yüzyıl sonra ona bile erişememek nasıl oluyor?

Benzer şeyler, sokak sahneleri için de söylenebilir. Genel çekimlerin, figürasyonun ve anlaşılan rahat bir bütçenin eksikliğiyle, sokakta sadece hep o ayni mahalle bekçisinden başkası yok gibi!..

Bu eksiklerin içinde, oyuncular da harcanıp gidiyor. Ben yine de Engin Hepileri’nin İngiliz centilmeniyle Rum meyhaneci arasında duraksayan fiziğiyle yarattığı karakteri sevdim. Bir de, bunca yıl sonra biraz nüanslı bir karaktere hayat veren emektar Can Kolukısa’yı... Bu filmden gerçek anlamda geriye kalan şeylerse, ne yazık ki fazla değil.       

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"