28 Temmuz 2023

Başka bir Türkiye nasıl mümkün olabilir?

Çeşitli toplumlarda dönem dönem ortaya çıkan teslimiyet, çaresizlik, ya da totaliter rejimleri destekleme dönemleri oluyor. Bundan çıkmanın yolları ve zorlukları var, çıkılmazsa gitgide büyüyen bir kriz, büyük bedellere mal oluyor.

Mayıs seçimlerinde içinde bulunduğumuz ekonomik, siyasi ve ahlaki çöküntüden bir çıkış ümidi beslemiştik. Sonrasında muhalefet partileri liderlik ve kişilerden ibaret görünen yüzeysel bir çekişmeye saplandılar. Muhalefete oy veren seçmenler olarak, sivil toplum olarak seçim sonuçları ve partilerin bu görüntüsü karşısında bir kötümser suskunluğa gömüldük. Bu karanlıktan çıkmak, başka bir Türkiye’yi yeniden kurmak çok zor görünse de "nasıl" mümkün olabileceğini sormak zorundayız.

Bilgi: Sorunların tespiti ve çözüm yollarının aranması için önce olabildiğince doğru bilgi lazım.

İletişim: İkinci olarak bilgi tek bir kaynaktan, şaşmaz(!) bir liderden gelemeyeceğine göre iletişim, katılımlı ve şeffaf bir tartışma lazım. Sahiden tek adam rejiminden kurtulmaya çalışacaksak, gerçekten demokrasi arıyorsak başka türlü demokrasi olmaz.

İçerik: Üçüncüsü konuştuğumuz konuların gerçek bir içeriği olması lazım. Bu içerik problemlerin tespiti ve "nasıl" çözüleceğidir. Kimin çözeceği değildir. Kimlere yetki verilirse onların "nasıl" çözeceğini, geçmişte ne "yaptıklarını" ve ilerde neyi "nasıl" yapabileceklerini konuşmak lâzım. Çözüm önerilerinin içeriği iki yönlü olarak tartışılmalı: Birincisi teknik projeler olarak, mesela hukukta, eğitimde, tarımda, ekonomide hangi sorunlara nasıl çözüm bulunabileceği anlamında. İkincisi de siyasi olabilirlik, belli stratejilerin muhalif veya iktidar yanlısı seçmen açısından ne ifade edeceği, nasıl tartışılacağı, sunulacağı, onaylanacağı konusunda. Teknik anlamda yapılacak işlerin liyakatli uzmanlara danışılması, onların önerilerinin de toplum içinde katılımlı bir iletişim ve tartışma konusu olması lâzım. Siyasi stratejilerin partilerin içinde, partiler arası ittifaklarda ve sivil toplumun da katılımıyla çok yönlü iletişim içinde oluşturulması lâzım.

Siyasi partiler ve ittifaklar seçimlerden sonra bu anlayıştan uzak görünüyorlar. Kişisel ikbal, hizipler eliyle elde edilecek parti içi makamlar, adaylıklar pazarlıkları üzerinden yürüyor. Bunun içeriği toplum açısından "boş." Siyasi partiler kanunu, parti tüzükleri de bunu destekliyor. Demokrasiyi sahiden inşa etmeye talip olan partilerin samimi iseler kendi tüzüklerini, teamüllerini, tarzlarını değiştirmelerinden başka yol yok. Siyasilerin kişisel hırsları olması doğal. Ancak gündemlerinin samimi olarak topluma yapılabilir işler vadeden bir içeriği de olmalı.

Parlamento: Parlamenter demokrasi istiyoruz. ‘Parlamento şimdiki rejimde yetkisiz, zaten çoğunluk iktidarda’ deyip oturmanın anlamı yok. Kritik oylamalarda muhalefet partileri tam kadro orda olmalı. Sağlam içerikli önergeleri ile parlamentoyu zorlamalı. Nelerin nasıl reddedildiğini tescil etmeye ve tekrar tekrar anlatmaya devam etmeli. Sivil toplumun da desteğini almalı. 7 Haziran seçimlerinden sonra, tam da parlamenter rejimin geleceği gündemdeyken CHP ve HDP’nin 2 gün süren gayretine rağmen parlamentonun tatile girmesi önemli bir kırılma noktası idi. Böyle kritik noktalarda sivil toplumun desteğini istemeli, bir hareket noktası arayan sivil toplumun beklentisine de cevap vermeli.

