06 Eylül 2023

Cumhuriyet'in temellerindeki duble çatlama

Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinde çatlaklardan ilki, radikal İslamcılar ile Batı tipi yaşam tarzını benimsemeye çalışan modernist ve seküler kesim arasında. İkinci bölünme ve çatlak nedeni ise Kürt milliyetçiliği ile üniter ve modern Türk milliyetçiliğini temel alan Atatürkçü Cumhuriyet arasındaki iflah olmaz teorik çelişkinin doğurduğu gerilim

Türkiye kadın voleybol takımının geçtiğimiz günlerde Avrupa şampiyonu olması vesilesi ile kamuoyunda yaşanan son tartışmaların da bariz biçimde gösterdiği bir gerçek var:

Tam 100. yılına giren Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinde iki ayrı çok ciddi bölünme ve çatlak var.

İlki, 20 yıllık oportünist siyasi İslamcıların iktidarıyla özgüven patlaması yaşamaya başlayan ve artık ülkenin İslamileştirilmesinde daha da ileri gidilip "level" atlanması taleplerini iyiden iyiye hissettiren radikal İslamcılar ile Batı tipi yaşam tarzını benimsemeye çalışan modernist ve seküler kesim arasında.

Avrupa şampiyonu olan voleybolcu kadınları sırf modern ve seküler yaşam tarzları, bazılarının cinsel yönelimleri ve hatta giydikleri kısa şort ve kolsuz formalar nedeniyle linçlemeye çalışan, hatta işi finalde rakip takım Sırpları tutmaya kadar götüren radikal muhafazakârlara karşı, susmayıp, çok ciddi bir tepki gösteren laik ve Atatürkçü kesim bu bölünmenin en somut kanıtlarından.

Radikal İslamcıları bu olayda çileden çıkaran asıl faktör, bu modern, seküler ve bir o kadar da başarılı voleybolcu kızların yaşam tarzlarıyla ülkedeki tüm genç kızlara ve çocuklara rol model olacak olması. Böylece hayal ettikleri İslamcı bir "altın nesil" yetiştirme hedeflerinin iyice sarpa sarması.

Cumhuriyetin temellerindeki ikinci bölünme ve çatlak nedeni ise son 30 yıldır kademeli olarak yükselen Kürt milliyetçiliği ile üniter ve modern Türk milliyetçiliğini temel alan Atatürkçü Cumhuriyet arasındaki iflah olmaz teorik çelişkinin doğurduğu gerilim.

Yine kadın milli takımının aldığı son Avrupa şampiyonluğunu kutlayan bir Yeşil Sol/HDP milletvekilinin radikal Kürt milliyetçileri tarafından sosyal medyada linçlenmeye çalışılması da bu bölünme ve çatlağın somut bir kanıtı.

Radikal Kürt milliyetçilerinin voleybolcu kadınlardaki katlanamadıkları özellik ise Atatürkçü olmaları ve dolayısıyla potansiyel bir üniter ve modern Türk milliyetçiliği savunucusu yaklaşımları.

İslamcı-seküler geriliminin nedenleri

İlk bölünme ve çatlak nedeni olan İslamcı-seküler geriliminin var olmasının ve bu derece akut hale gelmesinin nedenlerini, Osmanlı'nın küllerinden doğan yeni Cumhuriyetin Atatürkçü seküler devriminin İslamın gerici ve yobaz yorumuna karşı yeterince uzun süre sert tavır takınmamasında ve 1950'lerden itibaren ılımlı Sağ'ın (Demokrat Parti, Adalet Partisi, DYP, ANAP) İslamcılara fazla tolerans göstermesinde mi aramak gerekir?

Yoksa tam tersi bir iddiayla, devletin, dindarları daha evrimsel ve yumuşak süreçlerle zaman içinde peyderpey daha modern ve demokrat bir İslam anlayışına adapte etmeye çalışması yerine, fazla sert "laikçi" uygulamalarıyla (Bkz. üniversite öğrencilerine türban yasakları, ezanın Türkçe okunmasının empoze edilmesi vs. gibi) ılımlı dindarların bile radikalleşmesine sebebiyet verdiği ve radikal İslamcılığın bu nedenle desteğini artırdığı görüşüne mi itibar etmek gerekir?

İki görüşün de sağlam dayanakları var. Ama sebebi ne olursa olsun, gelinen noktada Cumhuriyetin temellerini sarsan bu İslamcı-seküler geriliminin ortaya çıkardığı çatlamanın yakın ve orta vadede mucizevi bir çözüm yolu görünmüyor. Ülkenin ve toplumun daha uzun süre bu gerilimle birlikte yaşamayı öğrenmesi ve becerebilmesi gerekiyor. Bunun da çok zor hatta "mission impossible" olduğu çok belli.

Yoksa toplumu karpuz gibi ikiye bölen bu çatışma nedeniyle "sepette" çatlayacak, kırılacak ve patlayacak çok "yumurta" olacağı kesin. Özellikle de bir iktidar değişimi olursa.

A Milli Kadın Voleybol Takımı'nın Avrupa Şampiyonası çeyrek finalinde Polonya ile Brüksel’de karşılaşmasını seyreden izleyiciler. (Fotoğraf: AA)

Kürt milliyetçiliği ve üniter Atatürk milliyetçiliği çatışmasının nedenleri

Cumhuriyetin temellerindeki ikinci çatlak olan Kürt milliyetçiliği ve üniter Atatürk milliyetçiliği çatışmasının nedenlerini ise kanaatimce, Cumhuriyetin kuruluş sürecinde ülke sınırlarının realist ve rasyonel çizilememesinde aramak gerekir. İlla üniter bir yapıda kurgulanacaksa, ulusal devletin sınırları sadece etnik olarak Türk unsurların çoğunlukta olduğu ve ayrıca kolay entegre edilebilecek küçük azınlık gruplarla sınırlı biçimde çizilebilseydi...

