17 Haziran 2019

Şimdi ve sonrası

O zaman, içinde yaşadığımız zamanlarda bu düşünceleri hatırlamaya çok ihtiyaç duyulmakta değil midir? 

Yaşadığımız şu dönemlerde, neo-liberalizmi “sollamaya” çalışan hareketler çoğalmakta.  Sıkıntı sadece ekonomik olarak küreselleşmeyle başlayan açılma ve berberinde gelen ekolojik ve sosyal yıkım veya serbest ticaret değil, aynı zamanda kapanmadaki sert tepkili hareketler; içe kapanmanın  getirdiği “dost ve düşman” kavramları üzerine yerleşmeye başlayan sosyolojik ve tabii arkasında yatan siyasi söylemler.  

Neo-liberal ekonominin merkezi olarak gözüken Amerika’da yer edinmeye çalışan Beyazlar akımı, gelecekte Amerika’da ve dünyada siyahilerin sayısının artacağı paranoyası içinde geliştirilen anti-semit bir sosyal hareket. Düşünce liderleri biyolojik olarak   “Beyaz Gücü”  savunmaktalar. Beyaz ırk aynı zamanda kökenlerini arayan bir hareket olarak Avrupa’nın kuzeyinde barbarlarda araştırılmakta. Bu anlamda, Kuzey tanrılarına  duyulan inanç içinde mitolojik  olarak  gelişmekte. Bu hareket; 1920’lerdeki hareketi yeniden yaşamaya çalışmakta. Ve, bu dönemin korkunç  sonuçlarını yaşamış olan dünya mirasını unutarak, taşıyamamış olarak durmakta: Temerküz Kampları ve ötekilerin avı korkunç neticelere yol açtı. Ama; hala bu fikirlerin var olmaya devam etmesi insanın bir “unutan varlık” olduğunu bize hatırlatmaktan başka bir şey yapmıyor. Tekrar eden bu süreçler unutulup geri gelmekte her seferinde. Belki de,  tarihi unutkanlık insanlığa en çok acı veren yaşam biçimlerinden başkası  gibi gözükmemekte.

Diğer taraftan, yine Amerika merkezli bir sosyolojik hareket yukarıdaki örneğin tam tersi gibi duruyor. “Long Now” adlı bu yeni hareket geleceği düşünmekte ve şimdiki zamanı geleceğe yönelik bir şekilde ele almak istemekte . İçinde ünlü bilim adamlarının, müzisyenlerin, filozofların ve biyolojistlerin, video oyunları tasarımcılarının  iklimle uğraşanların (İngiliz müzisyen Brain Eno, Dany Hillis- ilk olarak hızlı  bilgisayarı keşfeden adam, vb.) olduğu bu grup gelecek zamanı “çok uzun dönem” gibi düşünmekte ve gelecek nesillere iyi bir dünya bırakmak istencinde. Kaliforniya merkezli olan bu Vakıf’ın mensupları yedi nesil sonraki yaşayanları düşünerek hareket etmenin doğru olduğuna inanmaktalar. Bu şekilde de empati geliştirmenin imkanlarını aramaktalar. Küreselleşmenin,  dünya için, başka yolları aranmakta ve kapanmaya karşı bir hareket olarak düşünülmekte. 

Bir think tank gurubu olarak  ortaya çıkan bu insanlar bilhassa sanatlarda ve kültürde kalıcı işleri yapmayı doğru bulmaktalar. Bu grup ticari bir şekle bürünmemek için çaba harcamakta ve özellikle “geleceğin uzun dönem olarak düşünülmesinin gerekliliğini” vurgulamakta:  Bir hızlandırma kültürü olarak kendisini ortaya koyuyor.  Bu grubu kuranların düşüncesine göre, daha evvelki nesiller bu şekilde yaşadılar ve torunlarını düşünerek dünyayı kurdular. Bu grup da eskiler gibi  gelecek nesillere birçok dilde miras bırakmak istemekte. Daha çok adalet ve daha çok empati kurmanın yollarını aramaktalar uzun vadeli bir zaman birimi içinde.

