18 Ocak 2023

6'lı Masa liderleri Cumhurbaşkanı yardımcısı olabilir mi?

Ülkenin 20 yıllık siyasi iktidardan muzdarip ve muhtemelen ciddi bir çoğunluk haline gelmiş tüm muhalif kesimlerinin bir süredir umut bağladığı bu en büyük muhalefet partileri ittifakının bunca zamandır katettiği tek "arpa boyu", ülkenin, halkın seçeceği Cumhurbaşkanının yanına 6 siyasi parti liderinin "müfettiş" olarak tayin edilerek yönetilecek olmasında mutabakat sağlanmış olması! İnsan gerçekten hayret ediyor!

"6'lı Masa" olarak tabir edilen ana muhalefet bloğunun yaklaşan seçimler sonrası Cumhurbaşkanlığı seçimleri kazanılırsa nasıl bir yönetim tarzı uygulayacakları tartışma doğurdu.

6'lı Masa'ya dahil partilerden birinin (Gelecek) genel başkanı (Sayın Ahmet Davutoğlu), Cumhurbaşkanlığı seçimi kazanılırsa 6'lı Masa'ya dahil 6 siyasi partinin genel başkanlarının da ortak adayları olan seçilmiş Cumhurbaşkanın yardımcısı olacağını belirtmiş.

Daha da ilginci, bu şekilde seçilmiş Cumhurbaşkanının, yardımcısı en küçük siyasi parti liderlerinden birinin bile isteğini yapmazsa siyasi kriz çıkacağını ve TBMM'nin yeni seçime gidebileceğini ifade etmiş.

Açıklamasına gösterilen tepkiler sonrası yaptığı düzeltme açıklamasında Cumhurbaşkanına her konuda itiraz edilmesinin söz konusu olmayacağını ve yapıcı tavır takınacaklarını belirtse de, sonuçta yeni sistemde muhalefet bloğu kazanırsa 1+6'lı bir ortak yönetim modeli uygulanacağını teyit etmiş.

Benzer bir sonuç Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'nun konuya ilişkin açıklamasından da anlaşılıyor.

7'li Kabine Modeli mi 7'li 'Eş-cumhurbaşkanlığı' Modeli mi?

Yani 6'lı Masa liderlerinin şimdiye kadar yaptıkları toplantılardan ortaya çıkan tek uzlaşı, benim anladığıma göre, ortak Cumhurbaşkanı adayı seçimi kazanırsa, 6 partinin liderinin Cumhurbaşkanı Yardımcısı olacağı ve yeni bir Anayasa değişikliği yapılıp Parlamenter Sisteme geçilinceye kadar ülkenin fiilen bir tür Bakanlar Kurulu gibi çalışacağı 7 kişilik (seçilmiş Cumhurbaşkanı + 6 parti lideri) bir Kabine tarafından yönetileceği.

Ülkenin 20 yıllık siyasi iktidardan muzdarip ve muhtemelen ciddi bir çoğunluk haline gelmiş tüm muhalif kesimlerinin bir süredir umut bağladığı bu en büyük muhalefet partileri ittifakının bunca zamandır katettiği tek "arpa boyu", ülkenin, halkın seçeceği Cumhurbaşkanının yanına 6 siyasi parti liderinin "müfettiş" olarak tayin edilerek yönetilecek olmasında mutabakat sağlanmış olması!

İnsan gerçekten hayret ediyor!

Hatta sadece hayret etmekle kalmıyor ve üzülüyor.

Ülkenin en büyük muhalefet bloğunun siyaseten bu kadar gerçeklikten kopmuş olmasına mı yanarsınız!

Yoksa hukuken böyle bir şeyin olmasının mümkün olmadığını bu liderlere kimsenin söylememiş olmasına mı hayret edersiniz!

Zira bu tür "collegial" yönetim denemeleri dünyada bazı ülkelerde denendi ise de hiçbirinde başarılı olmadı. Hele Türkiye gibi uzlaşma kültürünün sıfırın altında olduğu ve siyasette "egoların" tavan yaptığı bir ülkede başarılı olma şansının hiç olmadığı bariz belliyken.

