30 Haziran 2019

Saygı duyuyorum ama!

"Toplum içinde saygının olabilmesi için farklı insanların beraberce ahenkle yaşayabilmesi, beraber iş üretebilmesi, eğlenebilmesi gerekir"

“Çoğu açlıklar gibi, saygı kıtlığı da insan yapımıdır. Yiyeceğin aksine saygının hiçbir maliyeti de yoktur. O zaman niçin saygı bu kadar kıt olsun ki?”

Richard Sennett, girişte bir cümlesini alıntıladığım “Saygı” kitabında ancak karşımızdakinin kim olduğunu bilmenin ve bunu önemsemenin saygıyı inşa edebileceğinin altını çizer. 

Sosyal medyada da yazılan çizilenlere gelen olumsuz cevaplar çoğunlukla iki türlü oluyor. İlkinde aşağılayıcı, küçük düşürücü ve saygısız ifadeler kimi zaman küfürler yer alıyor ve bunlar çoğunlukla karşındakinin de senin gibi bir insan olduğunu hiçe sayarak yazılanlardır diyebiliriz. Ancak hiç kötü kelime kullanmadan başkasına yaralayıcı davranmak da mümkün olabiliyor. Sennett kitabında bunu da açıklıyor: “Saygının yokluğu, açıkça yapılan bir hakarete nazaran daha az saldırgan olsa da, aynı derecede yaralayıcı bir hal alabilir. Örneğin, karşıdaki insana hakaret edilmiyordur ama onun bir insan olarak varlığı da tanınmıyordur: Bu kişi, varlığı önem arz eden tam bir insan olarak görülmüyordur.” Bazı zamanlarda ise aynı fikirde olmadığımızı belirtmek için cümleye “Saygı duyuyorum ama” diye başlanıyor. Saygı duyuyorum ama cümlesini duyduğum zaman benim aklıma sadece bir soru geliyor:  “Saygı duyduğumuzu söylediğimiz zamanlar da aslında hiç saygı duymuyor olabilir miyiz?” 

Bir dönem “Etkili İletişim” alanında dersler ve konuşmalar çok popüler olmuştu. Bir iletişimci olduğumdan bu konuları anlatmaya çağrıldığımda iletişimin karşılıklılık gerektirdiğini aynı Sennett’in söylediği gibi bir karşındakini tanıma gerektirdiğini anlatıyordum. Kulağa çok kolay gibi gelen, sınavda çıksa hemen cevaplanabilecek gibi duran ama uygulaması çok zor olan konular bunlar. Etkili iletişim için iyi bir dinleyici olmalıyız, ön yargıların tuzağına kapılmamalıyız gibi cümleler kurduğumuzda son derece basit ve kolaylıkla uygulanabilirmiş gibi duruyor oysa değil. 

Sanatçı Bruno Catalano, bir süredir vücudunun yarısı olmayan insanların heykellerini yapıyor. Fransız heykeltıraş bu vücutlarının belli bölümleri olmayan insanları “Gezginler” olarak tanımlıyor.

Sanatçıya sorulduğunda bu heykellerin özgür ruhları, valizi elinde dolaşan ve gittiği her yeri evi gibi benimseyen insanları ve en önemlisi hala bazı parçaları eksik, kendini gerçekleştirmeye çalışan kişileri simgelediğini söylüyor. Oysa bu kendini eksik gören, kendini gerçekleştirmeye çalışan insan tanımı bana hep Richard Sennett’in yazdıklarını düşündürüyor. Çünkü kişi kendisini eksik ve yetersiz gördüğünde kendisine saygı duymaz ve kendisine saygı duymayan insanın bir başkasına saygı duyabilmesi de mümkün değildir. 

Bu heykellerde bazı eksik yanların bırakılmış olması aslında bize konu hakkında söz söyleyebilme olanağını da kolayca tanıyor. Bana kalırsa heykeller bir yandan şairin dediği gibi “gitmekle gitmiş olmazsın, gönlün kalır, anıların kalır, aklın kalır” dizelerine vücut oluyor bir yandan da insanda eksik olan, varmış gibi görünen ama olmayan her şeyi simgeliyor. Sanırım saygı da bu her şeyden biri. 

Birisi bana ya da bir başkasına “saygı duyarım o senin/onun görüşü tabii” dediği zaman aslında kendisine söylenileni dinlemediğini, sadece cevap vermek için dinlemeyi yani aslında işitmeyi sürdürdüğünü düşünüyorum. Oysa karşındakini dinlemek, sadece ona cevap vermek amacıyla değil ama onu duymak, onu anlamak için dinlemek ne kadar kıymetli. 

Bu hafta seçimlerin ardından gelen sosyal medya yorumlarına baktım. Örneğin bir fotoğraf karesine yapılan yorum “tesettür ve içki aynı karede, içim sızladı”  özellikle dikkatimi çekti. Oysa sorsanız, içki içen birinden bahsetseniz bu yorumu yapan kişiye, belki “saygı duyarım” diye başlayacak cümleye.

Oysa Sennett’a göre saygının mümkün olabilmesi için tam da yukarıda bahsettiğim kareye ihtiyaç vardır. Toplum içinde saygının olabilmesi için farklı insanların beraberce ahenkle yaşayabilmesi, beraber iş üretebilmesi, eğlenebilmesi gerekir. 

Yanlış anlaşılmasın. Bahsettiğim Goodfellas filminde, çocukların gangsterin annesinin torbalarını saygıdan taşımaları gibi korkudan beslenen bir saygı değil. Daha çok Remember the Titans filmindeki cümle gibi: “birbirimizi sevmek zorunda değil ama birbirimize saygı duyarak var olabiliriz”. Önemli olan ise bu cümlenin sadece bir cümle olarak kalmaması, asıl zorluk orada başlıyor. 

Yazarın Diğer Yazıları

Yas günlüğü: Babama mektup

Yazılmamış mektuplar, yarım kalan duyguların sessiz tanığıdır. Söyleyemediklerimizi yazmak, hem geçmişe hem kendimize bir armağan olabilir. Peki sizin yazılmamış mektuplarınız var mı?

Çöküş

Aydınlatmayacak olsa bile, aydınlığı seçmek ahlaki bir direniştir

Paylaşılamayan mutluluk ve performatif mutsuzluk

Biz neden mutluluğumuzu paylaşmak yerine mutsuzluğumuzu yarıştırmayı tercih ediyoruz?

"
"