28 Ocak 2022

Yalan

Günümüzde dikkat çekici sosyal bir vaka ortaya çıkmakta ve bunun çok belirgin bir şekilde toplumsal ve siyasi alanın tümüne yayılmakta olduğunu gözlemlemekteyiz: Gitgide insanların daha rahat ve hoyratça yalan söylemeye başlamaları (bakkaldan taksi şoförüne, otelciden emlakçıya vb. kadar).

Günümüzde dikkat çekici sosyal bir vaka ortaya çıkmakta ve bunun çok belirgin bir şekilde toplumsal ve siyasi alanın tümüne yayılmakta olduğunu gözlemlemekteyiz: Gitgide insanların daha rahat ve hoyratça yalan söylemeye başlamaları (bakkaldan taksi şoförüne, otelciden emlakçıya vb. kadar).

Ancak iş dünyası içindeki yalanların yanına eklenen ve gündelik yaşamın bir parçası haline giren yalan alışkanlığı inanılmaz boyutlarda geliştiyse, burada sadece insanların ruhunu etkileyen hayatlarına değil ama aynı zamanda bu hayat biçimimin yaşandığı politik ekonomiye de bakmak gerekecek, kanımca.  Pozitivizm terakki ve düzen üzerine kurulu bir rejim olarak 19.yüzyıla damgasını vurduysa da, kapitalizmin içinde sermayenin yavaş yavaş kendi kurallarını değiştirerek, kendi düzeninden çekilmeye başlamasıyla, düzeni de kendinden sallanmaya başlamadı mı?

Emek ve sermaye karşıtlığı üzerine oturmuş bir sistem yerine sermayenin yersiz yurtsuzlaştığı oranın hızında giderek, ani virajlar yaparak, emeğin de işlerliğine doğal olarak karışmış gözüküyor. Emek artık emeklemekte, sermayenin yer değiştirmek zorunda kaldığından beri, yerini kaybetmekte ve böylece emek işlemez hale sokulmakta. Buna teknolojik devrim adını verenler olduğu gibi J.Rifkin gibileri “emeğin sonundan” söz eden kitapların yazarları oldular. Emek, göç ve iltica sürecine girdi.

Yalan burada da emeği bu sefer yakaladı. Yıllarca sermayenin yalanlarını dinleyen emek sermaye ortadan kalkmaya başlayarak, başka yerlere gittiğinde veya hatta “kış uykusunda” kar hadlerinin tekrar yükselmesini gerçekleştirecek süreçleri beklerken, emek de kaçmak için kimi zaman yalana baş vurmak zorunda kaldı. Batılı ülkelere sığınmaya çalışırken, Batılı sistemin sınırlarının kapanması karşısında kimi zaman yalanlar söyledi ve yalan bir yaşamın içinde kendisine yer edinmeye çalıştı. Kimi zaman siyasi mülteci gibi gösterdi kendisini, kimi zaman ise parayla alınmış mahkeme raporlarıyla tutunmaya çalıştı.

Batı ise başka bir yalanın içinde buldu kendisini, vaatlerde bulundu, ilk otuz yıllık zafer dönemi içinde. Sonra da Jacques Ranicere’in tabiriyle “otuz zafersizlik” yıllarında hep kandırdı kapitalist sistem, hem kendi vatandaşlarını hem de göçmenleri. Kimi zaman onlara kağıtlarını vererek kimi zaman ise onlardan kağıtlarını ve oturma izinlerini geri alarak. Yalan ve dolan bir sistemin adı olmaya başladığında siyasiler de ekonomistler de ve hatta bazı kurumlar da bu yalanlara ortak olmakta gecikmediler. Son otuz yıl boyunca neredeyse değişmeyen konular üzerinden yalanlar söyledi. Göçmenler, yabancı işçilerin çoğalması, göç ve kültür sorunları vb. işsizlik ve güvenlik söylemlerine sarıldı ülkeler. Vatandaşların paralarını işsiz yabancılara harcayan bir hükümet söylemi aşırı sağı gündeme getirdi ve bugün nerdeyse taçlandırmakta.

Fake-news ve post-truth kavramları bu söz konusu edilen popülizmin içinden geçerek, güvenlik, kültür hegemonyası derken ırkçılığı aldı ortaya sürdü. Sivil haklardan vatandaşın milliyetçi haklarına gelindiğinde, kapalı toplum yalanları ortalığı kavurmaya başladı; halbuki her şey küreseldi ve küresel olmaya da devam etmekte. Bu süreçte insanlar yabancılar ve yereller olarak ayrılmaya başladılar birbirlerinden. Bu ayrım sadece ülke sınırı ayrımları olmaktan çıkarılıp, yaşam biçimleri ayrımına sokulduğunda iş işten geçmiş oldu. Yalan işte tam da burada her tarafı aynı anda yakalamaya başladı.

