04 Haziran 2016

A Bigger Splash: Bir Akdeniz adasında şehvet ve trajedi

Trust: Soygun filmlerinin dip noktası

SEN BENİMSİN                 X  X
(A Bigger Splash)

Yönetmen: Luca Guadagnino
Senaryo: David Kajganich
Görüntü: Yorick LeSau
Oyuncular: Ralph Fiennes, Tilda Swinton, Matthias Schoenaerts, Dakota Johnson, Aurore Clement, Lily McMenamy
İtalyan-Fransız yapımı.   

 

 

   Aslında bir başyapıt olmasa da sinefil anılarımızda hoş bir anı bırakmış olan bir filmin, yıllar sonra çıkagelen ve o anıların üzerinden sanki tankla geçen bu yeni yorumuna nasıl bakmalı?

   Evet, Jacques Deray adlı belki ticari, ama son derece Fransız kalmasını bilen yönetmenin 1967’de çektiği La Piscine-Yüzme Havuzu filmi, bizde Sen Benimsin diye oynamıştı. Ve dönemin parlak Fransız sinemasının Alain Delon, Maurice Ronet, Romy Schneider ve Jane Birkin’den oluşan dörtlüsüne dayalı bir aşk, tutku ve gerilim filmiydi. Bizleri hayli  etkileyen…

   1973 yılında filmin bir İngiliz uyarlaması yapıldı: A Bigger Splash adıyla… Kaynakların en çok ‘aşırı erkek çıplaklığı’yla nitelediği film hiç iz bırakmadan geçip gitti. Film kılavuzlarına bile giremeden…

   Ve şimdi, o filmin adıyla yeni bir yorum geliyor. İtalyan yönetmeni, birçok kısa ve belgeselden sonra 2005’ten itibaren Melissa P, I Am Love- Ben Aşkım ve de bu filmiyle hayli cüretkar konulara el atmayı sevdiğini gösteren Luca Guadagnino’nun yönettiği. Ama yine başarının yanına pek yaklaşamadan…

   Film İtalyan sahillerinin turistik Pantelleria adasında tatil geçirmeye gelen ‘rock yıldızı’ Marianne ve yakışıklı sevgilisi Paul’un öyküsü. Aslında tümüyle turist istilasına uğramamış bu sakin volkanik adada aşıkların sakin tatili, birden çıkıp gelen zengin işadamı, Marianne’ın da eski sevgilisi Harry ve gencecık kızı Penelope tarafından bozuluyor. Harry eski aşkına yeniden sahip olmayı denerken, genç kız yaşının tüm tutkusu içinde Paul’u baştan çıkarmayı deniyor.

   Bu tutku öyküsü o Fransız filminde ne denli inandırıcı ve de kışkırtıcıydı!.. Burada da kışkırtıcılık yok değil. Özellikle yarım yüzyıl sonra, günümüzün daha da özgürleşmiş ahlakıyla çıplaklığa ve cinselliğe yaslanma açısından… Başta Ralph Fiennes tüm oyuncular, rollerinin gereği soyunmaktan ve bedenlerini sergilemekten kaçınmamışlar.

   Hadi, Grinin 50 Tonu’ndan çıkıp gelmiş bir Dakota Johnson için bu çocuk oyuncağı. Ama Fiennes ve Swinton gibi yaşını-başını almış ödüllü, saygın oyuncular için kolay mı?

   Ama elbette bu ‘fedakarlık’ yetmiyor, filmi kurtarmaya… Çünkü  inandırıcı bir dramatik yapı yok. Olması da zor; siz Tilda Swinton’u bir rock şarkıcısı olarak kabul edebilir misiniz?

    Hele o ve de diğerleri müzik/konser sahnelerinde öylesine yetersiz, hatta garip sesler çıkarırken? Ve örneğin Nat King Cole’un ölümsüz Unforgettable şarkısını katlederken?

