İki gün önce gerçekleştirilen İstiklal Caddesi terör eylemine ilişkin olarak Sayın İçişleri Bakanı'nın dünkü basın açıklamasında (Bkz.) dikkatimi çeken önemli bir şey oldu.
Sayın Bakan, anılan terör eylemine dair ABD Büyükelçisinin taziyesini kabul etmediklerini ve ABD ile müttefiklik ilişkisinin tartışılması gerektiğini açıkça ifade etmiş.
Ayrıca Sayın Bakan'ın, ABD Büyükelçiliğinin taziyesini "katilin suç mahallini ilk ziyaret edenlerden olmasına" benzeterek, terör eyleminin sorumlusu olarak ABD'yi işaret ettiği anlaşılıyor.
Bu kanıya varmasının nedeninin ise bombayı koyan kişinin Suriye'nin Kürt kontrolündeki Kobani'den geldiği bilgisinden hareketle eylemi PKK'ya mâl etmesi ve ABD'nin Kuzey Suriye'deki ayrılıkçı Kürt yapılanmasına destek ve yardımda bulunması ile bu terör eylemi arasında bağlantı kurması olduğu anlaşılıyor.
Bu arada bu yazının yazıldığı an itibarıyla eylem PKK tarafından üstlenilmemişti. Aksine PKK ve yan kuruluşlarının eylemle ilgileri olmadığını açıkladıklarına ve olayda IŞİD bağlantısı bulunabileceğine dair haberler kamuoyuna yansıdı.
Konumuz sivilleri hedef alan bu kalleşçe saldırının sorumlusunu tartışmak değil.
Buradaki konumuz şu:
Kamu hukuku ve siyaset bilimi açısından mevcut anayasal Başkanlık Sisteminde bir bakanın (İçişleri Bakanı) ülkenin dış politikasını belirleme ve dizayn etme yetkisi var mıdır?
İçişleri Bakanı'nın önemli bir müttefik ülke ile müttefiklik ilişkilerinin sonlandırılması ve müttefik bir ülkenin ülkedeki bir terör olayından ötürü açıkça suçlanması hususunda karar alma, öneride bulunma ve bu hususlarda doğrudan tek başına basın önünde demeç verme yetkisi var mıdır?
Yoksa bu yetki, özellikle yeni anayasal sistemde herhangi bir siyasi görev ve sorumluluğu kalmamış ve salt Cumhurbaşkanının "bürokratı" konumuna indirgenmiş bakan yerine, bizzat seçilmiş Cumhurbaşkanına mı aittir?
Bakanlar artık "devlet sekreteri" mi?
Sorunun yanıtı hukuken çok net.
2017 sonrası yürürlüğe giren yeni anayasal sisteme göre bakanlar artık teknik anlamda gerçek "bakan" (minister) değil; "devlet sekreteri" konumunda. Yani Cumhurbaşkanının "bürokratı" pozisyonunda.
Dolayısıyla bakanların yeni sistemde siyaset belirleme ve siyasi konularda karar alma yetkileri yok.
Çünkü bakanların artık siyasi kimlikleri kalmadı. Salt atanmış bürokrat konumundalar.
Nitekim artık hukuken ortada oy birliği ile karar alan ve her bakanın oy kullandığı ve Yürütme'nin asıl sorumlu kanadı bir Bakanlar Kurulu yok.
Ayrıca bakanlar Parlamentonun onayı ile görevde kalıp (güvenoyu), yine parlamento kararıyla görevden alınamıyor (gensoru).
Bakanları göreve getirme ve görevden almada tek başına yetkili kişi Cumhurbaşkanı.
Dolayısıyla bakanların artık siyasi bir kimliği hukuken kalmadı.
Üstelik bu husus sadece Türkiye'ye özgü bir durum değil.
Başkanlık sisteminin bir özelliği.
O halde kendi görev alanı olan iç güvenlikle doğrudan ilgili bir konu da olsa, İçişleri Bakanı'nın bu yeni anayasal sistemde hem iç politikaya ilişkin olarak hem de –evleviyetle- dış politikayı da doğrudan ilgilendiren bir konuda tek başına politika belirleme ve bunu kamuoyuna deklare etme yetkisi yok.
Aksi durum Cumhurbaşkanının görev ve yetki alanına müdahale anlamına gelir.
Cumhurbaşkanının bilgisi ve onayı var mı?
Bu arada gördüğüm kadarıyla Sayın Bakan anılan basın açıklamasında işbu dış politikaya ilişkin görüşlerini Sayın Cumhurbaşkanının bilgisi ve onayı dahilinde açıkladığını belirtmemiş.
Eğer bu görüşler Sayın Cumhurbaşkanının bilgi ve onayı dahilinde açıklandı ise durum tabii ki değişir.
Cumhurbaşkanının yetki alanına müdahale sorunu olmaz.
Ancak bu olasılıkta bile ortada yine de ciddi bir usul sorunu bulunur.
Zira ABD gibi çok önemli bir müttefike yönelik iddialar ve dış politika açısından çok önemli bir "eksen kayması"nın kamuoyuna açılanması herhalde İçişleri Bakanı tarafından değil, doğrudan Cumhurbaşkanınca veya en azından doğrudan onun bilgi ve onayı dahilinde olduğu açıkça vurgulanarak Dışişleri Bakanı tarafından açıklanması sanırım yerleşik usul ve adaba daha uygun olurdu.
Kaldı ki eğer bu açıklamada dile getirilen görüşler Sayın Cumhurbaşkanı'nın bilgi ve onayı dahilinde ise, bu durumun basın açıklamasında bizzat belirtilmemesi de ayrı bir usul sorunu bence.
Çünkü açıklamayı Cumhurbaşkanı'nın bilgi, onay ve talimatı ile yaptığını belirtmeyen bakan, kamuoyuna sanki tek başına hareket ederek bu görüşleri kendi inisiyatifi ile dile getirmiş imajı vermiş oluyor. En azından böyle bir algı oluşuyor.
Bu durumu asıl yetkili makamı kerhen destek vermeye zorlayarak devletin en üst konumlarında bir tür güç gösterisi denemesi olarak mı görmek gerekir bilmiyorum.
Tabii tüm bu yaşananlar yaklaşan seçimler öncesi bir tür derin devlet operasyonunun parçası olan danışıklı girişimlerden biri değilse…
Ali D. Ulusoy kimdir?
Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.
Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.
ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.
Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.
Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.
|