14 Ağustos 2024

Sporda başarısızlığın acı gerçekleri

Ya siyasi iktidarın arka bahçesi ya da (futbolda yakın zamanda yaşandığı gibi) mafyanın oyun bahçesi olma dışında, spor yönetimlerinde demokratik ve meşru bir seçenek tanınmayan sistemden ülkeye fayda gelmez


Bu yıl Paris’te düzenlenen dünyanın en büyük ve en prestijli spor organizasyonu kabul edilen olimpiyat oyunları yeni tamamlandı.

Çok uzun yıllardır ilk defa ülke olarak hiçbir branşta altın madalya kazanamadık. 3 gümüş 5 bronz madalya ile dünya sıralamasında 64. olduk.

Güya ülke olarak spora çok büyük yatırımlar yapıyoruz.

Sporda başarılı olmak ve bu yolla ülkemizin dünyadaki prestijini yukarıya çekmek uzun süredir hükümet politikası.

Üstelik olimpiyatlarda madalya kazananlara en yüksek maddi ödül veren ülkelerden biriyiz. Hong Kong ve Singapur gibi çok küçük iki ülkeden sonra madalyaya en yüksek ödülü dünyada biz veriyoruz.

Buna rağmen ve 85 milyonluk nüfusumuza oranla, sanırım dünyada sporda en başarısız ülkelerin başındayız.

Okçuluk ve atıcılık dışında başarılı olduğumuz hiçbir spor branşı yok.

Güreş, boks, taekwondo, halter gibi geleneksel olarak madalyalar aldığımız ve işin esası Dünya ölçeğinde artık pek fazla kimsenin önemsemediği ve popülerliğini kaybeden dövüş ve güç-kuvvet sporlarında bile çok başarısız durumdayız.

Gerek popüler takım sporlarında (basketbol, futbol, voleybol gibi), gerek atletizm gibi popüler bireysel sporlarda (kadın voleybol gibi istisnalar dışında), ya katılım bile sağlayamıyoruz ya da madalyaya çok uzağız.

Üstelik halter ve atletizm gibi bazı alanlarda doping sicilimiz dünyaya rezil olacak kadar kötü.

Olimpiyat madalya sıralamasında komşularımız Bulgaristan, Gürcistan, İran ve Yunanistan bizden bariz ileride.

Basketbol ve voleybol örnekleri

Örneğin ülkede gerek kamu kaynaklarından gerekse özel sektörden en çok yatırım yapılan ve en popüler olan iki spor olan futbol ve basketbolda hem erkeklerde hem de kadınlarda Olimpiyatlara katılım bile sağlayamadık. Katılım elemelerini bile geçemedik.

Şu anda ülkedeki erkek çocukların ve gençlerin onda dokuzunun oynamaya çalıştığı basketbol gibi bir sporda Avrupa’nın en vasat takımlarına bile yeniliyoruz.

Bu sporda ülke olarak bu kadar başarısız olduğumuz bir dönem hatırlamıyorum.

Federasyon başkanı hükümet yandaşı olunca kimse hesap soramıyor sanırım.

Üstelik daha geçen olimpiyatlarda bile madalya kovaladığımız bir sporken.

Jimnastik de aynı şekilde.

Geçtiğimiz yıllarda ciddi bir seviyeye ulaştığımız bu sporda bir anda niçin yok olduk?

Kadın voleybola gelirsek.

Toplumda çok büyük ilgi var.

Ciddi yatırım da var.

Kız çocuklarına rol model olan çok başarılı ve yetenekli oyuncular var.

Üstelik dünyanın en iyi smaçörlerinden (belki de en iyisi) birini de yapay yoldan “devşirmiş” durumdayız.

(“Yapay devşirme” diyorum, çünkü batılı ülkeler üstün yetenekli yabancı sporcuları keşfedince küçük yaştan getirip ülkesinin kültürüne adapte ederken, Vargas’ın daha kendisini normal ifade edecek kadar bile Türkçe bilmediğini maçlar sonrasında kendisine mikrofon uzatılmamasından anlıyoruz!)

Bu takım daha 1 sene önce dünyada bir numaraya kadar yükselmişti.

Ne oldu da bu kadar kısa sürede ve üstelik olimpiyatlarda normal seviyelerinin çok altında kaldılar?

En önemli maçlar öncesi bu kadar fazla sakatlık olması normal mi?