   Bu tuhaf film, yoğun cinselliğin yanısıra aynı derecede yoğun bir psikolojik malzeme içeren hikayenin üzerinden sanki kayıp gidiyor. Ve kimi zaman nostaljiye teslim olup “nerede o eski filmler!” diyenlere sanki hak verdiriyor.

 

Trust: Soygun filmlerinin dip noktası

 

VURGUN    X  ½
(Trust)

Yönetmen: Alex Brewer, Benjamin Brewer
Senaryo: B. Brewer, Adam Hirsch
Görüntü: Sean Porter
Müzik: Reza Safinia
Oyuncular: Nicolas Cage, Elijah Wood, Sky Ferreira, Eric Heister, Ethan Suplee, Steven Williams, Jerry Lewis
Amerikan filmi

 

   Baştan söyleyeyim: son dönemde izlerken en çok sıkıldığım filmlerden biri oldu bu… Türk usulü sanat ve korku filmleri de dahil. Az başarı değil!

   Elbette göz attığım kimi (yabancı) eleştirmenler hoşgörüyle yaklaşıyor olabilir. Perdenin yeni ‘kardeş sinemacıları’ olmaya aday Brewer’ların ‘zeka pırıltısı’ndan, Nicolas Cage’in büyük bir rahatlıkla sırtına geçirdiği ‘yozlaşmış polis’ kişiliğinin inandırıcılığndan, diyaloglardaki mizahtan söz edenler olabilir. Hatta tam 90 yaşındaki unutulmaz komedi dehası Jerry Lewis’i ‘Cage’in babası’ olarak geri döndürmeyi övenler de var.

   Ama ben, tanınmış bir eleştirmen olsam da, temel ölçüm şudur: film beni oyalamalı, perdeye bağlamalı. En azından içim sıkılmamalı, sürekli oflayıp puflamamalıyım.

  Oysa bu film sadece 90 dakika olduğu halde, zaman geçmek bilmiyor. Ben ki polisiye hastasıyım, kara-filme bayılırım, her akşam  bir Amerikan polisiye TV dizisi izlemeden yatamam… Ama ‘entel’ bir yaklaşım deneyeyim derken böylesine ağır, ruhsuz ve tekdüze olmuş bir filmi nasıl, niçin bağrıma basayım?

   Biri deneyimli, öteki tıfıl (onu da Yüzüklerin Efendisi’nin Elijah Wood’u oynuyor) iki polisin, yaşlısının baskısıyla bir soyguna girişmelerinin öyküsü bu… Ama öyle bir soygun ki, ne amacı, yani nerenin soyulup ne çalınacağı belli. Ne de uzun uzun gösterilen soygunun teknik detaylarından bir şey anlamak mümkün…

   Geriye ne kalıyor? Mizahsa, bana hiç geçmedi. Gerilimse, yok gibi. Elbette finalde o eskimez ders, yani ‘iyi bilmediğin kişilerle yola çıkma’ öğüdü yine hatırlanıyor: öykünün gelip saplandığı trajik sonuçla… Ama değer mi?

   Jerry Lewis meselesine gelince… Kimsenin yaşadığını bile bilmediği o ikon sanatçıyı, o yaşında ikna edip oynatmak kuşkusuz bir başarı. Ama sadece iki kez ve toplam iki-üç dakikalık bir rolle bu fırsatı böylesine heba etmek..Yuh olsun hepinize!...

 

HAFTANIN YILDIZ TABLOSU

 

WARCRAFT                                    X  X  X  X  X

RÜZGARIN OĞLU                          X  X  X  X

HİTCHCOCK/TRUFFAUT              X  X  X  X

SONSUZLUK  TEORİSİ                  X  X  X  ½

PARA TUZAĞI                                 X  X  X

DEHŞET TRENİ                               X  X X

KAPTAN AMERİCA                        X  X  X

KRONİK                                            X  X  X

ÇÖL RRALİÇESİ                               X  X  X

SEN BENİMSİN                                 X  X

ALİS: AYNANIN İÇİNDEN                        X  X

VURGUN                                                          X ½

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"