Bugün, dünya ne diyor? Neye bakıyor? Nasıl yaşıyor? Nelere duyarlı? Hangi eğilimler ortaya çıkmakta? Bu sorular, içinde bulunduğumuz dünyadaki insanların genel olarak ne yaptıklarına değil de, nelere duyarlılık göstermekte olduklarına odaklanmakta. Bir bakıma, sosyolojik olarak, nasıl bir toplumda yaşamakta olduğumuz veya bu toplumun siyasi ve kültürel eğilimlerinin neler olduğu üzerine değil, nelere karşı dikkatli ve duyarlı olmaya başladığımız üzerine düşünmekteyiz. Bu, sosyologların pratik ettikleri gibi “durum analizi” yapmak veya Siyasal Bilimlerin kimin hangi partiye, hangi sebeple oy verdiğini incelemesi yerine, “insanlar nelere karşı duyarlı olmaya başladı?”, “Bu duyarlılık neden kültür ve sanat alanına yaslanmakta?” gibi sorular üzerine düşünmeyi tercih etmekteyiz.
Daha da muhafazakarlaşan siyasi partiler, daha da radikalleşen fikirleri taşıyanlar, ırkçılığı ve kadın düşmanlığını körükleyecek sözler söyleyenler, erkek egemen toplum normlarında ısrar edenler, erkeklerin şiddetini ileri sürenler ve savunanlar, kadınların doğurmasına karşı şirketlerdeki zaman kaybını hesaplamaya çalışanlar ve kadını evde görmek isteyenler, LGBT ye karşı duyarsız ve hatta saldırgan davrananlar, toplumsal kazanımların verdiği normlardaki değişimi geriye döndürüp taşımak isteyenler, dini modellere göre toplumları şekillendirmeye meyilli olanlar, yabancı ve etnik düşmanlığı yaymak isteyenler, büyü ve şeytana ait ayinleri ciddiye alanlar ve de hakim dinlerin idarecilerinin şeytana ve büyüye karşı dualar düzenleyen ortaçağ duyarlılıklarına ait “şeytan kovma” yöntemlerini pratik edenler (bilhassa son dönemde ABD’de) ülkeleri yönetmeye başladı.
Yukarıda saydıklarımız siyasi parti mensupları ve siyasi görüştekiler modernliğin kazanımlarını, refah devleti dönemlerindeki başarıları yok saymaktalar artık bugün. Bunlar ağıza alınamayacak lafları, bugün, gündeme tekrar taşıyarak (ırkçılık, anti-semitizm anti-müslüman, anti-göçmen ve anti-mülteci söylemler ve yabancı düşmanlığı), bir bakıma, herkesin içinden düşünüp de açığa çıkaramadığı duyguları ve düşünceleri ortaya açıkça sunmaktalar. Böylece de yasakları aştıklarını ileri sürmekteler. Bunları hep beraber izlemekteyiz; ama başka bir yöne baktığımızda bize doğru gelmekte ve bizim üzerimizden kat ederek geçmekte olanlar üzerine eğilmek ehemmiyetli durmakta. Burada artık biz, genelde sosyologların yaptıklarının ötesine geçerek “duyarlılık analizlerine” bakmaya başlayabiliriz Buna göre, ilginç bir şekilde olduğumuz dünyayı değil de gelmekte olan, yer altında bekleyen, minör oluşlara doğru açılmakta olan insanların yaşam biçimlerine ve eğilimlerine bakmak sanki geleceğe doğru bakmanın başka bir yolu gibi durmakta.
Bugün “modernlik sonrası” diye bakılan bir yaşam ve düşünce biçimi içinde, birçok yerleşik değerin demode olmaya başladığını ve bazı arkaizmlerin bu alana sızarak arkaik eğilimleri gün ışığına çıkarmaya başladığını uzun zamandan beri takip etmekte ve hatta bu durumun içinde, bütün yeğinliğiyle yaşamaktayız. Ama başka bir noktaya dönüp hangi alışkanlıkların oluşmaya başladığına baktığımızda, içinde bulunduğumuz toplumların başka ve yeni duyarlılıklar geliştirmekte olduğunu da gözlemleyebiliriz. Sadece dini duyguların yükselmesini, toplumların siyasal ve ekonomik tercihlerinin küreselleşme sonrası kapanmasını değil, aynı zamanda yemek tercihlerinde de değişimin ileri sürüldüğünü; buna uygun bazı yaşam biçimlerinin oluşmaya başladığını, şehirlere göçün ters bir ivme kazanıp şehirden kıra doğru bir göç akımın başlatıldığını, sanayinin yerine tarım alanlarının daha etken ve önemli olmaya başladığını da fark etmemek mümkün değil!
