28 Ekim 2020

Toplumsal onur?..

Toplumsal oynaklık, ev bulma zorlukları, şiddetin içinde yerleşen preker ve sağlıksız yaşamlar ve çalışma koşulları borçlanmayla beraber yeni bir dizi oluşturdu. Tüketim çılgınlığında yarışan gençlerin maddi imkanlarının bulunmadığı zaman, artık onursuz bir yaşam ön plana konulmaya başlandı, ama burada da kimse tuhaf bir şey görmedi

"Cinnet toplumunda" yaşayan insanlarının önce değerlerini ve sonra da onurlarını kaybetmeye başlamasının ardında sadece ekonomik nedenleri değil, aynı zamanda değerler erozyonunu da görmek mümkündür. Bilhassa, 1970’lerin sonlarında, Sosyalist refah - devleti modeli sonrasında yolsuzluğun ortaya çıkmaya başladığını gözlemledik. Devletin denetim ve refah alanında çalışanlarının rüşvetle parayı değer olarak onura tercih etmeye başlamasıyla, "Doğu Bloku" olarak adlandırılan Avrupa’nın Sovyetler Birliği güdümlü coğrafyasında çöküş sinyallerinin verilmeye başladığını okuduk. Batı Avrupa’da ise, bir dokümanter filmin göstermiş olduğu gibi, 1970’lerin başında, Fransa’daki polis raporlarında, siyasi duvar sloganlarının istatistiklerinde "Stalin’i destekleyen" yazıların yerine, "Stalin’i yeren" sol eğilimli yazıların çoğalmaya başlaması komünist görüşün başka bir yere doğru yönelmekte olduğunu ispatlamaktaydı. 1970’lerde başlayan bu süreç sonrasında hız kazandı.

Onur sadece fakirlik yüzünden yolsuzluğa doğru yönelmeyi ortaya çıkarmadı; aynı zamanda onuru bir toplum değeri olmaktan çıkarmaya başladı, belki de. Bugünün toplumsal değerlerin erozyonunu yaşamaktayız. Birçok ülkede "kuruluş" veya "kurtuluş" değerlerinin ya ideolojik olarak ya da teknolojik olarak değer kaybına uğradığını gözlemlemekteyiz. Bilgi ve eğitimin bu değerlerin yer değiştirmesiyle bir ilişkisinin olmadığını düşünmek pek mümkün gözükmemekte. Ahlaki değerler kadar komşular arası ilişkilerin ve hatta aile içi ilişkilerin değişmekte olduğunu görmekteyiz. Oğlunu veya kızını şikâyet eden bir baba her zaman vardı; ama şikayetler şiddet uygulamalarına dönüşmeye başladı. Bu dönüşümün olmaması için, daha evvel yurttaşlık bilgisi, tutku, adetler ve akıl arasında bir dengeyi oluşturmaktaydı sanki! Onur yerine ekonomik çıkarların her ne pahasına olursa olsun değer olarak pratik edilmeye başlaması bir domino etkisiyle ağızdan ağıza yayılan hikâyelerin getirdiği yalan yanlış bilgi neticesinde değer olarak kabul edilmeye başlandı. Bu durum daha çok 1970'li yılların sonlarına tekabül etmekte ve bilhassa 1980 yıllarının darmadağın olan değerlerinde kendisini belirgin kılmaktaydı.

1980’li yıllarda, kolay para kazanma yolları arasında, toplumun daha evvel kötü gözle baktığı yaşam pratikleri gerçekleştirilmeye başlandı. Bu süreç zarfında fakirlerin daha fakirleşmesiyle birlikte prekaryalaşma süreci de başlamaktaydı. En çok konuşulan konular arasında işini kaybeden üçüncü sektör çalışanlarının, bu süreç zarfında, önce evini ve sonra da ailesini kaybederek, parklarda evsiz - barksız yaşar hale gelmesiydi. Sanatçılar ve tasarımcılar evsiz - barksızlar için 1990’li yıllarda birçok eser veya yaşam alanı tasarımları gerçekleştirdiler.

