Bu yıl biterken, sanırım en dikkat çekici olarak akıllarda kalacak olan şey bir yandan Eylül ayında Avrupa Konseyi'nin Bakanlar Komitesi'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hüküm ve kararlarına uyulmaması ve diğer yandan Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığının kale alınmaması olacak. Galiba, ilk olarak 2016 yılında "Anayasa Mahkemesi'nin kararlarına sessiz kalınarak, saygı duyulmadığı" söylenen bir durumdan bugün bu Mahkeme'nin kararlarının dinlenmediği bir duruma girilmiş bulunuyor. Anayasa bireylerin toplum içinde yaşamalarını, bireysel haklarını savunmalarını, ekonomik olarak istediklerinin sağlanmasını garanti altına alacak olan yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlayan (içtihadı benimseyen) bir kurum. "Yargı fonksiyonun en yüksek kurumu olan Anayasa Mahkemesi'nin" kararının dinlenmemesi Anayasanın değiştirilmesi tartışmalarını beraberinde canlandırmakta mıdır? Böylece yeni bir Anayasa istenci öngörülmekte midir?
Seza Paker - İsimsiz (Aile Ağacı) 1, 2011
Bir zamanlar tarihte, Fransız hukukunun hapishaneler ile alakasındaki çelişki şimdi burada mı yaşanmakta? Fransa'da 19. yüzyılda, hapishane sistemi, hukukun ve kanunların kendi iç işlerine girmesinden kaçmaktayken, hukuk da hapishane sistemini denetlemek istemekteydi. Bu ikili mücadele, birbirlerine heterojen ilişkilerle sürdürülmekteydi. 1810 yılında "kanunun hapishaneye giremediğinden" yakınan 18. Louis döneminde Kral'ın Devlet Bakanlığı'nı yapmış olan aristokrat Dük Elie Louis Decazes idi (1780-1860). Burada ilginç olan "toplum kuvvetli" oldukça cezaların hafiflemesinin, "zayıf oldukça" ise cezaların ağırlaşmasının söz konusu olmuş olması. Buradan anlaşılan ise cezaların değil de "toplumların vaziyetinin" daha ön planda tutulmasıdır. 1970'lerin başında Michel Foucault bu konuların üzerinde durmaktaydı
Gelelim, yine, bitirmekte olduğumuz bu seneye: Nerdeyse her gün yeni bir skandal yaşayan "cinnet toplumu" olduğumuzu yazdım. Tabii bu seneye ait bir durum değil, yıllardır bu süreci yaşamaktayız ve önümüzdeki sene de bunu yaşamaya devam edeceğiz anlaşılan. Fakat asıl seneyi bağlayacak olan belki de demokrasinin artık tedavülden kaldırılmakta olduğu olacak. Demokratik hakların varlığı bile bugünkü dünyada zorlaşmaya başlamış vaziyette.
İkincisi, antroposen çağında yaşadığımızın artık pek konuşulmaması. Doğa ve insan arasındaki antlaşmanın bozulduğu bir çağda, küresel ısınma, suların azalmasıyla at başı giden şehirleri sellerin basması ve de kuraklık; hepsinin yan yana birlikte var olmasını yaşamaktayız. Covid salgını sırasında, şehirlerde insanların evlere kapanmasıyla, doğanın yeşerdiğini ve hayvanların şehirlere geldiğini gördük. Denizlerin temizlenmeye başladığı imajlarını takip ettik. 2023 yılında bu tartışmalara pek yer verilmediğini gözlemledik, sanırım. Seçimler yılın yarısını aldı. Seçimlerden sonra da Anayasa Mahkemesi'nin verdiği kararların iki kez uygulanmamasıyla ikinci yarıyı geçirdik. Suçun değil fakat ideolojik tarafların çıkarlarının ön plana alınmakta olduğunu medyadan takip ettik. Medya bu konularla ilgilendi.
Üçüncüsü bu yılın da evvelki yıllar gibi dünya nüfusunun güneyden kuzeye akan mülteci akımının; AB Komisyonu'nun, Avrupa Parlamentosu'nun üye ülkelerle birlikte aldığı kararlarla sığınma ve göçe kısıtlama getirmeye başlamasıyla sıkışması bir yanda. Diğer yanda, bu sefer güneyden güneye doğru giden bir insan kütlesine dönüşmesi gözlemlenmekte. Myanmar'dan Arkanlı Müslümanların Endonezya'ya, Bangladeş'e, Tayland'a ve bilhassa Afgan, İranlı, Ukraynalı, Rus ve Suriyelilerin Türkiye'ye göçü ve nüfusun bu topraklarda kalmak üzere yerleşmeye başlaması yaşandı. İnsan tragedyası "yersizyurdsuzlaşan dünyayı" sarsmaya devam etmekte.