Sivil toplum örgütlerden ve bireylerden oluşuyor. Sivil toplum örgütleri hem kendi ilgi ve uzmanlık alanlarında tartışma ve çözüm arayışlarına katkıda bulunabilirler, hem de sendikalar ve meslek örgütleri, işveren dernekleri özelinde kendi mensuplarının ve temsil ettikleri grup ve sınıfların haklarını, çıkarlarını savunabilirler. Bu çıkarlar birbiriyle çeliştiklerinde sivil toplum örgütleri katılımlı bir uzlaşma girişiminin tarafları olabilirler. 12 Eylül rejiminin ve şimdiki başkanlık rejiminin örgütlü sivil toplum önüne koyduğu engellerin kaldırılması muhalefet partilerinin siyasi gündeminin başında yer almalıdır.

İktidarın dayanağı sadece dini söylemlerle insanların yönlendirilmesi değil. Bu söylemlerin bağlayıcı önemi olsa da toplumun oldukça kapalı yaşayan, ekonomik krizden görece az ve geç etkilenen kısmı ve iktidarın kendisine oy verenlere kamuda istihdam yaratması önemli etkenler. Ekonomik krizin derinleşmesi ile bu kesimler olumsuz etkilenecektir, ama geçen sürenin topluma bedeli çok büyük olacak, bu arada demokrasinin yeniden gelmesini engelleyecek daha da despotik baskı gelecektir. Muhalefetin teknik proje ve siyasi strateji gündeminde çok ciddi bir sorun grubu, sadece iktidar yandaşları arasında değil genel olarak, eğitimin çöküşü ile çok yaygın hale gelen niteliksiz yığınların yeniden eğitimi, istihdamı ve kazanılması, ve nitelikli meslek sahiplerinin göçüne karşı önlemler olmalıdır.

Yerel seçimler: Büyük şehirlerde yerel seçimler neden önemli? Geleneksel olarak muhalefet büyük şehirlerde daha güçlü ama neden? Büyük şehirlerde ekonomik koşullar daha zor, krizlerin etkileri daha yüksek. Bir de büyük şehirlerde doğal olarak iletişim var. Sansür ortamında televizyon seyretmeyen veya iktidar kontrolündeki medyayı izleyen vatandaşlar, büyük şehirlerde yaşıyorlarsa belki daha fazla internet ve sosyal medya kullanıyorlar, ama oralarda da büyük bilgi kirliliği var. Esas iletişim büyükşehirde: insanların çoğu diğerlerinin farkında, onların nasıl yaşadığını, kendi yetiştikleri kalıplardan farklı hayatların mümkün olduğunu görüyorlar. Büyük şehir yönetimlerinin politikaları gözle görünür sansür edilemez deneyimler sunuyor. İBBnin Halk Ekmek satışları ve buna iktidar partisinin engel olması gibi. İmamoğlu, Yavaş, Soyer, Karalar ve diğer büyükşehir belediye başkanlarının neler yaptıkları, bunların halk tarafından nasıl algılandığının (Sarıgül ismi öne çıkarsa onun da Şişli Belediyesinde ne yaptığının ve nasıl hatırlandığının) iyi araştırılması yerel seçimlerde adayların sadece isimlerini belirlemekten çok daha önemli olmalı. Büyükşehir belediyelerinin geçmişte CHP ve yakını partilerce, hangi içerikte ayrıldıkları belli olmayan adaylarla seçime girerek kaybedildiğini, bu seçimlerde de önceden belli bir program ve içerik üzerinde anlaşmış bir ittifakın önemini unutmamak iyi olur. 6 Şubat depremini, o depremde imar affının ve iktidar-muhalefet ayrımı yapmaksızın belediyelerin imar politikalarının sonuçlarını akılda tutmak, ve belediyelerin depremden sonra ne yapabildiklerine de bakarak bu içeriğe göre aday belirlemek gerekir.