Diğer yandan Anayasa, devletin başı ve Yürütme erkinin temsilcisi ve en üst hiyerarşik amiri olarak tek başına Cumhurbaşkanını belirlemişken ve hukuken gerek Cumhurbaşkanı yardımcıları gerekse bakanlar yeni anayasal sistemde sadece Cumhurbaşkanının emri altındaki bürokratlar konumuna indirgenmişken, bu şekildeki bir 7'li Kabine hukuken "yok hükmünde" olacağı gibi, 7'li Kabine üyelerinin atacağı imzanın da hukuken hiçbir geçerliliği olmayacaktır.

Diğer bir anlatımla, örneğin genel müdürler, valiler gibi üst düzey bürokrat atamaları 7'li Kabinenin imzası ile yapılırsa, bu atama işlemi salt yetki ve şekil unsuru yönünden hukuka aykırı olacak; böyle bir 7'li atama usulü kanunla öngörülse bile bu kanun Anayasa'ya aykırı olacaktır.

İki potansiyel adayı bezdirme taktiği mi?

Bu konunun bir diğer önemi ise yaklaşan seçimler öncesi bir yandan iktidara muhalif ve siyasi değişim isteyen kesimlerde 6'lı Muhalefet Bloğuna karşı potansiyel yönetme becerisi bağlamında çok büyük bir kuşku ve güvensizlik doğurması.

Diğer yandan, kendilerine inisiyatif alan ve etkin hizmet ve icraat üretmede iddialı bir Cumhurbaşkanı adayı yerine, etliye sütlüye karışmayacak ve parti liderlerinin her isteğine "evet" diyecek pasif ve düşük profilli bir Cumhurbaşkanı adayı aradıkları imajı oluşturduğu için, mevcut iktidara karşı kazanma şansı en yüksek olan Ankara ve İstanbul Büyükşehir Başkanlarını da adaylık denkleminden çıkarma niyetini ortaya çıkarması.

Yani bu iki en güçlü potansiyel adayı baştan "bezdirme" riski.

Böylece Cumhurbaşkanlığı seçimini muhalefetin kazanma şansını ciddi biçimde düşürmesi.

Zira hangi aklı başında ve kendisine öz saygısı olan bir siyasetçi Ülkedeki en zor seçimde halkın yarıdan fazlasının oyunu alıp seçimi kazanma başarısı gösterdikten sonra, hatta bazıları sadece yüzde 1-2 civarında oy alabilmiş 6 tane siyasi parti liderinin kendisinin başında sopalı müfettiş gibi durmasını –hem de kendisinin "yardımcısı" sıfatıyla- kabul edebilir?

Her şeyden önce eşyanın tabiatına aykırı.

Bu arada yanlış anlaşılmasın.

Tabii ki 6'lı Masa'nın ortak adayı olunması, kendisini aday göstermiş bu siyasi partilerin asgari ve asli hassasiyetlerine saygı göstermeyi ve bu siyasi parti liderlerinin önemli siyasi konulardaki görüş ve tavsiyelerini en azından ciddiye almayı gerektirir. Bu durum her şeyden önce asgari nezaketin gereğidir.

Ne var ki iş söz konusu siyasi parti liderlerinin Cumhurbaşkanı yardımcısı yapılması boyutuna varırsa işin rengi değişir. Mantıksız, tutarsız ve çelişkili bir noktaya varmış olur.

Kaldı ki –eğer siyasi parti liderliğinden ayrılmayacaklarsa- parti liderlerinin aynı zamanda Cumhurbaşkanı yardımcısı sıfatıyla siyasi parti liderliği yapmaya devam etmeleri de ayrı bir anomali olur.

Sık sık mevcut Cumhurbaşkanının aynı zamanda siyasi parti liderliğine devam etmesinin tarafsızlık yükümlülüğü ile bağdaşmadığından ve siyasetteki fırsat eşitliğini zedelediğinden yakınan muhalefetin, iktidara gelince aynı şeyi yapacak olması da ayrı bir çelişki olacaktır.

Bu nedenle siyasi parti liderlerinin siyasete ve ülke yönetimine katkılarının TBMM'de milletvekili sıfatıyla yapmaları ve Cumhurbaşkanına fazla müdahaleci bir yaklaşım sergilemeden dışarıdan destek ve yardım sağlamaları en doğrusudur.

