Jordan Bardella, Gabriel Attal ve Manuel Bompard
Fransa’da Meclis’e seçilecek ve hükümeti kuracak Başbakanlığın hangi siyasi görüşe ait olacağı tartışmaları tüm hızlıya devam ediyor. İlk tur 30 Haziran ve ikinci tur 7 Temmuz’da yapılacak. Birinci kanalda, 25 Haziran akşamı yapılan üç adayın birbirleriyle karşı karşıya tartışmaları bu hızın dikkat çekici bir şekilde yükseldiğini göstermekte. Aşırı sağ lideri, Jordan Bardella, lağvedilen hükümetin başkanı Gabriel Attal ve aşırı sol lideri Manuel Bompard karşı karşıya, üç blok halinde tartıştılar ve Fransızları uyarma ve ikna etme yarışını gerçekleştirdiler.
Birkaç yazıdır aynı yerde dönüp durmaktayım. Neden halklar bugün aşırı sağı arzulamaktalar? Bu soru felsefe tarihinin sorularından birisi olarak durmakta. Neden insanlar kendi çıkarlarına ait olmayan siyasi liderleri kendilerine yarayacak biri olarak seçmek isterler? Neden 20.yüzyılın ilk yarısında İtalya’da bugün olduğu gibi aşırı sağcı bir lider seçilir? Neden Almanya’da aşırı sağ ikinci büyük siyasi güç olur? Neden Fransa’da, ihtilalin ve özgürlük, kardeşlik ve eşitliğin olduğu yerde halkın seçeceği en çok oy oranına sahip olacak siyasi parti milliyetçi ve yabancı düşmanlığı yapan aşırı sağ olmaktadır? Neden Almanya’da 1930’ların başında halk Hitler’e oy vermeyi tercih etmiştir? Neden en çok aşırı sağ bugün yüz yıl sonra tekrar gündeme oturmuştur? Nedenler sürüp gitmekte.
19. yüzyıl bize, belki de edebiyat alanı, bu soruların cevabını veremese de yine de bir düşünme alanı açmaktadır. Zola akla gelen edebiyat insanı. Germinal adlı romanında (bu kelime baharın umut dolu geleceğini vaat etmekte) Zola bize “libidinal ekonomiyi” gündeme getirmektedir. Bunun hemen ardından Freud’un ileri süreceği gibi insanın biyolojik bir varlık olarak cinselliğin içinde kendi ruhuna bir yol çizeceğini ve bunun da bilinçli değil bilinçdışı bir şekilde insanlığın “yarasını” oluşturacağını söylemesi bugün de önemini hala korumakta. Yara, insanın isteklerinin kendi bilincinin dışında gerçekleşmesidir. Yani farkında olmadan bazı şeyleri yapmasıdır. O halde arzu akışkanlığının nereye doğru aktığı sorusu, burada “neden?” sorusunu sormamıza nedendir. Ama cevabını vermek de bir o kadar belirginlik dışı durmaktadır. Bazı hipotezler ileri sürülebilir. Cevap kesin midir? “Bilinçdışı eğer bir dil gibi yapılanmışsa”, o halde laflara, anlam kaymalarına (lapsus), istenmeden söylenenlere bakmak gerekecektir. Edebiyat yazıdır ve o halde sözleri ve duyguları bize aktarır, vakalar gibi. Vaka analizleri gibi edebiyat alanı da bize vakaların duygularını ve düşüncelerini aktarmaya kalkar.
Zola, bu romanında madencilerin ödeneklerini kısmaya kalkan ve bu nedenle bir pazar günü grevdeki işçilerinin arasından kısrağıyla ilerleyen Maden Şirketinin patronunun yukarıdan bakan ve aşağılayıcı tavrının gördüğü sahneler karşısında birdenbire bozulmasını anlatmaktadır. Neden mi? Çünkü proleterler para vermeden madenci kadınlarla ulu orta sevişmektedirler. Kısrağının üzerinde yukarıdan bakan gözleri aniden acı duymaya başlayan bakışlara dönüşür. O değil işçiler zevk almaktadır hayattan bir pazar günü. Proleter, adı üstünde çocuk yaparak geleceğe iz bırakacak adamlar anlamını taşımaktadır. Proles Latince arkasında eş bırakan insan anlamına gelmektedir. Hayatta tek gayesi emeğini satmak ve çocuk yapmak olan insanlara proleter denilmektedir. Cinsellikle alakalıdır o halde kelimenin kökeni. Cinsellik ve biyolojik olanla alakalıdır.
