30 Ağustos 2022

ABD'nin feminizm geçmişi ve unutulmuş bir şarkıcı

Özellikle iki tür seyirci tarafından görülmesi gereken bir film: kadınlar ve müzikseverler

BEN KADINIM

X X X

(I Am Woman)

Yönetmen: Unjoo Moon
Senaryo: Emma Jensen
Görüntü: Dion Beebe
Müzik: Rafael May
Oyuncular: Tilda Cobham-Hervey, Evan Peters, Danielle Macdonald, Chris Parnell, Matty Cardarople, Damien Strouthos, Dusty Sorg

Avustralya yapımı, 2019.

Bize dek ulaşmamış üç yıllık bu filmi Digiturk'de keşfettim, ve hayli ilgimi çekti. Hele hayatını anlattığı ve çoktan unutulmuş Helen Reddy adlı şarkıcının bir albümünü evimdeki zengin CD koleksiyonunda bulup dinleyince ve hikâyesini de öğrenince... Kuşkusuz hatırlanması gereken bir hatun. Ve özellikle iki tür seyirci tarafından görülmesi gereken bir film: kadınlar ve müzikseverler.

1941 Avustralya doğumlu Helen Reddy illa da şarkıcı olmayı kafasına koymuştur; çocukluğundan başlayarak... Onun için kapağı ABD'ye atar. 60'ların sonu ve 70'li yıllarda pop müzik kadar ülkedeki kadın eylemleri zirvededir. O da önce Mercury, sonra Capitol gibi şirketlere başvurur. Özellikle iki kişinin desteğiyle: tombiş müzik hastası Lillian ve müziği sevse de asıl yolunu menajerlikte arayan yakışıklı Jeff Wald.

Lillian zaten hazırladığı ve sonunda yayınladığı Rock Ansiklopedisi ile bu alanda bir zirve olacaktır. Ki ona da "Kadın hareketinin gayri resmi marşını yazan kişi" unvanı verilir. Jeff ise Helen'in gönlünü çalıp onunla evlenecek, iki çocuğuna babalık edecek ve kendi alanındaki hırsına karısını üne kavuşturma çabasını da katacaktır.

Sonunda efsanevi Capitol şirketi ikna edilir ve ilk şarkı doğar. Bu kendi bestesi olan I Am Woman şarkısıdır. Yumuşaklıkla dikbaşlılığı, romansla bir feminist bildiriyi harman eden bir şarkı. "I Am Strong / I Am Invincible / I Am Woman" diye başlayıp giden sözleri de tam güne uymaktadır. Çünkü ülkede kadın cephesi kaynamaktadır. "Sisters Unite - Kızkardeşler, Birleşin" mesajları yükselmekte, tüm eyaletlerdeki sokaklarda kadın-erkek eşitliğinin sağlanması için eylemler yapılmaktadır.

Ve şarkı sonunda o ünlü 'best selling' listesine girer; giderek ilk sıraya da yerleşir. Yıl sonundaki anketlerde Aretha Franklin, Barbra Streisand, Caryl Simon gibi adları geçerek en iyi kadın şarkıcı da seçilir.

Ama 70'lerde gelen bu başarı özel hayatına aynı biçimde yansımaz. Kocasıyla sürekli kavga hâli, onun uyuşturucu düşkünlüğüyle birleşerek evliliklerini paramparça eder. Can dostu, baş (ve tek) kankası Lillian ise, hem de onun en büyük konserini verdiği gece, şişmanlıkla astımın birleşimi olan bir akibete doğru adım atar. 2014'lerde dönüş yapan Helen ise 2000 yılında hayata veda edecektir. Filmin ABD'de gösteriminden birkaç ay sonra...

Film çeşitli açılardan ilginç. Bir kez bizlere unutulmuş, ama otantik bir sanatçıyı tanıtıyor. Tüm o dönemde ABD'deki kadın eylemlerini ve adına özetle Eşit Haklar Değişikliği denen eylemin tarihçesini de yerli yerinde olarak anıyor. Yeterince eyalette kabul edilmediği için yıllarca süren bir olay... Ki bugün bile dev ülkede kadın için kürtaj hakkının hâlâ tartışıldığı bilinince...

Kimileri bir düzineye ulaşan müzisyenin katıldığı konser sahneleri başarılı. Gerçi ses gerçekten Helen'in değil; yine Avustralyalı şarkıcı Chelsea Cullen'ın imiş. Ama ziyanı yok... Bence yeterince benzeşen iki ses ve yorum olmuş.

Oyuncuları hiç tanımıyoruz. Helen'i canlandıran Tilda Cobham-Hervey, işin altından çok iyi kalkmış. Hafif Audrey Hepburn haliyle... (Gerçi onun kadar güzel değil!). Kocası Evan Peters, içinde melekle şeytanı birlikte taşıyan erkeği iyi canlandırmış. Kanka Lillian'da Danielle Macdonald, tombişliğini bir koz haline getirerek sağlam bir karakter yaratmış.

İlk önemli filmini yöneten Unjoo Moon da işini iyi becermiş. Kameranın ardındaki Dion Beebe ise zaten filmdeki tek gerçek şöhret... Özellikle bir dönemin ustası yönetmen Rob Marshall'ın filmlerini çekmişti: Chicago, Nine, İn the Woods - Sihirli Orman gibi... Arada Memoirs of A Geisha (2005) filmiyle bir de Oscar'ı var.


Not: Bu önemli günde tüm okurlarımın eşsiz Zafer Bayramı'nı kutluyorum.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Sonbaharda Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adıyla yeni kitabı okurla buluşacak. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

Yazarın Diğer Yazıları

Kürt sorunu üzerine eski bir yazım

Her gün gözünü ölüm haberleriyle açan bir toplumda, bizim şehitlerimizin onlu sayılarda, onların ölümlerininse yüzlü sayılarda olmasını bize bir teselli diye sunuyorsunuz. Yarın onlarınkiler binlere, bizimkilerse yüzlere tırmandığında da aynı şeyi mi yapacaksınız?

Popüler bir Marvel serisinin sonuncu filmi

Venom: Son Dans filminde aile, üstün zekâ canavarları yener. Böylece filmin bu bölümleri biraz komediye kayar. Kara komedi de denilebilecek...

Atamızın biraz gölgede kalmış bir yanını keşfetmek

Ertan Saban belki Mustafa Kemal’i en iyi canlandıran oyuncumuz olmayabilir. Ama ona öylesine bir canlılık, öylesine bir ‘halkın içinden olma’ özelliği getirir ki... Helal olsun!.. Sanki Ata’mızı bizlere farklı bir boyutla, daha da sevdirir

"
"