Dördüncü olarak, en fenası, savaşları görmeye başladık! Savaşların geri geldiğini gördüğümüz zaman, "siyasetin savaşın başka koşullardaki sürekliliği" sözünü hatırlamadan geçemiyoruz. Dost ve düşman ikiliği, hem sporda hem de siyasi ve toplumsal alanda taraftarları ve fanatikleri ortaya koymakta. Ve hooligan yaşama doğru gitmekteyiz. Bilim kurgu filmlerinin yansıttığı gerçeklik aslında bize, insanlara göre değil; ama bunu yaşamaya başladığımızı görmek de çok depresif bir psikolojiyi toplumlara vermekte değil mi?
Seza Paker - İsimsiz (Aile Ağacı) 3, 2011
Bir yandan "aşırılıklar çağında" yaşamaktayken, Baudrillard'ın "hepimiz rehineyiz" şiarı akla gelmiyor değil: Bunu "ötekinin" ortadan kalktığı bir süreçte, zincirlerinden boşalan bir tanımamışlık içinde yaşamaktayız. Karşımızda bizim gibi olmayanı tamamen reddetmeye başlayan bir söylem toplumların içine yerleşmeye başlamış durumda. Ötekiyle olan mücadele bir tanıma ve tanınma kavgasıydı. Birbirlerini kabul etme ve kabul ettirme mücadelesiydi. Ama artık "öteki" yok sayılmaya başlamış ve bir taraf diğer tarafları görmezden gelmeye başlamışsa ve siyasi söylem, küfürlerle çirkinleşmeye yüz tutmuşsa, o zaman ahlaki olmayan bir dil ve bakış topluma yansımaya başlamış demektir. Tanımama üzerine kurulu olan karşılıklı bakışların geldiği noktanın içinde artık ötekinin ayrı değil namevcudiyeti söz konusu olmaya başladığında, sonunda geriye kaotik bir toplumsal vaziyette aşırılıklar kalmaya başlar. Aşırılıklar toplumsal normların dışına çıktığında, geriye yapılmayacakları yapan, söylenmeyecekleri söylemeye başlayan bir ortam kalır. Bu patolojik durumda toplum çıldırmaya başlayacaktır. Ve zaten toplumlar dünyanın birçok yerinde şirazesinden çıkmış söylemlerle yönetilmeye başlanmıştır.
Yeni yıla girerken bu anlamda, hınç insanlarının, trollerin, söylenti yayanların, dedikoduların, gerçeği var mı yok mu bilmediğimiz söylentilerin içinden geçen bir toplumsal alanda olduğumuzu fark etmekteyiz. Neredeyse "herkesin herkesle kavgası" olan bir durum içinde "asayiş berkemal" bir ortamda yaşamaya başladık. Her işittiğimiz veya gördüğümüz şey şiddet taşımakta. Öfke her yeri sarmış ve nereye akacağı belli olmaz bir şekilde kaymakta, oradan oraya salınmakta.
Kas liflerini koparan Kaos'u (Tyfon) Sicilya'da Etna dağına hapseden Zeus'un düzeni kurmasının gerisine gittiğimiz bir ortamdayız. Bu kaosun içinde, ortalama bir durumda bir o yana bir bu yana giderek yaşamaya çalışıyoruz. 21. yüzyıl başı için, modernliğin sekteye uğradığı, insan hakları çok konuşulsa da aslında işlemediği bir dünya içinde olduğumuzu görmekteyiz.
19. yüzyılın ortasında Henrich Heine şöyle yazmıştı: "Kafaları kazınmış vaziyette/ Hepsi radikal, hepsi tüyleri dökülmüş fare". 2023 yılını bu kadar gaddar bir sözle bitirmek güzel değil tabii. Ancak canavarca ve öfke dolu bir yılı geride bırakıyoruz bütün dünyada.
Bunlara rağmen çok kez tekrarladığım lafı bir kez daha yineliyorum: "Umut mutluğun bir ödüncü müdür?" Aynı zamanda "Aile Ağacı" yeni yılın bir verisi değil midir, hele bir de hediyelerle dolu olsa?
Ali Akay kimdir?
Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.
Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır.
1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.
Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır.
|