03 Şubat 2019

Sarkis ve Parac(j)anov: Bir atmosfer kol geziyor

"Ortaçağ üslubu resmin 1920’deki versiyonunu bize tarihi olarak taşırken, aynı zamanda kanatlanmasını engelleyecek olan ağır bir çerçeve ile başının üzerindeki altın haleleri seyircinin gözünün önüne seriyor"

Pera Müzesi çok ilginç ve çekici bir sergiye ev sahipliği yapmakta. Paracanov ((j) ile değil (c) ile yazıyorum, çünkü sanırım Ermeniler (c) gibi okuyorlar ve zaten can kelimesi çokça kullanılıyor (mesela Ali/can)) ve Sarkis müzenin dört ve beşinci katlarında birbirleriyle konuşarak eserlerini sergiliyor.  Üst katta, Sarkis’in eserlerinin  bulunduğu mekanda, merdivenlerden çıkınca sol taraftaki salonda, Sarkis’in korkuluğu siyah bir zebani gibi dikilmekte: Mekanın içindeki korkuluk bir haç gibi dikiliyor, üzerinde siyah bantlar sesleri saklamakta, ama aynı zamanda sanki ölüm, bir bellek gibi, üzerinde geçmişi saklamakta. Geçmiş, ölü bir geçmişi canlı gibi, orada, dikili bir şekilde saklamakta. Korku ile ölüm yanında hayat kendisini nefes almaya çağırmakta. Üzerindeki kumaşlar, heterojen bir şekilde dikilmiş. Dikilen bir anıt gibi ölüm dikilmekte, kumaşlar da aynı şekilde dikilmiş durumdalar. Kıyafetleri Türk kumaşından (öyle belirtilmiş). Önünde küçülerek duran bir monitörde, Paracanov  için yapmış olan videoda su üzerine suluboya gibi, su üzerine damlayarak biriken mumları gösteriyor; mum, ateş ve şüphe. Su ve ateşin psikanalizi.  Pamina ve Tamino’nun, imtihanlardan geçtikleri yolculuktaki su ve ateş egzersizlerinde oluğu gibi, Mozart’ın 1791 yılında kompoze ettiği Sihirli Flüt’ ünde, rahiplerin ellerindeki meşalelerle taşıdıkları ateş suyun üzerinden geçmekteydi. Sarkis’in videosunda da mum, ateşin etkisiyle eksilmekte ve eksilirken de suyun üzerini işgal etmekte: İsis ve Osiris güneşin aydınlık ışığı karanlığı aydınlatmaktadır...Bu oyunda genç adam bu sayede hayatı tekrar bulacaktır. Sarkis, burada imajlarında, hortlayanların ışığını aydınlatarak onların hayata tekrar geri gelmesini sağlayacak enerjiyi yaymakta. O zaman çocuklar şarkı söylemeye başlayacaklar: “ Yakında güneş çevrimsel hareketinde altını aydınlatacak ve sabahı meydana getirecek”. Sarkis’in malzemesi yan salondan bu salona doğru belleğimizde hareket ederek bizi, burada, ateş ve su seansında yakalayarak, çocukların Sihirli Flütteki şarkısıyla buluşturmaya başlayacak.

1910 da nasıl Alphonse Appia tiyatro salonlarını birer katedrale çevirmek istediğini söylemekteydiyse, Sarkis’in sergilerinin birçoğunda da sergi salonları, atölyesinde olduğu gibi, gizemli bir mabede dönüşmektedir:  Monte Veritá. Bir manastır cemaatinin adı olarak modern tarihe kadar gelecek olan bir kelime çıkmakta karşımıza. Sanatın ölümle (freskolar ve mezar taşları) olan köken ilişkisini bulmakta sergi salonları. İnsanlığın ölüm fikriyle birleştirdikleri mabetlerin inşası dini olanı sanatsal olarak insanileştirmekte. Kutsalın hümanize edilmesi, insanileştirilmesi, bu şekilde gerçekleşmekte, Sarkis’in içinde yer aldığı sergilerde. Tıpkı Rudolphe Streiner’in “Antropozofik bir ekolü” yerleştirmek üzere Basel  şehrinin on kilometre güneyindeki Dormach tepesindeki inşası edilen ve Goethe’ye referans vererek adını alan “Goetheanum” binasından bir kelime türettiği gibi, bir mabet fikri ortaya atılmakta.  

Aynı salonda, monitör, bir halı tarafından örtüldüğünde buğulanıyor, ama buğulanan imaj değil, imaj zaten buğulu mumun damlalarıyla; bütün salona yayılıyor halının kapladığı alandan. İmajın olduğu yerden çıkan ışık, imajı özgürleştirmekte; geçmişin izlerini verirken, kumaşlarla birlikte korkuluk, kelimelerin üzerinde, kuşları bekleyen beşik gibi, hayali olarak imajın arkasında  bekleyen ve birden bire hayali olarak imajdan çıkıp gelen hayaller birer koruyucu kuşlara dönüşüyor. Kuzgunlar ve diğer yırtıcı kuşların ölüm diyarından gelen havanın hayatta kalabilen korkuluk tarafından korunması bu. Bu atmosfer içinde halı ruhlarını koruması için büyük etki yapıyor.

