Bugünün gençliğinin ekolojiyle ilişkisi aşikar hale gelmeye başladı. Bilhassa geçtiğimiz hafta sonunda bütün dünyada gençlerin iklim sorununa dikkat çekmek için gerçekleştirdikleri “dersleri kırma” eylemi bize yeni bir eşikte olduğumuzu gösteriyor. Bu eşik 1970’li yıllardan beri varlığını siyasi olarak ortaya koymaktaydı. İlk hareket Almanya’daki Yeşillerin kıyafetlerinde görülmüştü. Meclise koyu renk takım elbise yerine blue-jean pantolonları ve gömleklerle gitmeleriyle yeni bir döneme girilmişti. Bir anlamda, Amerika’dan dünyaya yayılan bir moda vardı. Bu tip şehir dışı alanların ve kırlık yerlerin görüntüsüne ait kıyafet, sembolik olarak blue-jean, mecliste başka bir siyaseti görünür kılmaya başlanmıştı. Bilindiği gibi, “işçi mavisi” renkli kıyafetler 19. yüzyılın sonuna doğru Fransa’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne taşınmıştı. “İşçi mavisi” pantolonlar, bu sefer Amerika’dan Fransa’ya taşındığında Yeşiller Meclis’e böyle girmeye başladı. 1968’de işçi mavisi renkli pantolonların gündemde olduğunu, hatta moda olarak da bu kıyafetlerin 1970’lere taşınmış olduğunu hatırlatmak gerekecek.
Daha o dönemlerde bu yeni kıyafet biçimleriyle yeşiller doğa ve çevre sorunlarını gündeme taşımışlardı; ancak bugün başka bir görüngü etrafımızı sarmakta. Gençlerin gelecek kaygılarını besleyen ve “Gelecek yoksa o zaman neden eğitim alıp meslek sahibi olalım ki?” sorusu etrafında dönen basit olduğu kadar anlaşılması da kolay olan bir slogan dünya gençlerinin sorunu olarak ortada durmaktadır.
Burada; başka bir sorun ise, ortak (müşterek) kavramı üzerine dönmekte. Ortak bir gelecek yoksa hep beraber yaşanacak, nefes alınacak bireysel kurtulma veya ülke çıkışları imkanı yoktur. Ülke farkı, dil farkı, din farkı, deri rengi farkı olmaksızın ortak olan bir hayat tek çıkış durmakta. Ortak zemin, ortak sorunlar, ortak bir şekilde gençler tarafından bu gidişata siyasi çare aramanın gerekliliği vurgulanmakta.
İsveçli Greta Thunberg ile başlayan, Avrupa’nın çeşitli yerlerini saran bu hareket İstanbul’da da benzer bir protestoya yol açtı. Bebek Parkında her cuma günü bekleyen oldukça genç hatta çocuk diyebileceğimiz insanlar ellerinde pankartlarla okula gitmek yerine iklimin korunmasını talep etmekte. Bunu başlatan çocuk ise: Atlas. Ona eşlik edenler de aynı kaygıları taşımakta. Bebek Parkında iklimin korunması için toplananlar “Başka Bir Dünya Yok!” diyerek başka bir gezegende yaşama ihtimalimizin olmadığını ve bunun bugün için bilim-kurgu olmaktan öteye gidemeyeceğini hatırlatmaktalar: Ortak sorun için ortak karar vermek. Ortak olan hava, su, ateş ve toprak. Bunlar dört temel öğeyi meydana getirmekte. İyonya dünyası ön-filozofları için önemli olan bu elementler hayatı meydana getirdiği gibi yaşamımızı besleyen şeyler arasında da sayılmaktalar.
Bu söz konusu ortaklık sorunu bizi doğayla birlikte var olmayı sağlayacaktır. Doğa ile bütünleşme. Bu durumda 2005 yılında yapmış olduğumuz bir serginin adı çıkıyor karşımıza: “Doğayla Bulaşmak” (sanatçılar: Ayşe Erkmen, İnci Eviner, Saza Paker, Canan Tolon, Ergin Çavuşoğlu) sergisi bu yeni soruna ışık tutmak niyetindeydi. Bir bakıma Türkçe olarak bir araya gelmeyecek ikilinin (bir ismin ve bir fiilin) bütünleşmesini ifade etmekteydi. Doğayla bütünleşme olabilirdi; ama doğayla bulaşmak gramer-dışı bir anlamı, başka bir anlamı beraberinde getirmekteydi: Doğaya bulaşmak değildi bu. Doğayla birleşirken doğaya sirayet etme eylemini vermekteydi. Bir o kadar da doğa bize sirayet etmekteydi. İkili kapma ilişkisiydi bu : Oluşlar; biri değişirken diğeri de değişmektedir.
