13 Temmuz 2020

Zamanda kayma: Yaralı kimlikler

Şirazesi kaymış bir zaman içine girdik ve bu zamanda yüzmeye devam ediyoruz. Takımyıldızları bir türlü tekrar yerlerini bulamıyor

17. yüzyıl Hollanda’sı bir cumhuriyetti. Denizci bir millet olarak doğa ve denizle mücadele içinde yaşamaktaydılar. Bu yüzyıl onların kapitalizmi oldu. Ve bu yüzyıl en azından üç büyük isim çıkardı: Baruch Spinoza, Güneyden gelmişti, Akdeniz ülkelerinin kültürüne sahip bir aileden geliyordu; Akdeniz’den Kuzey’e kaçmak zorunda kalmışlardı. Fransa üzerinden daha da Kuzey’e çıkmış bir aileden ve onun yapısından ve alışkanlıklarından gelmişti; ama bunu kırabildi. Evrenseli kendi tek sesli düşüncesinde bularak doğayı yüceltti. Johannes Vermeer, Spinoza’nın düşüncelerinden beslenen bir çevreye dahil oldu; bu çevre doğa felsefesi ve Tanrı’nın doğa olarak tasviriyle beslendi. Işık, o anlamda, bilginin imkanını sağlamaktaydı. Işık bilgiydi (gnose). Bilgi ikili bir yapıya sahip olarak doğanın gizeminin arkasında yatan aydınlığı aramaktaydı. Kurucu ilahi ile sevgi ilahisi arasındaki ayrımda, ikincinin dünyasına varmak için bilgiye ihtiyaç duymaktaydı. Bu bilgi güneş merkezli olan dünyanın bir çevre, bir uydu olduğunun bilincine varmıştı. Rönesans dünyasının ilkelerine sadık bir bilgiyi ve medeniyeti aramaktaydı Spinoza da, Vermeer de. Ve, üçüncü bir dahi olan Rembrandt da aydınlığı aramaktaydı: Doğadaki, ilahi olandaki ve karanlığın ardından saklı olarak gelen ışığın aydınlığındaki.

Bu üç dahi yan yana olmasalar bile dönemlerinin ışığında büyümüşlerdi. Suyun, denizin kokusunu, kanalların sularının karanlığından geçen ışığın peşindeydiler. Kapitalizm onlara bu büyüme imkanının içinden geçmelerini kapitalist merkezileşmenin gücünde vermekteydi. Şehir olarak, ticaretiyle, çok farklı renklerden insanlarıyla, çok farklı dinlerden gelenleriyle ve mallarıyla Amsterdam sermayenin merkeziydi. Bunlar hep birlikteydiler. O halde, düşünce ve sanatlar, kapitalizmin içinde, kendilerine ait gücü akıtmaktaydı insanlığın ortasına. Bilhassa Yahudi ve Hıristiyan kültürü kendi bağrından gelen çizgilerin izlerini iplik bağından kopararak çözecek olan düşünürleri ve sanatçı düşünürleri ortaya çıkaracak imkan koşullarını hayata geçirmişti. Hayat yeşermişti; aydınlık, karanlık bir dogmatizmin ardından parıldamaya başlamıştı. Bu ışık 20. yüzyılın sonuna kadar kuvvetini taşımayı bildi. Biz de bu ışıktan yararlandık; belki daha sonra doğacak olanlar da bunun izini sürecekler.

Arada çok zaman geçti ve son elli yıl aydınlıktan karanlığa doğru akmakta olan bir zamanın şartlarını imkanlı kıldı. "Kış Yılları" adını vermişlerdi 1980’li yıllara. Felix Guattari’nin depresyonu 1980’lerin gri-karanlığında başladı. Karanlığın, aydınlığın ışığını kapatması bu dönemlere kadar geri gitmekte. Ve, aydınlığı ve özgürlüğü unutmak "otuz zafer" yılından sonra çok daha zordu; karanlıklar çağına tekrar oturmak hüzünlü oldu. Hukuk, adalet, eşitsizlik ve bununla işleyen birçok "karanlık ideolojiyi" besleyen topraklarının kuraklığı can vermekteydi. Karanlık ve dışlama yeniden hortlamaya yüz tuttu. Ne kadar canlı varsa hepsine sirayet edecek bir doğa düşmanlığını, karanlık fikirlerin dogmatikliğine teslim edecek olan düşünceler üremeye başladı.