Seçilmiş Cumhurbaşkanı ile siyasi parti liderleri arasındaki uyum ve koordinasyon ancak böyle sağlanabilir.

Siyasi kriz riski gerçekçi mi?

Öte yandan Sayın Davutoğlu'nun dile getirdiği "siyasi kriz" çıkması da hemen yeni seçime gidilmesi de öyle kolay olacak işler değil.

Bir kere zaten 6'lı Masa'nın sadece yüzde birkaç oy alarak TBMM'ye sokabileceği az sayıdaki milletvekilinin TBMM'yi tıkayarak yeni seçime gidilmesine yol açacak kadar "siyasi kriz" çıkarma potansiyeline sahip olması çok zor ve düşük bir olasılık.

Zira TBMM'nin CB seçimlerinin de yenilenmesi sonucunu doğuracak erken seçime gitmek için gerekli çoğunluğu en az 3/5 ve bu çoğunluğa ulaşmak TBMM'de öyle kolay değil. Bin bir zorlukla seçilecek yerden aday gösterilebilmiş çoğu milletvekillerinin süreleri dolmadan milletvekilliklerinin sona ermesine razı olmaları oldukça zor.

Kaldı ki seçilmiş Cumhurbaşkanına karşı "darbe" anlamına gelebilecek bu tür siyasi krizleri çıkaran partilerin erken seçimde halk tarafından siyaseten cezalandırılma olasılığı da çok yüksek olur.

Diğer yandan yeni sistemde TBMM'nin seçilmiş Cumhurbaşkanını siyaseten sıkıştırabileceği ve ciddi biçimde kısıtlayıp elini kolunu bağlayabileceği siyasi mekanizmalar son derece sınırlı.

TBMM, CB'yi ve bakanları gensoru ile düşüremiyor.

Bakanların ve Cumhurbaşkanı yardımcılarının gerek göreve başlamaları gerekse görevden alınmaları TBMM'nin onayına (güvenoyu) tabi değil. CB tek başına yapıyor.

TBMM'nin Bütçe'yi onaylamayarak CB'yi idari ve siyasi yönden sıkıştırması mümkün değil. Bütçe onaylanmazsa önceki yılın Bütçesi belli bir artışla otomatik olarak aynen uygulanmaya devam ediliyor.

Yürütmeye ilişkin çoğu konu TBMM'nin kanun çıkarmasına ihtiyaç bulunmadan doğrudan CB tarafından kararname (CBK) ile düzenlenebiliyor.

Ama yine de tabii ki TBMM'nin elindeki kanun yapma gücü çok önemli bir yetki.

O halde CB yeni sistemde de doğal olarak TBMM ile uyum içinde çalışmayı ister.

Ama TBMM'deki özellikle küçük partilerin öyle kolayca siyasi kriz çıkararak seçilmiş Cumhurbaşkanını siyaseten sıkıştırmaları öyle kolay değil. Aksine oldukça zor.

Dolayısıyla şimdiden birilerinin yeni seçilecek potansiyel Cumhurbaşkanına bu konularda baştan göz dağı vermeye çalışmasını içi boş bir balon mahiyetinde görmek ve bu tür gereksiz konulara takılmadan, en kısa sürede seçilme şansı en yüksek olacak adayı belirlemek gerekir.

Ali D. Ulusoy kimdir?

Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.

Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.

ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.

Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.

Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.

Yazarın Diğer Yazıları

Yeni Anayasa neden tuzak?

Anayasa değişikliği Erdoğan'ın tekrar Cumhurbaşkanı adayı olmasını otomatik olarak sağlar mı?

23 Nisan ve "okuyup büyük adam olmak" hayali

Çocuklarda ve gençlerde artık "okuyup büyük adam olma" hayali kalmadı

YÖK'ün yeni yurt dışı denklik düzenlemesi: Doğrular ve yanlışlar

Yeni yurt dışı diploma denkliği kuralları açısından usuli yönden hukuksal risk almamak adına, eğer yurt dışında üniversite lisans eğitimi yapmak istiyorsanız ya da çocuğunuzu yönlendirmek istiyorsanız, size tavsiyem, dünya sıralamasında ilk 400'e giren üniversitelere gitmeniz. Denklik açısından hiç hukuksal risk taşımayan seçenek bu