Bugün doğa olarak adlandırdığımız sadece Gaia değil; diğer elementler de işin içine girmiş vaziyette. Sular, denizler, açık denizler özgürlük alanları olarak sunulan ve düşünülen yerler küresel kapitalizme ait malların dolaşımını sağlamakta, okyanuslar arası yolculuklarda. Sanayi denizciliği, balıkçılığı yok etmekte (bu durum daha 1950-60’lardan beri Akdeniz’de büyük bir sorun olarak anlatılmakta Fernand Braudel tarafından. Biz de İstanbul’da 1970’lerin sonları ve 1980’lerde Japon balıkçı sanayi teknelerinin kitlesel avlanmalarının, büyük küçük-yavru balık demeden avlanmalarının neticesinde balıksızlığı, daha doğrusu balık türlerinin azaldığı metal ihtiva eden bir denizdeki balıkçılığın sorunlarını yaşamaya başladık. Bunlar hep bugünün ekolojik sorunları arasında). Betonlaşma olarak adlandırılan insanların yığıldığı “kitle şehirlerindeki” inşaat betonunun ekolojik zararlarını her gün okumaktayız, gazetelerde, sosyal medyada. Ağaçsız bir betonlaşmanın sorunlarını yaşamaktayız. Hava kirliliğinin sağlığı tehdit eden halini yaşamaktayız. Nefes almak için ihtiyaç duyulan ağaç yapraklarına ve yeşilliklere, parklara duyulan ihtiyaç, parkları şehrin belli yerlerine, çeperlere toplamakla halledilebilecek gibi değil! Bütün bunları biz yaşamaktayız, dünyanın nerdeyse her yerinde.
O halde, ortak bir sorun var. Ortaklık şirketlerin ortaklığı olmaktan çok uzak. Bir yerde değil, yanı başımızda! Hava, su, toprak, beslenme sorunları, bunlar hepimizin ortak maddi materyalleri olarak durmakta. Ve elimizden kaçıp gitmekte bütün bunlar: Özelleştirmelerle, topraklar, sular, kaynaklar. Geriye hava kalıyor, ama o da kirlenmiş haliyle solumaya başladığımız bir element durumunda ne yazık ki! Ateş ise bizim aklımızı başımızdan almış gibi duruyor. Toplumun akıl sağlığının pek yerinde olmadığını izliyoruz, okuyoruz. Ateşlenmekte olduğumuzu fark etmeden geçemiyoruz. Ortak bir ateşlenme (hastalıklar ve silah kullanımı), hastalık içindeyiz. Aklımızı kullanamayacak kadar tutku ve hırsla dolmuş bir şekilde yaşıyoruz. Irkçılık, yabancı düşmanlığı, anti-semitizm, din düşmanlığı, etnik düşmanlıklar, siyasi düşmanlıklar vb. Bunlar yakınlarımızda dolaşmakta. Her an yeniden “haklı mücadele”, “haklı savaş” kavramlarıyla etrafımız ateş altında. Halbuki aradan bir başka vektör geçip gitmekte... Yakalamak zorundayız bu yeni vektörü.
Gençler, hatta çocuklar doğayı ve dünyayı ortak sorunlarıyla kavramanın zorunluluğunu hatırlatmakta bugün. Ortak bilincimiz artık gelecek nesillere kalmış vaziyette; çünkü daha sonra bu dünyayı paylaşacak olan ortak sorunları yaşayacak olanlar da onlar. Onlara kulak vermeyi ihmal etmemek lazım. Bilim ve politikanın, yani düşünenler ve deney yapanlar ile siyasi karar alacakların da ortak olması gerekiyor, bu ortak dünyasal yaşam mücadelesinde.
Doğayla bulaşmak gerekecek!