Yaralar çoğaldı. Yaralılar savaşı beklemediler. Ruh zaten yaralı hale girmişti. Hakimlerin de ezilenlerin de ruhları üşümeye başlamıştı. Ruh yaralıydı artık. O yaralı ve nazik ruhlar kendilerinin haksızlığa maruz kaldıklarını iddia etmeye başladılar ve zaten yara almışlardı; dokunsan ağlayacak haldeydiler. O zaman, 1990’lara doğru yaralıların haklarını savunacak olan bir söylem Amerikan merkezli olarak baş gösterdi; yeni hukuki normlar ortaya koymaya başladı. Bu pozitif ayrımcılık, fark üzerinden işlemekteydi. Böylece, farkların hukuki statüleri ortaya atılmaya başlandı. Bunlar gittikçe çeşitlenen kimlikler olarak talepkâr oldular. Ve sonsuzcasına fark birbirinin ardından yeşerdi; her biri kendi haklarını çağırmaktayken, her biri diğerine düşman olmaya başladı. Yetkili merci olan evrensel hukuk bu ayrılmalara çare bulamaz vaziyete girdiğinde, evrensel mercilerin krizi ile kimlik arayan yaralıların hukuki talepleri art arda sıralandı: Kadın, çocuk, cinsel ve etnik kimliklerden çeşitlenmeler, dini kimliklerin her biri sonsuzcasına bölünerek çoğaldılar. Her yaralı kimlik adalet istemeye başladı.

21. yüzyıl kapitalizmi kendi imkanlarını yok etmeye başladı. Sömürüyü işçiden doğaya aktardı, sonra da robotik bunun yerini almaya başladı. Egemenlik halkın oldu gerçekten; çünkü hukuku artık toplumsal normlar ve duyarlılıklar belirlemeye başladı. Tabandan gelen halk kurallarını koymaya başladı. Tepedekiler bu normları izleyerek iktidarda kalmaya ve kendi meşruluklarını bulmaya çalıştılar. Her yer kendi liberalizminin kurallarını ve normlarını belirlemeye başladığında, küresel kapitalizmin kurallarının yerine geçen yerelliklerin kuralları öne çıkmaya başladı. Evrensel de (devlet hukuku) Ekümenik de (dini hukuk-kanon ) kendi meşruluğunu kaybettiğinde yeni kurallar icat edilmeye başlandı.

Artık yaralı insanların kolektif ve gruplara dair hakları söz konusuydu. Her biri bakışını, diğer başka birine sansür uygulamaya doğru çevirdi. Rüzgarın estiği yer; özgürlüklerin genişlemesine değil ama haksızlıkların adaleti tecelli etmesine döndü. Her madun grup kendi adaletini istemeye başladı. İktidarlar yönetimi, o halde, evrensele dönük olarak hareket etmeyi bırakıp, kendi grubunun madun halini gidermeye çalışan siyasi rejimlere teslim ettiler.  Onlar da sadece kendi sosyalliklerine ve kimlik taşıyan gruplarına döndüler yüzlerini. Birleşen değil, bölünen ve çoğalan gruplara bıraktı yerini, toplum adındaki bileşim.

Kış yılları geride kaldı. Yerini bulaşan kimliklere bıraktı. Kuralların baştan belirlendiği yeni bir kriz; hem ekonomiyi hem de barışı tehdit etti artık. Şirazesi kaymış bir zaman içine girdik ve bu zamanda yüzmeye devam ediyoruz. Takımyıldızları bir türlü tekrar yerlerini bulamıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Vardın mı?

Toplumsal alanın içindeki cins kimlikleri arası anlaşmazlıkların aşılması ve barışın vurgulanması için 25 Kasım’ın duyurulması ve yaygınlaştırılması ehemmiyetli gözükmekte

Kriz nerede?

Sıkışan ve sayıca azalan hâkim bir burjuvazi ile orta üst sınıfların, eski devlet memurlarının ve de daha sonra “orta direk” olarak ortaya çıkanların ekonomik krizden kuvvetli bir şekilde etkilendiğini gözlemlemekteyiz. Alt diye adlandırılan sınıfların ise, maaşlı, emekli, işsiz vb. “açlık sınırında” olduğu belirtiliyor: Kriz!

Lizbon’da sanat haftası

Bu sene şehrin üç önemli müzesi Lisbon Art Weekend’in LAW’ın organizasyonunun içine girmiş bulunmakta: Gulbenkian Müzesi, MAAT Sanat, Mimari ve Teknoloji Müzesi ve de koleksiyonunda Picasso, Duchamp, Miro, Ernst, Bacon, Bourgeois, Judd gibi uluslararası sanat tarihi ustalarını bulunduran MAC/CCB. Bu müzelerde dünyanın önemli çağdaş sanatçıları sergilenmekte

"
"