“Laiklik, toplum ve devlet düzeninin akla ve bilime dayalı olmasıdır. Din-devlet ayırımı ya da din ve vicdan özgürlüğü bu bütünün birer parçasıdır.”
Ahmet Taner Kışlalı
Türkiye’de ve dünyada bugün ve her zaman önemli olan laiklik, sadece din ve devlet işlerinin ayrılması ve inanç özgürlüğünden ibaret değil. Laikliğe duyulan ihtiyacın kökeninde toplum işlerini doğru bilgiye, doğruluğu sınanabilen, kanıtlanabilen ve ilke olarak üzerinde anlaşma sağlanabilecek bilgiye olan ihtiyaç yatıyor.
Bilimin toplum işleri için önerdiği ve kendi işleyişi ile de temsil ettiği bilgi öğrenme modeli dünya ve toplum işlerini dünyayı ve toplumu gözleyerek deneyimlerden öğrenmek. Dünyaya bakmadan bilmek imkansız. Bakmadan önceki tahminleriniz, inançlarınız tecrübe ile yanlış çıkabilir. Gözlem ve deneyim öncesindeki öngörülerin yanlış çıkabileceğini kabul etmek laikliğin gerekçesi ve bilgi temelidir. Yalnız din değil, ayrıca her türlü ideoloji de dünyanın bakmadan bilineceğini söyleyebilir. Bu tür yanlış olabileceği bile kabul edilmeden ‘önden bilinenler’ toplumun ortak işlerine temel alınırsa bunun topluma, insanlara zararlı sonuçları olur. Tarihte de tecrübeye dayanmayan bir çok kesin ön kabulün nasıl yanlış çıktığı, çoğu zaman da bunun insanlara zararlı sonuçları olduğu görülmüştür.
İnsanların birlikte yaşamalarını, toplum işlerini, hukuku ve siyaseti ilke olarak düzenleyen ahlakın altın kuralı, herkesin kendi bildiğince iyi yaşama, mutlu olma hakkına, başkalarının da ayni haklarına tecavüz etmediği sürece saygı göstermektir. Dinlerde ve din referanslı olmayan ahlak sistemlerinde ortak olan temel ilkeler, ‘öldürmeyeceksin’ gibi buyruklar altın kuralın işaret ettiği gibi herkesin haklarını gözeten kurallardır. Haklara sahip olan ‘herkes’ farklı çağlarda farklı kapsamlar taşımış, yakın zamanlara kadar kadınları, köleleri, alt sınıfları, başka ırk ve milletleri, başka dinlerin ve mezheplerin mensuplarını dışlamıştır. Çağımızda hala gerçekleşmemiş olsa da ideal olarak ‘herkes’ artık bütün insanları kapsıyor.
Peki genel ilkelerin bütün insanlar için tanıdığı haklar çerçevesinde, karmaşık dünya ve toplum halleri içinde somut durumlarda nasıl davranmalıyız? Davranışlarımızı bilinçli olarak planlayabildiğimiz ve değerlendirebildiğimiz ölçüde ne yaparsak bunun kendimiz için, başkaları için ve toplum için sonuçlarının ne olacağını kestirebilmeye, bu sonuçların bizim için veya toplum açısından istenir olup olmadığını tartmaya yani bilgiye ihtiyaç var. Bu bilginin bir kısmı, ‘ne yaparsak mutlu oluruz’ sorusunun cevabı, kendimizi tanımakla, içgüdü ve kişisel tecrübelerle ilgili, duygu ve sezgilerimizle de örtüşen bilgi. Toplum açısından önemli olan ise dış dünyayla ilgili, toplumla ilgili bilgi. Bu bilginin dünya ile ilgili kişisel, ve çok daha büyük ölçüde insanlığın tümü tarafından kazanılmış deneyimlerden gelmesi gerekir ki istenen sonuçlara yol açacak davranışları seçip ona göre davranabilelim. Bu bilgi tecrübeye dayanan dünya bilgisi olmalı. Kötü sonuçlara yol açacağını geçmiş tecrübelerle bildiğimiz davranışları bir daha yapmayız. Günlük hayatta herkesin uyguladığı basit sağduyudur bu. Doğa ve toplumla ilgili olarak, çok karmaşık, ve günlük deneyimlerimizin ötesindeki konularda da gözlem ve deneye dayanarak öğrenmeye de bilimsel yöntem diyoruz, ki temelde akıl ve sağduyuya dayanıyor.