Onur değer kaybettikçe, daha zengin kesimlere onur katmaya başlayan bir transfer süreci yaşanmaya başlamıştı ki, onlar, bu sefer, daha da zenginleşmek için "hayali ihracat" gibi bazı pratikleri gerçekleştirmeye başladılar. Bu durum, onur kaybını toplum nezdinde daha da arttırdı. Değerlerin erozyonu akli olan ile yolsuzluğu yan yana getirmeye başladığında akıl insani değerleri başka bir yöne doğru sürüklemeye başladı. Onursuz davranmak ile "yırtmak" eşdeğer hale sokulmaya başlandı.

Onur, bir "enayilik" unsuru olarak gözükmeye başladığında ilk dönemlerde çok önemsenmedi belki; ama bu süreç otuz yılı aşan bir zamanda nesillerin değişimiyle birlikte bir norm haline dönüştüğünde, hem kültürel farklar hem normatif hale gelen yeni hayat tarzları neticesinde başka değerler topluma hakim olmaya başladı. Kültürel sermayede değerlerin yer değiştirmesi demek değerlerin bilgi, okumuşluk, namuslu bir hayat sürme üzerinden değil de "yırtmayı" gerçekleştirebilecek her türlü yolu mubah sayan bir hayatta örneklenmekteydi. Melih Vassaf’ın daha 1970’lerin başında adapte ettiği bir tiyatro piyesi Haldun Dormen Tiyatrosu’nda oynanmıştı. "Eski Çamlar Bardak Oldu" adlı piyes, Melih Vassaf tarafından bize bir aile dramı olarak sunulmaktaydı. Aile içindeki çocuklardan okuyup doktor olan bir ağabeyin başarılı olarak kabul edilen hayatının yanında, küçük kardeşinin haylaz bir talebe olarak futbolcu olmaya doğru yaşamını çevirmesi yeni toplumsal değerlerin para üzerinden nasıl elde edildiğine dair bir ipucu vermekteydi bizlere. Ailenin övünç kaynağı olarak kabul edilen doktor oğul yerine bu kaynağın futbolcuya doğru dönmesiyle değerler ters yüz edilmekteydi. Babanın sakladığı okuma ve meslek edinme üzerine kurulu değerin yönü doktorun değil de meşhur bir futbolcu olan küçük oğluna doğru döndüğünde değerlerin yer değiştirmiş olduğunu görmekteydik. Toplumsal bir değer olarak sporculuğun ön plana çıkmasıyla, aile içi değerler okumak ve çalışmaktan iyi bir sporcu olup çok para kazanabilen bir kişiye dönüşmeye başladı. 1980’lerin arabesk dünyasında ise damat adayları "futbolcu" veya "davulcu" olarak adlandırılmaktaydı. Bu, bize bazı mesleklerin aşağılanmasını değil, değer olarak yer değiştirmiş olduğunu göstermekteydi. Yoksa futbolcu olmak da müzisyen veya davulcu olmak da emek ve çalışma gerektiren mesleklerdir. Toplumun ilgi odakları değişmiştir artık, o kadar. Fakat daha sonra bu mesleklerin de sadece para üzerine kurulu bir hale gelip futbolun bir toplumsal kazanç haline sokulmasıyla değerlerin değişime uğradığını dünyanın her yerinde gördük. O zaman futbol ve pop kültür dünyasının üzerine kurulu bir yaşam biçimi geliştirilmeye başlandı. Top - on’laştı toplumlar. Birçok meslekte onurdan çok kazancın miktarı öne çıkarıldı.