Önce vejetaryenlik olarak ortaya çıkan sonra vejetaryenliğe göre daha radikal bir biçim olan veganlığa dönüşen beslenme kültürünün yeni nesli etkilemekte olduğunu çevremizdeki bu yaşam biçimini tercih etmiş olanlara bakarak takip etmekteyiz. Bu tip sosyal dönüşümlerin marjinal olarak başlayarak daha sonra kitleye doğru yayıldığını her sosyolog bilir. Moda üzerine çalışmış olan sosyolog Lipovetsky’nin kitaplarında, yukarıdan aşağıya doğru gelişen toplumsal yaşam biçimlerini ve moda gibi bulaşarak yayılan toplumsal normları okuduk: Saraydan başlayan ve halka doğru inen uygarlaşma sürecinde nasıl elle yemek yemekten çatal bıçağa geçildiyse (Elias), modernlik dönemlerinde nasıl seramik tabaktan ve gümüş yemek takımından, önce demir, sonra da çeşitli alaşımlardan mamül bugünün fast-food mutfaklarında verilen melamin ve plastik malzemelere geçildiyse, bugün de başka bir yaşam ve yemek biçimi oluşmaya başladı (slow food). Hayvanların kesim merkezlerinde üretimi veya hızlı bir şekilde üretime sokulan tavuklara uygulanan şiddete kadar ilerleyen uygarlık artık kendisine bir çekidüzen vermeye başlamakta, belki de bunu müşterilerini kaybetmemek için yapmakta.
Benzer bir şekilde, sosyolojinin kurucularından biri olarak kayda geçmiş olan ve Durkheim'la teorik bir mücadeleyi başlatmış olan Gabriel Tarde insanlığın sosyal alandaki ilerlemesinin “imitasyon”(taklit) kavramıyla sağlandığını gösterdi. Toplumlarda taklit edilerek bulaşma oluşmakta. Bu süreç ancak yeni bir şey bulununca sekteye uğramakta, taklidin önüne geçen yaratıcılık yeni taklit modelleri oluşturana dek sürmektedir. Ve sonra, yeni taklit edilme pratikleri ortaya konulmaktadır.
Bugün, yeni yaşam biçimleri ve normları kendilerini açığa çıkarmaya başladı; yukarıda saydıklarımız bunlardan bazıları. Bunun yanında yeni yatırım alanları toplumsal ekonomiyi belirleyecek normları hazırlamakta: Robotik ve enformatik dünyanın yanı sıra, ekolojik ve insan-sonrası bir hayatın şekillenmeye başlaması ve üretim modellerinin farklılaşması: “sanatsal üretim biçimi” olarak adlandırılabilecek bir üretim biçiminin devreye girmeye başlaması (Martha Rosler) yaşam ve yeme biçimlerindeki sanatsal dönüşümü ortaya koymakta. Kırsal alanlara yönelen göç dalgası, aynı zamanda kendi tarımını yapan kişi sayısının artmasını sağlamakta. Doğal bir yaşam sürdürmek isteyen, biyo-üretimle karnını doyurmaya çalışan insan sayısındaki artış toplumsal yaşam biçimlerindeki değişimin “duyarlılık analizlerini” oluşturmaktadır. Yeni “sosyal duyarlılık analizleri”, “yeni sosyallikler analizine” ait olarak işlemeye başlamaktadır.
O halde, sadece popülist siyasi partilerin kazanmakta olduğu seçimleri, her tarafta rastladığımız şiddeti, her türlü asabiyet ve kirli cinayetleri taşıyan haberleri değil de, bunlara karşı oluşmakta olan duyarlılıklara da aynı zamanda unutmadan bakmaya başlayabiliriz: Sadece olmakta olanları değil, aynı zamanda yeni oluşmakta olan duyarlılıkları da analiz çerçevemize almamız, bize “olmakta olanı” değil, ama “oluşmakta olan” yeni sosyal duyarlılıkları gösterecektir.
Belki de: “Bugüne kadar filozoflar dünyayı farklı biçimlerde yorumlamakla yetindiler, aslolan onu değiştirmektir” (Marx’ın 11. tezi) önermesinin bize hatırlattığı değiştirmek önermesini “değişim aynı zamanda kendiliğinden de yaşanmakta olan bir durumdur; önemli olan bu değişimlerin farkına varmaktır” şeklindeki ikinci bir önermeyle tamamlayabilir miyiz ?