Sınırlar, asimile edilemeyecek kadar büyük bir bölgedeki büyük bir azınlığı dışarıda tutacak biçimde realize edilebilseydi... Yani Fırat'ın doğusu ve Karasu'nun güneyindeki Kürt ağırlıklı bölge için Cumhuriyetin kuruluş döneminde veya hemen sonrasında spesifik ve gerçekçi bir formül üretilebilseydi...

Sanırım gerçekten "milli" bir devlet kurabilecektik ve böyle bir ciddi etnik sorunumuz olmayacaktı.

Tabii ki gelinen an itibarıyla iş işten geçmiş durumda. Bu saatten sonra ülke sınırlarında bu türden değişim girişimleri zaten olacak iş değil artık. O fırsat çoktan kaçtı.

İkinci Dünya Savaşı sonrası üniter Fransız devletini yeniden kurmayı başaran De Gaulle bile daha 1950'lerde üniter devletin parçası olan Cezayir'i ülke sınırları dışına çıkarırken çok çok zorlandı.

Dolayısıyla yeni Türkiye Cumhuriyetinde böyle bir şeyi ancak "kurucu babalar" (Atatürk ve belki de


) yapabilirdi.

Niyetim burada Atatürk dahil Cumhuriyetin kurucularını kusurlandırmak değil.

100 yıl sonrasından geriye dönüp bakıldığında, zamanında bir yandan sıfırdan yeni üniter bir "milli" devlet kurulmaya çalışılıp, diğer yandan, büyük bir bölgede çoğunlukta olan ciddi sayıdaki farklı bir etnik grubu işbu üniter yapı içinde asimile etmeye çalışmanın çelişkili bir durum olduğu açık.

Ama tarihi olayları o zamanın konsepti içinde değerlendirmek daha insaflı olur.

İmparatorluk sistemi içinde yetişmiş askeri bürokrasinin, yeni bir devlet de kursa, eline geçen fırsatları değerlendirip koskoca imparatorluğun yerine kurduğu yeni ülkenin sınırlarını olabildiğince geniş tutmaya çalışması da o dönemin koşullarında anlaşılır bir şey.

Ama sonuçta bu tespiti, yani ülkenin sınırlarının zamanında doğru çizilmediği tespitini de birilerinin yapması gerekiyordu.

Çözüm önerisi: Yerelleşme reformu

Gelinen noktada ise Cumhuriyetin temellerini sarsan bu Kürt milliyetçiliği-üniter Atatürk milliyetçiliği gerilimini çözmenin kısa ve orta vadede yukarıdaki ilk çatışma kadar çözümsüz olmadığı kanaatindeyim.

Çekler ve Slovakların yaptığı türden "dostça ayrılık" olasılığı kuşkusuz gerçekçi görünmüyor.

Buna karşın, halen mevcut büyük iller bazındaki (büyükşehir belediyeleri) yerelleşmenin biraz daha geniş çaplı yani bölgesel bazda yeniden kurgulandığı ciddi bir "yerelleşme reformu" ile bu gerilim asgari seviyelere indirilerek, Cumhuriyetin temellerindeki çatlama bence tamir edilebilir düzeylere gelebilir.

Tabii ki halkın seçtiği yöneticilere güvence sağlayan evrensel demokratik normlara uygun ve merkez ile yerel arasındaki kamusal yetki paylaşımlarını objektif ve etkin biçimde yeniden tasarlayan bir yerelleşme reformundan bahsediyorum.

Bence Türkiye, Cumhuriyetin temellerini daha da ağır biçimde çatlatmak ve hatta bu çatlamanın oluşturacağı selde boğulmak istemiyorsa, bu reformu eninde sonunda yapmak zorunda.

Tek gerekli olan ise iyi niyetli ve kapsayıcı bir siyasi irade.

Böyle bir reformun bir yararı da, kendi kendilerine radikal İslamcılığın bayraktarlığı fonksiyonu bahşeden İslamcı Kürt milliyetçisi parti ve grupların siyasetteki etkisini zayıflatarak, ilk bahsettiğim çatışmayı da hafifletebilecek potansiyel taşıması.

Ali D. Ulusoy kimdir?

Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.

Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.

ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.

Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.

Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.

Yazarın Diğer Yazıları

Tıp ve diş hekimliği hocalarının muayenehane açmalarında son durum

Zira gelinen noktada aynı kürsüde aynı kadroda çalışan doçent veya profesörlerden bazılarının muayenehane açma hakkı olup ciddi ek gelir elde etmeleri, ama diğerlerinin bu hakkı olmaması gerçekten de eşitliğe ve çalışma barışına uymuyor

Niçin yazıyorum?

Yazmaktaki amacım, bir tür kamu hizmeti aşkıyla tutuşup, topluma hizmet adına toplumu bilgilendirme amacı filan değil...

Erdoğan'ın yeni siyasi taktiği

Erdoğan'ın Özgür Özel'i "kafalayarak", anamuhalefetin Erdoğan tarafından belirlenen ve sınırları çizilen çerçevede siyaset yapmasını empoze etmesi CHP için bir tür siyasi intihar olur