Herkes birbirine yalan söylemeye çabaladığında, yalanlardan dedikodular üretildi. Hınç insanları ve linç insanları istedikleri gibi yalanlarına ortak olacak duygudaşlıkları bulmayı başarmaya başladılar. Yalan o kadar çok olduğunda kandırılacak olanlar da daha da kolay çoğaldılar. O kadar ki devletleri yönetenlerin yalanlarıyla bu yalanlara kananlar arasında yöneticiler de olmaya başladığında işin içinden nasıl çıkılacağına cevap bulmak elbette zorlaştı. Herkesin kandırma kabiliyetine göre yalanların boyutları sıra sıra dizilmeye başladı. Ve sonunda en basit yalanlara ve iftiralara kadar gitti bu durum. Yalandan geçilmez olundu.

İnsanların yaşamlarının değeri beş paraya indirildi. Dünya, tüketim ve üretim ürünlerinin fiyatları arasında sıkışan ümitsizlerle doldu. Bunlar ne yapacaklarını bilemediler. Hayatı sevenler bile hayattan zevk almamaya başladıkları vakit en büyük felaket ortaya çıktı. Durkheim’ın anomi olarak adlandırdığı durumlarda yabancılaşmalar insanları hayata küstürdü: İntihar vakaları!

“Cinnet toplumu” tam da bu dönemin adı olarak ortada kol gezmekte. Sinir içinde yaşayanlar, yalanlar ve yalanların bin bir tanesi! O zaman ölüm güdüsü zevk ilkesini bir kenara itmeye başladığında, yalan demek hayatın dışına taşınmayı kolaylaştırmak demek haline geldi. Yaşamlarda eşitsizlikler zaten vardı; ama hukuki veya ekonomik eşitsizliklere eklenen hayatın eşitsizlikleri baş gösterdi: Yaşam formları arasındaki eşitsizlikler hayata bağlanan ve bağlanmaktan vaz geçerek başkalarının canına kast etmeye kalkanlara yol açtı.

Cinayetler ve terör bu anlamda 19.yüzyıl anarşizminden çok büyük fark göstermekte. Siyasi bir yaşam biçimini öne süren anarkhe (anarşi) tam olarak kelime manasıyla düzen dışı anlamına gelmekte değil mi? Kapitalizmin yalanları sistemi anarşik olan ile birleştirdiğinde düzen ortadan kalkmakta tamamen. Ölüm güdüsü cinnet toplumlarında hayatı rehin almaya başlarsa ki, bu moment içine girilmiş gibi gözükmekte belki de, zevksiz bir yaşam içinde ahlakı veya etikayı aramak beyhude hale gelecektir. Bu dönemlerde ise filozofun yazmış olduğu gibi “şairlere ihtiyaç duyulmaktadır sıkıntı zamanlarında”.

Ne zaman sonuna gelebileceğiz acaba bu düzensizliğin? 

Yazarın Diğer Yazıları

Vardın mı?

Toplumsal alanın içindeki cins kimlikleri arası anlaşmazlıkların aşılması ve barışın vurgulanması için 25 Kasım’ın duyurulması ve yaygınlaştırılması ehemmiyetli gözükmekte

Kriz nerede?

Sıkışan ve sayıca azalan hâkim bir burjuvazi ile orta üst sınıfların, eski devlet memurlarının ve de daha sonra “orta direk” olarak ortaya çıkanların ekonomik krizden kuvvetli bir şekilde etkilendiğini gözlemlemekteyiz. Alt diye adlandırılan sınıfların ise, maaşlı, emekli, işsiz vb. “açlık sınırında” olduğu belirtiliyor: Kriz!

Lizbon’da sanat haftası

Bu sene şehrin üç önemli müzesi Lisbon Art Weekend’in LAW’ın organizasyonunun içine girmiş bulunmakta: Gulbenkian Müzesi, MAAT Sanat, Mimari ve Teknoloji Müzesi ve de koleksiyonunda Picasso, Duchamp, Miro, Ernst, Bacon, Bourgeois, Judd gibi uluslararası sanat tarihi ustalarını bulunduran MAC/CCB. Bu müzelerde dünyanın önemli çağdaş sanatçıları sergilenmekte

"
"