Dünya (doğa ve toplum) bilgisi ortak bilgidir, tek kişinin kendi başına öğrendiği ve biriktirdiği bilgi değildir. Neyin doğru bilgi olduğu farklı gözlemcilerin, farklı yer ve zamanlarda ama ayni şartlarda aynı sonuçları gözlemesiyle pekişir. Karşılaştırma ve tartışmaya uygun, işe yarar, teyit edilmiş bilgi veren yegane temel, gözleme dayanan kanıtlardır. Bu bilginin kaynağı dünyanın (doğa ve toplumun) kendi dinamikleridir. Ortak davranışları, siyaseti belirlerken bilginin teyidinden başka toplum içinde ortak tartışma yapılması gereken diğer bir düzlem de hakların ve çıkarların orta noktalarda buluşturulması, yani toplumsal uzlaşmadır. Bu düzlemde de ne yapılırsa ne sonuç vereceğinin ortak gözlem ve deneyimlere göre kestirilmesi tek verimli, işleyebilen yoldur. Ortak katılımlı yönetimin, demokrasinin, işe yarar bilgi kaynağı da elbette kanıtlanabilir, paylaşılabilir bilgidir.
Geçmişte belli şartlarda edinilmiş deneyimlerden aktarılan bilgi ilerde değişmiş şartlarda geçerli olmayabilir. Yani geçerli bilgi şartlara bağlıdır, dünya ile ilgili önermeler şartlı önermelerdir. Akılcı bilgi her zaman dünyanın dinamiklerini gözlemeli, değişimin farkında olmalıdır. Dünyaya bakmadan, değişimleri izlemeden geçmişten aktarılan düsturlarla yeni ve farklı durumlar bilinemez, anlaşılamaz.
Ahlakın ve siyasetin, toplumsal uzlaşmaların amacı ortak yarara hizmet edecek davranış ve politikaları gerçekleştirmek olmalıdır. Bu amaca ulaşmak için sorgulanabilir, kanıtlanabilir, güvenilir dünya bilgisine ihtiyacı var. Laikliğin kaynağı ve gerekçesi ortak iyilik amacı için doğru bilgi ihtiyacıdır. Dünya işleri, toplumun ortak işleri kanıtlanabilir, sınanabilir, ortak bilgiye göre, dünyaya bakarak yapılmalıdır. Tarih boyunca bakmadan bilme iddiasıyla yapılan işler, ister dini, ister din dışı ideolojilere, isterse siyasi ve ekonomik iktidarların buyruklarına dayanarak yapılsın, büyük felaketlere yol açmıştır.
Laiklik kavramına bu şekilde bakınca standart ‘din ve devlet işlerinin ayırılması’ tanımından iki yönde de daha genel ve kapsamlı bir laiklik kavramına ulaşıyoruz. Birincisi sadece dini inancın yorumlarına göre önden bilme iddialarına değil her türlü ideolojik temelli önden ‘bilme’nin reddi gerekir. İkinci olarak laiklik sadece devlet işlerinin değil her türlü dünya işlerinin, toplum işlerinin ideolojik ve dini önden bilme ve buyruklara göre yapılmaması gereğidir. Burada kritik kelime ‘işler’ : sadece kişiyi ilgilendirdiği ölçüde, sonucunda kişiye de zarar verebilecek, başkalarını, toplumu da etkileyecek davranışlara (eylemlere, işlere) yol açmadığı sürece dini, felsefi, ideolojik inanç ve inançsızlık için elbette özgürlük tanınmalıdır.
Tarih içinde modern toplumlarda ilk laik uzlaşma din konusu ile ilgili olarak varılan uzlaşı olmuştur. Dünya işlerinin herhangi bir dini inanç ve kanıtlara dayanmayan yorum bazında yapılmaması laiklik anlayışı olarak ortaya çıkmıştır. Dini olmayan ideolojik önyargıların da aynı kapsamda toplum işlerinden dünya işlerine temel alınmaması gereği de yine tarihi tecrübelerle, felaketlerle anlaşılmıştır. Geniş anlamıyla laiklik olmadan demokrasi de, iyi bir toplum hayatı da olmaz.