Sonra bu patron kendisini düşünür. Karısıyla uzun zamandan beri yatakları ayrılmıştır. Kendisinin tek gayesi sadece madenin işlemesidir. Para kazanmaktır. Ama libidinal enerjisi akışkanlığa sahip değildir. Karısı, romanda adamın yeğeniyle kırıştırmaktadır. Adam ise madeninde çalışan işçileri ancak seyredebilmektedir. Bu sadece bir fantasmadır. Evine gittiğinde boynu bükük olan kendisidir, madenciler değil. Hatta grev yapmalarına rağmen aslında siyasi bilinç taşımayan maden çalışanlarının ilk gayesi sevişmektir. Sevişmeyenler ise burjuvalardır bu romanda. Daha doğrusu “burjuva ahlakıdır.” Yol üstünde, çakılların üzerinde, ağaçların arasında açık havada sevişmek yakışık almamaktadır. Ama fakirler için bu hem serbesttir hem de açık hava gibi parasızdır. Sevgi üzerine kurulu bir “libidinal ekonomi” zevki hayatın önünde tutmaktadır. Devrimciler de bu dönemde aynı burjuvalar gibi bu serbest ahlakı beğenmemektedirler, çünkü bu sefil sefahat onları siyasi bilinçten uzaklaştırmaktadır. Ama hayat libidinal enerjiyi öne çıkarmaktadır. Bu, hayatı siyasi değil ama yaşanabilir ve katlanabilir kılmaktan başka bir şey yapmamaktadır.
Şimdi, bir ay kadar evvel yapılan sosyolojik anketlere bakalım. Anketler şunu göstermekte: Bugünkü gençlik cinsellikle ilgilenmiyor. Gençler hangi cinsel eğilimden olursa olsun cinselliği yaşamayı tercih etmemekteler. Bir yanda bu diğer yanda ise bir sürü “tecavüz” ve “cinayet” vakası gündeme gelmekte. İki durumda da sevgi ve cinsellik arası denklemde dengesizlik ortaya çıkmakta değil mi? Amerika’da dört gençten birisi Netflix izlemeyi cinselliğe tercih etmekte. Japonya da on altı ve on dokuz yaş arası gençlik cinsellikle ilgilenmediğini ileri sürmekte. Fransa’da on sekiz ve yirmi beş yaş arası gençliğin yüze kırk üçü cinsellik ile ilgili değil. Sevgilileri yok bu insanların, tek başlarına yaşıyorlar ve teknolojik aletler cinselliğin önüne geçmiş durumda. Amerika’da yine, otuz yaşının altındakilerin yüzde yirmi üçü hayatlarında hiç seks yapmamışlar. Bu insanların cinsellikle alakaları fantasmalar üzerinden gerçekleşmekte. Porno sitelere girilerek, iki insan arasındaki cinsel ilişki kendi içine katlanmış vaziyette. Karşısındaki üzerinden kurulu bir arzu kendi içinde bir ilişkiye doğru kaymaya başlamış. Kendi içine dönük bir toplumsallığa doğru gidilmekte. Bernard Stiegler’in hatırlattığı gibi, Freud’un “ilk narsisizm” olarak adlandırdığı “sevilme” güdüsü toplumsal alanda parçalanmış durumda ve hatta yok olmakta. Kendi içine kapanmaya başlayan bir portre ortaya konulmakta. Bu durumda öteki üzerinden veya hatta kendi benzeri üzerinden bile bir gruba ait olma güdüsü azalmış ve asgariye inmiş olarak gözükmekte.
O halde cinselliği bile yaşamayı terk etmekte olan bir toplumun gençlerinin kendi milleti ve dini içinde kapalılığı ileri süren aşırı sağa neden oy atmaya başladığının nedenlerinden birisi de bu durum olamaz mı acaba? Takip etmeye değer gibi gözükmekte. Arzu nereye doğru akacak? Cinnet toplumu patolojisi her yerde sürmekte!
Ali Akay kimdir?
Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.
Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır.
1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.
Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır.
|