19 Nisan 2024

ABD'deki hayali bir savaşın korkunçluğu tam şu günlere denk düşüyor

Dünyamızın savaş denen korkunç olaya sayısız ülkede esir düştüğü şugünlerde, bu film önemli bir eleştiri sayılabilir

İÇ SAVAŞ

X X X X

(Civil War)

Yönetmen ve senaryo: Alex Garland
Görüntü: Rob Hardy
Müzik: Geoff Barrow, Ben Salisbury
Oyuncular: Kirsten Dunst, Wagner Moura, Cailee Spaeny, Stephen McKinley Henderson, Sonoya Mizuno, Nick Offerman, Nelson Lee, Jefferson White, Evan Lai, Vince Pisani, Justin James Boykin

A24 (Amerikan) filmi/ 2024

Amerikan tarihi iç savaş denen şeyi ve koca bir ülkenin ikiye bölünmesinin dramını yaşadı. Ama bu distopya ya da fantezi örneği yeni film, o döneme yeniden dönüyor değil. Tersine, belirli olmayan bir dönemde, Texas'tan California'ya ülkenin çok geniş bir yöresinin Washington'a, yani başkente karşı birleşip silahlanmasını ve başkanlarını kovmayı denemesini anlatıyor.

Biz de önce onu tanıyoruz. Bir zafer nutkunun provasını yapıyor. Ve provada bile, çıkan isyanın korkunçluğunu belirterek o klasik lafı ediyor: God Bless America (Tanrı Amerika'yı Korusun)... Sonrasında olayı dört kişilik bir ekibin gözleriyle izleriz. Film boyunca kaderin, üzerinde Press (Basın) yazılı konforlu bir minibüste bir araya getirdiği... Öncelikle filmin birçok açıdan baş karakteri, amansız fotoğrafçı ve alabildiğine yürekli bir kadın olan Lee Smith... Onun yol boyu -yani New York'tan Washington DC'ye- yolculuk ettiği minibüsün genç ve sempatik şoförü Joel... Basın fotoğrafçılığı mesleğine yeni atılmış, Lee ile aralarında kızgınlıktan sevgiye zengin ilişkiler bulunan genç gazeteci kız Jesse... Ve de New York Times'ı temsil eden deneyimli ve hayli tombiş Sammy... Bu dördünün macerası tüm filmin belkemiğidir. Bir ara şoför şöyle der: "Arka koltuk hem ana okulu, hem de huzurevi oldu!" Arkada oturan Jesse ve Sammy'yi kastederek...

Başkanla bir röportaj yapmak için yola çıkan ekibimiz o inanılmaz gazetecilik, daha da çok fotoğrafçılık tutkularıyla bizi şaşırtırlar. Üstelik o eski model Nikon kameralarıyla; siyah-beyaz resimleriyle, yolda durup onları banyo ederek... Arada Lee kendi resimlerine bakarken, bize "çekilmiş 30 resimden ancak birinin iyi fotoğraf sayılacağını" da söyler.

Böylece tam 1370 kilometrelik bir yol alınır. Ama nasıl!... Yol boyu yıkık şehirler, çökmüş yapılar, alevler içindeki ormanlar... ABD'yi bir baştan öbürüne tam bir felaketler silsilesi sarmış gibidir. Sonunda nasılsa tertemiz bir kasabaya gelirler. Öylesine ki Lee ve Jessie kendilerine birer elbise bile satın alırlar. Ama hemen sonrasında o "sakin kent"in çatılarında bile silahlı infazcıların yer tuttuğunu görmesinler mi?

Öyle korkunç sahneler gelir ki sonra... Kamyonlar dolusu cesedin çukurlara dökülmesi ve Jessie'nin gözlerini onların arasında açması... Bu ve hemen sonraki sahnede görülen yüzlerdeki o tarifsiz dehşet, belki sinemada yapılagelmiş en etkileyici anti-war (savaş-karşıtı) sahneler arasında yer alabilir. Filmin müziği de ilginçtir. Zaman zaman uzun bir sessizlik; sonra birden gelen müzik... Arada birden duyulan bir-iki country şarkı. Tam yerinde kullanılmış...

Ve elbette oyuncular. Başta Lee rolünde Kirsten Dunst. Bir dönemin tanınmış oyuncusu; ama uzun zamandır görmediğimiz... Bir dönemde İstanbul'a geldiğini ve onunla bir söyleşi yaptığımızı hatırlıyorum. Ayrıca Jesse'de Callee Spaeny, fedakâr Sammy'de Stephen McKinley Henderson, başkanda Nick Offerman... En sona bıraktık ama, yazar-yönetmen Alex Garland'ın bu alışılmadık filme kazandırdığı sinemasal değer. Ve yanı başında Rob Hardy'nin görüntüleri. Hepsinin birbirini tamamladığı açık...

Bu filmin ABD ile hemen aynı günlerde gösterime çıktığını ve ülkesindeki ilk günler hasılatının sürpriz biçimde yüksek olduğunu da belirteyim. Ayrıca dünyamızın savaş denen korkunç olaya sayısız ülkede esir düştüğü şugünlerde, bu film önemli bir eleştiri de sayılabilir.

İKSV'nin görkemli galası

Yaklaşan İstanbul Film Festivali'nin galası geçen Salı akşamı Cemal Reşit Rey salonunda yapıldı. Öylesine güzel bir gece, o denli iyi bir organizasyondu ki... Onur ödülleri alan yuncu Meral Orhonsay ve yazar-yönetmen Engin Ayça'yı ben de gönülden kutlarım.

Dorsay törende Engin Ayça'yla
Meral Orhonsay sahnede

Tüm geçmiş yılın yitirdiğimiz Türk ve dünya sinemacılarını portreleriyle anmak; bu yılki festivalin tüm filmlerini topluca ve usta bir mekanizmle hatırlatmak... Ve sonunda festivalden seçilen güzel bir filmi, son Richand Lnklater yapıtını sunmak...

Törende Merve Dizdar'la

O büyük fuayede ve salonda o kadar çok tanıdık simayla karşılaştım ki... Hepsinin adlarını anımsayamadım: yaşlılığın bir sonucu!... Ama hepsini kucakladım. Ve birçok gençten gelen iltifatlar, birlikte resim çektirme istekleri beni ayrıca çok mutlu etti. Bu güzel gece için, başta festival yöneticisi Kerem Ayan olmak üzere herkesi kutlarım.

Engin Ayça ve görüntü ustası Çetin Tunca

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tenis, rekabet, cinsellik ve eşcinsellik

Filmin cinsellikle eşcinselliği birleştirdiği, giderek sinemada sporla seksi inceliklerle sunan filmlerin başına geçtiği açık

Sinemanın unutulmuş bir yan dalına görkemli dalış

Dublör, belki biraz fazla uzun; ama görmeye değer bir yapım