Haliç: Pera müzesinden dışarıya doğru camdan bakıldığında, suyun aksi camın aksiyle karşılaşıp, kesişiyor: Su ve binaların üzerindeki gök  Paracanov’un mezarı gibi havaya imzasını bırakmış, İstanbul semalarında. Serginin Haliç’e bakan kısmında Haliç’in üzerinde dolaşıyor: Bir ruh imza. Sarkis’in neonları yansıyor gökyüzüne. Hiçleşen bir bina gibi korku veriyor, ama sanki canlandırıyor ışıklar, gökyüzünün havasını.  Hortlaklarla birlikte hayaletlerse keskin bir büyüye ihtiyacı varmışçasına kendilerini cama doğru taşıyıp camdan dışarı çıkartıyorlar. Renkler dışarı taşıyor, neredeyse hortlayarak.

Yan duvara yerleştirilen fotoğraftaki mekanın üzerindeki eserin çerçevesi, sanki uzak zamanlardan gelmiş de şimdiki zamana yerleşmiş gibi. Sadece mekan değil, zaman da yer değiştirmekte buradaki sergide.  Burada, Sarkis’in bir ikona gibi yerleştirdiği küçük tablonun çerçevesinin eskiliği ile kırmızı mavi ve yeşil renkli şeritler tıpkı elbiselerin şeritleri gibi korkuluğun karşısında ona bakmakta. Korkuluk kumaşı ve video imajların mabedimsi havası ile ölüme karşı hayatı korumak üzere bir enerji transferi ile yer değiştiriyor, ölümü hayata bağlıyor, sanki yaşatıyor.

Monitörlerin olduğu halılar tarafından yakalanmış imajlar karanlığın içinden geçiyor; ama aniden dışardan gelen bir ışık birden bire karanlığın üzerinden aydınlığa getirdiğinde, Paracanov’un ruhunu canlandırır gibi, ışık Sayat Nova’nın film imajları üzerine duvarlara yansıdığında, esere bir eser daha katıyor. “Doğal ışık neden var?” sorusu burada anlam kazanmaya başlıyor.

Doğalar hainlerin ışığını çağırdığında: lux, lex haline girip, dönüşmeye başlıyor; ancak ışık hükmün üzerinde yer alarak, lex olmasını engelliyor. Yerdeki kilimler bir yandan seyirciyi Sayat Nova’ya davet ederken, aynı zamanda bir sanat esprisi olarak seyirciyi eserden ayırıyor. Mekan birden seyirci ve sahneye dönüşüyor; halbuki genelde Sarkis seyirciyi içine alarak işleyen eserleri daha çok yeğlemekte. Sarkis acaba halıların üzerinde yürünmesini ister miydi? Ama, sergi mekanında, korumalar şu anda yürümek için değil bakılmak için yapıldığı üzerinde duruyorlar.

Bilhassa bir armağan vermeyi seven biri olarak cömert atılımıyla Sarkis seyirciye yani bize bir nar hediye ediyor; sanırım, belki herkes bunu bilmiyor ama Sarkis’i tanıyanlar onun verdiği armağanı alıp, yılbaşı armağanı gibi çantasına koyup gidiyor. 

1920’lere doğru yapıldığı belirtilmiş olan ikonanın üzerindeki gümüş ve altın suluboya kurşun kalem bir malzemeden yapılmış ve sanki ikonaya kanatlarını takıyor; ama siyah-beyaz kanatlar arkadaki Ortaçağ üslubu resmin 1920’deki versiyonunu bize tarihi olarak taşırken, aynı zamanda kanatlanmasını engelleyecek olan ağır bir çerçeve ile başının üzerindeki altın haleleri seyircinin gözünün önüne seriyor.

Alt kata gelindiğinde bir tarafta kronolojik bir hayat hikayesi başında Ara Güler ile İstanbul’dan başlatılıyor; diğer salonda ise İstanbul’ da bitiyor. İstanbul’da Paracanov yaptığı kolajlarla İstanbul’un üzerine kanat geriyor: Başının üstünde kuş talih gibi işlemekte. Sanki annesinin babasının mektuplarında gördüğü, baba ihaneti... sanatçının babasının resmini parça parça edip annesiyle fotoğrafının üzerine yerleştirildiği gibi, İstanbul’un üzerine kanat geren Paracanov kolajlarını bu şehrin silueti üzerinden geçiriyor. Sayat Nova filmi tüm sergiyi kaplamış ; her bir devirde ve kolajlarda aşağıda eskizleriyle birlikte, ve yukarıdaki film anlarından kareler, kolajları anlatıyor. 

Bülent Erkmen’in yerleştirmesiyle sergilenen bu dikkat çekici olduğu kadar büyüleyici olan bu sergi geçmiş zamanların dünyasını sergi salonuna günümüz İstanbul manzarasına bağladığı gibi, aynı zamanda Gürcistan-Ermenistan coğrafyasını da yaşamıyla ve yaşanmış haliyle hayatı geçmişten alıp ölümden geçirip şimdiki zamanda, İstanbul’da, tekrar canlandırıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Dostluk üzerine

Siyasi partilerin seçim sonuçlarında aldıkları seçmen oyları, mümkün olabildiği kadar, oyların eşit dağılımı üzerine kuruludur. O halde, neden hâlâ bazı düşmanlık sözleri toplumun içinde yer bulabilmekte ve hak arama imkanları kısıtlanabilmektedir?

Seçimlerde toplumsalın vektörleri

İstanbul odaklı söylemlerin içinden geçen ve Türkiye bütününde siyasilerin ve devlet aygıtlarının medya ve kamusal alandaki aktörlerin sahada boy gösterdiklerini izledi

Bir saha araştırması nedir?

Anket yapan sosyologların çok iyi bildikleri bir şey vardır. O da gazetecilerin bugün sıklıkla yaptıkları gibi gerçek veya kurgusal kişilikler üzerinden, vakalardan yola çıkarak haberi ifade etmelerinin sosyoloji olmadığıdır