Olimpiyatlar gibi en önemli sınavda ilk 6’daki iki sporcunun (Hande ve Ebrar) hemen her önemli maçta set başına 4-5 manşet hatası yapması bu seviyeler için çok anormal değil mi?

Teknik ekibin bu sporcuları hazırlayamaması mı daha vahim? Bu oyuncuları ısrarla oynatmaları mı?

Dünyanın belki de en iyi pasör çaprazı ve en iyi orta oyuncularından ikisine sahip takım madalya alamadı.

Daha da vahimi, İtalya ile oynan yarı final maçında ve Brezilya ile oynanan 3. lük maçının son setinde takımın psikolojik olarak kazanacağına hiç inanmadığı çok belliydi. İnanç da bitmişti, hırs da.

Başarısız olunca suçu hakemlere atma kolaycılığı

Başarısızlığın faturasını hakemlere çıkarmak ise sanırım gelişmemiş ülke olmanın göstergesi.

Neymiş Türklerin başarısını kıskandıkları için ve Türk düşmanlığı nedeniyle hakemler madalyamızı çalmış!

Hiçbir Batılı gelişmiş ülke sporcusu ve antrenöründen bu bahaneleri duyamazsınız.

Üstelik bu bahanelere sığınanların kaybettikleri rakipleri İranlı ve Çinli.

Hadi Fransız, İngiliz veya ABD’liye karşı yenilseler, bir derece.

Ama el insaf.

Batılı hakemler önyargılı olacaksa herhalde bizden önce İran veya Çin’e karşı önyargılı olur.

İran’ın dünya kamuoyundaki kötü itibarı malum.

Çin’in ise çok fazla madalya alması genelde pek sempatik karşılanmıyor.

Çin gibi otoriter yönetimlerin Ülke prestijini yükseltmek için “robotik” sporcular yetiştirmesi pek takdire şayan görülmüyor.

Yani dünyada hakemlerin bize oranla daha fazla önyargılı olacağı iki ülke say desek herhalde ilk önce İran ve Çin sayılır!

Kadınlar boksta Çakıroğlu’nun final maçında taktik hata yapan antrenör, maçı kaybedince hakemlere ve uluslararası federasyona çatarak, kendisini olmayacak durumlara düşürdü.

Hakemler ne yapsaydı?

Finalde çok daha fazla sayıda net yumruk atan Çinli sporcunun elini mi tutsalardı?

Oysa çeyrek ve yarı final maçında rakibe mesafesini çok iyi koruyarak müthiş maçlar çıkaran çok yetenekli sporcumuza finalde açıktan saldırma yerine daha akıllıca taktikler verse ve işini iyi yapsa bu durumlara düşmeyecekti.

Siyasi baskı mı? Mafya yönetimi mi? Kırk katır mı? Kırk satır mı?

Sonuçta, spor yönetiminde akıl ve bilimin ışığında ve hak edene objektif biçimde yaklaşan bir iktidar gelmediği sürece sporda kalıcı başarı gelmez.

Ya siyasi iktidarın arka bahçesi ya da (futbolda yakın zamanda yaşandığı gibi) mafyanın oyun bahçesi olma dışında, spor yönetimlerinde demokratik ve meşru bir seçenek tanınmayan sistemden ülkeye fayda gelmez.

Siyasi baskının alternatifinin mafyatik ilişkiler ağı olmadığı bir spor yönetimi de yeni siyasi iktidarın öncelikleri arasında olmalı.

Ali D. Ulusoy kimdir?

Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.

Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.

ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.

Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.

Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.

Yazarın Diğer Yazıları

Selçuklular mı Moğollar mı: Kurumları çökertme rehberi

İktidarda olunca "her kaleyi fethedelim!" mantığıyla, işini düzgün yapsa bile, hakim olamadığınız ve emriniz altına girmeyen her kurumu çökertmek zorunda mısınız?

Darbe paranoyası mı Atatürk düşmanlığı mı?

Bir yemin töreninin resmi programı tamamlandıktan sonra Atatürk'e saygı gösterisi olarak ordudaki bir teamülü gerçekleştirmek disiplin suçu veya adli suç teşkil eder mi?

Ceza adaleti nereye?

Ülkede sadece son birkaç hafta içinde yaşanan dört örnek, ceza adaletinin ne kadar çürümekte ve can çekişmekte olduğunu gösteren çok açık kanıtlar

"
"