Silicon Walley ‘in bu yeni hareketi dünyayı ne kadar bağlayacak ve ne kadar etkili olacak şu anda belki belli değildir, ama uzun vadeli bir bakışın ekolojik hareket içindeki ehemmiyeti malumumuz. Sanki gelecek yokmuş gibi davranarak bilhassa eko-sistemi zora sokan küresel kapitalizme nazaran daha temkinli bir bakışa sahip olan bu grup artık “benden sonra tufan” zihniyetinden çıkmayı düşünmekte. Alman filozof Peter Sloterdijk’ın son kitabının adı olan “benden sonra tufan” daha Fransız ihtilali öncesinde kullanılmış olan bir deyim. Gelecek olmadan yaşamak ! Veya “Punk hareketinin” 1970’lerin sonunda yaşadığı gibi “Gelecek Yok !” hareketinin tam da küreselleşme öncesinde ortaya çıkmış olması bir rastlantı mıdır ? Bugün dünyada; açlık, savaşlar ve göçler ile birlikte iklim değişimi ve küresel ısınma gelecek üzerine düşünmek için önemli bir veri olarak durmakta değil mi ?

Bu iki hareketi değerlendirmeye kalkarsak, iki ayrı “gelecek sıkıntısından” bahsetmekte olduğumuzu fark edeceğiz. Birinde yok olacak olduğu iddia edilen  “beyaz ırkın” getirdiği ırkçı, dışlayıcı, içine kapanmayı arayan, kendi içinde yaşamayı isteyen ve yabancı düşmanı bir düşünceyi takip ediyoruz, diğerinde ise insanlığa daha iyi bir dünya bırakmak üzere ne yapılabileceği üzerine düşünülmekte olduğunu izliyoruz. Biri dışlayıcı ve genetik olarak  içe kapanan bir hareket olarak durmaktayken, diğeri, açılan ve hatta  zamana doğru da uzun vadeli bir şekilde açılan bir düşünce hareketi olarak çıkmakta karşımıza.

O zaman, çok eski bir felsefi düşünce gelip bizi bulacak. Ve bilhassa, bu iki akımla, eski Yunan’dan ve Roma’dan başlayan ve Batı’da Hıristiyanlığa geçerek modern yaşamlarımıza kadar gelmiş olan Stoacı bir düşünceyi hatırlayacağız. Dünyanın Logos’u olarak canlı varlık iki canlı hareketle yaşamayı sürdürmüştür. Biri titreşimleri  içeriden dışarıya doğru açılan harekettir, diğeri de yine titreşimlerle dışarıdan  içeriye doğru gelişerek kökene dönen harekettir.  Dışarı açılma hareketi empati yaratan ve ötekilerle karşılaşarak açılmayı sağlayan bir hareket olarak gelişmekteyken, diğeri içeri dönerek kendi tözünü ve birliğini arayan bir hareket olarak anlaşılmaktadır.

Stoa’cı düşünceye göre, canlı varlık bu iki hareketle yaşamaktadır: Biri hareketi merkeze doğru çekerek, kendi benliğini içeriden bulmayı isteyen hareket,  diğeri ise, merkezkaç bir hareket olarak kendisini dışarıya ve ötekilere açan ve onları kendisine davet eden bir hareket olarak işlemektedir. Bu iki hareket canlının doğal hareketleridir.  M.S. 129 yılında doğan Bergamalı antik düşünür ve tıp uzmanı Galien insanın  “hayati sıcaklığını” bu şekilde tarif etmişti: Önce yayılan ve sonra kendisine dönen bir hareket hayatı kurmaktadır. Bu iki hareket olmaksızın varlık canlılığını kaybedecektir; yani hareketsizleşmeye başlayacaktır. Açılma ve kapanma hareketi birbirlerini izlemektedir. Galien’e göre, bu ikili tansiyon içinde bilge insan kendisini kurmalıdır.