Nüfusun artması çarpık şehirleşme ve eğitimin bu nüfusa yetmemeye başlamasının sürecinde köksüzleşen ve yersizyurtsuzlaşan başka bir kapitalizm (ulus - aşırı) sanayi kapitalizmin ve toplumsal yaşamının üzerinden geçerek yatay bir küresel sisteme yayılmaya başladı. Popüler sınıfların değerleriyle sanayi sonrası toplumsalının değerleri dönüşerek değişti. Belki de Nietzsche’nin "ahlakın ve değerlerin değerlendirilmesi" olarak adlandırdığı, kapitalizmden çok zihinsel Hıristiyan değerleri değiştirmek istemesi, 20. yüzyılın ikinci yarısında, bu sefer kapitalizmin değerlerini de değiştirmeye yaradı. 20. yüzyılda tersine işleyen süreç, yarım yüzyıl sonra, büyük dünya savaşlarının sonrasında, devrimci bir direnmeye muhalif "muhafazakâr devrimi" ortaya koyarken, değerlerin değişimini de hem geleneksel modeller hem de popüler değerler üzerinden kurmaya başladı. Ancak büyük nüfus gelenekselliği sahiplenmek yerine başka şekle girmeyi becerdi. Daha dindar, daha ırkçı, daha egemenlikçi bir toplumsal zihniyet popüler kültürde yer edindi. Bugün gerçek - sonrası ve popülist siyasete zemin burada hazırlandı, uzun vadede.

Toplumsal oynaklık, ev bulma zorlukları, şiddetin içinde yerleşen preker ve sağlıksız yaşamlar ve çalışma koşulları borçlanmayla beraber yeni bir dizi oluşturdu. Tüketim çılgınlığında yarışan gençlerin maddi imkanlarının bulunmadığı zaman, artık onursuz bir yaşam ön plana konulmaya başlandı, ama burada da kimse tuhaf bir şey görmedi. Normalleşmişti, çünkü bu yeni hayat koşullarında yaşam biçimi olarak eskiden utanılacak şeyleri gerçekleştirmek. Bu toplumsal, ekonomik, siyasi ve kültürel alanda bu şekilde yerleşmeye başladığında ucu "cinnet toplumuna" dönüşmeye doğru yüz tuttu. Geleneksel toplumlarda olmazsa olmaz olarak kabul edilen onurlu yaşam ve itibar terk edildi. Çöküş, belki de, buradan gelmekte. Ahlaki ve onursal çöküş toplumların bütünselleşmesine engel olmakta değil mi? Bu yeni durumdan adalet de payını aldı ve toplumsala olan inancı yerle bir etmeye başladı. Adalet onur üzerinden değerlendirilmekteydi; onur ikinci plana düşerse adalete olan inanç da herhalde zedelenecektir. Malını veya parasını kaybeden, borçlanan insanların, buna rağmen onurlarını korumalarına rağmen, bugün "borç takmak" üzere yaşayanların onurlarını ikinci plana atmış olduklarını söylemek yanlış mıdır? Kanaat toplumlarının değer erozyonu yaşanmakta değil mi? Kanaat yön değiştirmiş gözükmekte. Güce boyun eğen kanaat onuru başka bir sıraya koymaz mı? Bugünkü değerlerle başkalarının lafına göre yaşamak demek insani yaşam değerlerini kaybetmek demek değil midir? Utanma kalmazsa, kanaat onursuzlaşmış demektir. Hoyratlık, onursuzluk ve utanma eksikliği "cinnet toplumunu" hazırlamaya başlar. Utanma, onuru tekrar kazanmanın bir parçası değil miydi? Başka ne denebilir ki?

Yazarın Diğer Yazıları

Dostluk üzerine

Siyasi partilerin seçim sonuçlarında aldıkları seçmen oyları, mümkün olabildiği kadar, oyların eşit dağılımı üzerine kuruludur. O halde, neden hâlâ bazı düşmanlık sözleri toplumun içinde yer bulabilmekte ve hak arama imkanları kısıtlanabilmektedir?

Seçimlerde toplumsalın vektörleri

İstanbul odaklı söylemlerin içinden geçen ve Türkiye bütününde siyasilerin ve devlet aygıtlarının medya ve kamusal alandaki aktörlerin sahada boy gösterdiklerini izledi

Bir saha araştırması nedir?

Anket yapan sosyologların çok iyi bildikleri bir şey vardır. O da gazetecilerin bugün sıklıkla yaptıkları gibi gerçek veya kurgusal kişilikler üzerinden, vakalardan yola çıkarak haberi ifade etmelerinin sosyoloji olmadığıdır