Başkanlık: Parti başkanlığı ve cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda da geçmişte Özal ve Demirel’in başbakanlıktan bir üst makama geçmelerinin kendileri için anlamı açık. Partilerine ve Türkiye politikasına etkileri de ortada. Son dönemde muhalefetin cumhurbaşkanı adaylarının da isimlerinden öte proje ve strateji içerikleri yoktu. İlerde de başkan adaylarının isimleri değil projelerinin ne olduğu konuşulmalı. Öte yandan Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü, sivil toplumu içine alan önemli ve içerikli bir çıkıştı, TÜİK gibi kurumların, SADAT’ın önüne gitmesi de, sivil toplumu dışarda tutsa da önemli bir içeriğe sahipti. Akşener’in halkla ilişkileri, Demirtaş’ın birleştirici tahlilleri de içerikli liderlik adımlarıydı.

Ümit: Mayıs seçimlerinden önce halka ümit veren iki yenilik görüntüsü vardı. Birincisi farklı ideolojilerden siyasi partilerin bir Millet İttifakını kurabilmeleri hatta HDP ve TİP ile de belki konuşuyor olma ihtimali idi. İkincisi de bu ittifak içinde hangi konularda anlaştıklarını ifade eden çalışmaya dayanan bir programlarının olması idi. Sonunda kendi aralarında siyasi strateji, aday belirleme konusunda yeterince konuşmamış oldukları izlenimi ile karşılaştık. Seçimden beri programları da geri plana itildi.

Gerçekçilik: Şimdi sivil toplumun siyasilerden iletişim, bilgiye ve açık tartışmaya dayalı içerikli program ve strateji isteme bu yönde baskı yapma zamanı. Rafa kalkmış görünen Millet İttifakı peogramının ve başka muhalefet partilerinin programlarının tartışmaya ve katkıya açılması zamanı. Bunun gereği ortada. Ama zorlukları da büyük: Kültürümüzde eskilere giden ve 1980'den beri büsbütün perçinlenen bir güvensizlik, ümitsizlik var: ‘Mış gibi yapmak’; ‘Biz adam olmayız.’ ‘Burası Türkiye’ gibi deyimlerle ifade ederiz bunu. Bu bize özgü değil. Çeşitli toplumlarda dönem dönem ortaya çıkan teslimiyet, çaresizlik, ya da totaliter rejimleri destekleme dönemleri oluyor. Bundan çıkmanın yolları ve zorlukları var, çıkılmazsa gitgide büyüyen bir kriz, büyük bedellere mal oluyor. Çıkabilmek için gerçekten aklımızı başımıza alıp önce toplumun katılımıyla doğru strateji doğru program ve evet, doğru liderlik aramayı denememiz lazım. Denersek belki olur. Denemezsek?

Yazarın Diğer Yazıları

Müfredat taslağı: Mantıksız mantalite

Bu müfredat taslağını yazanlar, sanki kendi dünyalarından bakınca yazdıkları metnin nasıl eleştirileceğini, ne kadar tutarsız olduğunu görmüyorlar. Küçük yaşlardan itibaren otorite sahibi bir büyüğün tek yönlü ‘sohbetinden’, bir yerlerden bir şeyler duyulup bunların bilgi ve buluş sayılabildiği, büyüğün dediklerinin, tekrarlananların peşinen kabul edildiği, dayanağa gerek duyulmayan, kabulünden ibaret bir âlemde yaşamışlar

MEB müfredat taslağına giriş: ‘Ortak Metin’

'Ortak Metin'de yer alan infografik eğitim konusunda pek açık seçik bilgi vermiyor, ama evet, Millî Maarif Modelini aslına sadık biçimde tasvir ediyor: Modelin sunumu olan ‘Ortak Metin’in mantık ve kanıtlarla bağlanmamış, muğlak terimler, “epistemoloji”, “ontoloji...” gibi büyük laflar ve sürekli tekrarlarla bir iddialar yığını olduğunu görsel olarak gayet iyi yansıtıyor bu ağaç temsili

Geleceğimiz askıda: Yeni müfredat taslağı üzerine (1)

Tıpkı Anayasa tartışması gibi müfredat da aynı iktidar tarafından defalarca değiştirildikten sonra tekrar değişiklik talebiyle ortaya getirilmektedir. Bunca değiştirilmiş haliyle dahi Anayasanın toplantı ve gösteri hakkı, ifade özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, bizzat Anayasa Mahkemesinin yetkisi gibi temel hükümleri uygulanmıyor. Eğitim sistemi de bütün o değiştirilen müfredatlardan sonra yerlerde sürünmektedir