Pierre Hadot’nun öğretisinde, bu iki hareket için iki kavram geliştirilmiştir. İki eski kavram yukarıdaki ikili hareketi göstermektedir:  Epistrophe. Bu kavram  insan ruhunun evren ile kurduğu uyumdaki  hareketin adıdır. Bu hareket hayatın dışarıya doğru açıldığı ve ötekileri bulduğu harekettir. Kendisine benzemeyenlerle karşılaşma ve onlarla sevgi üzerine kurulu bir empati geliştirme hareketidir. Hem açılma hem de kendi özünü bulmak için içeriye doğru bakıp kendi birliğini bulma hareketidir. Popüler dilde “kendisiyle barışık” olarak nitelenen bu olsa gerek. Hem dışarısıyla hem de kendisiyle barışık olmak. Bu hareket, hem kendini tanıma ve kendiyle bütünleşme hem de dışarıya açılarak başkalarıyla barış içinde empati kurarak yaşayabilme hareketidir. Varlığın sonluluğu ve sonsuzluğu buradan gelmektedir (içine kapanan sonluluk ile dışarı açılan sonsuzluk).

Bu öğreti, Batı Hıristiyanlığına geldiği zaman başka bir kavram ile yenilenmiştir: Metanoia. Yani; ruhun allak bullak olması, ters çevrilmesiyle birlikte yeniden doğma veya doğruma: Rönesans. Yeniden doğuş hareketi bir metanoia hareketidir.  Dini anlamda, bedenden (etten) gelenin beden olmasıdır. Ruhtan gelen de bu anlamda ruh olacaktır: “Yaşlandıkça tekrar çocuk haline gelmezseniz gök yüzünün krallığına gitmeniz mümkün olmayacaktır !” Hıristiyan şiarının anlamı burada ortaya çıkmaktadır. Canlı varlık kendisine dönerek ebediyete kavuşacaktır.

Tüm Hıristiyan düşünce bu iki kavram arasındaki diyalektikte kendisini açığa verecektir. Ve, oradan Hegel’e (bilincin kendine dönmesi), Marx’a (insanın yabancılaşmaktan çıkıp gerçek kendine dönüşü), Husserl’e ( Pozitif bilimlerin dünyada kendini kaybetmesi hareketiyle epochè’de dünyayı kaybedip tekrar bulma hareketi; yani, insanın kendi evrensel bilincine varmasına ) kadar giden düşünce hareketi bunu göstermektedir.  

Bugün içe kapanma hareketlerinin çoğaldığını izlemekteyiz; ama aslında ikili hareket haline girmeden dengenin yaşanamadığını da, belki, unutmamak ve aklımızın bir yerinde tutmak gerekecek. İnsan beşeri bir varlık olarak unutmakta çünkü. Ama;unutmamak için de düşünsel ve zihinsel alıştırmalar yapmak, zaten felsefi ve dolayısıyla siyasi ve sosyolojik bir düşüncenin kendisi değil de nedir?  O zaman, içinde yaşadığımız zamanlarda bu düşünceleri hatırlamaya çok ihtiyaç duyulmakta değil midir ? 

Yazarın Diğer Yazıları

Dostluk üzerine

Siyasi partilerin seçim sonuçlarında aldıkları seçmen oyları, mümkün olabildiği kadar, oyların eşit dağılımı üzerine kuruludur. O halde, neden hâlâ bazı düşmanlık sözleri toplumun içinde yer bulabilmekte ve hak arama imkanları kısıtlanabilmektedir?

Seçimlerde toplumsalın vektörleri

İstanbul odaklı söylemlerin içinden geçen ve Türkiye bütününde siyasilerin ve devlet aygıtlarının medya ve kamusal alandaki aktörlerin sahada boy gösterdiklerini izledi

Bir saha araştırması nedir?

Anket yapan sosyologların çok iyi bildikleri bir şey vardır. O da gazetecilerin bugün sıklıkla yaptıkları gibi gerçek veya kurgusal kişilikler üzerinden, vakalardan yola çıkarak haberi ifade etmelerinin sosyoloji olmadığıdır