Paris'te "sanat alanında" beklenen zaman geldi! İki yeni büyük binada sergi yerleri açıldı: Samaritaine mağzası (Arnault) ve La Bourse de Commerce (Pinault). Bu yazıda bunlardan birinden bahsedeceğim. Yeni açılan bu mekanlar çağdaş Fransız sanat tarihinde kamuya ait olan müzelerin dışında açılan yeni küresel finans kapitalizminin özelleşme alanında verdiği yeniliklerin içinden geçmekte. Lüks tüketim markaları, sanat piyasası ve sanat üretimi arasında kurulu olan bir ilişkiler ağına bağlı olarak gelişmekteydi zaten. Pierre Bourdieu'nin ifade ettiği anlamda "sanat alanının" yeni modeli olarak ortaya çıkıyor Parislilere ve Paris'i izleyenlere. Aslında ilginç olarak duran küresel kapitalizm ile çağdaş sanat arasında kurulan yeni köprünün nerdeyse sinema ile boy ölçüşmeye başlaması. Bu saptamayı daha evvel Venedik Bienali açılışları sırasında bir-iki defa yazmıştım. Eser fiyatlarının yüksekliği müze bütçelerini dikkat çekici bir şekilde etkilemekte. Burada müzayedelerin önemli bir yere sahip olduğunu ve sanatçılardan bağımsızlaşan koleksiyoncuların rollerini hatırlatmaya gerek var mıdır? Eserlerin değişim değeri fiyatlarının zaman içinde yükselmesi ve sanatçıdan değerin bağımsızlaşması uzun zamandan beri "kapitalize edilen" eserler dünyasına girdiğimizi göstermekte. Zevk ve beğeni değerinin üzerine geçen ve danışmanlarla işleyen sanatsal bir iktidar modelinin uç verdiğini izlemekteyiz.
1999'da "Sanat ve modaları" adlı bir sergi düzenlemiştim. Bu sergi, daha o zamandan sanatın kendi içindeki değişiminin modaya bağlı olduğunu, hatta moda dünyasıyla modernlik ilişkisini sorgulamaktaydı. Ve zaten 2000'li yıllarda kamusal olarak işleyen sanat ve müzeleşme alanının Fransa'da büyük moda firmaları tarafından finanse edildiğini izlemiştik. Bu dönemde, zaten hep kamu parasıyla sergi yapan müze müdürleri ve küratörlerinin, yeni ortaya çıkan bu kapitalize sanat sisteminde nasıl zorlandıklarını hatırlayabiliriz. Para bulmak onların sorunu değilken kendilerini "para arayışı" üzerine kurulu bir sistemin içinde bulmuşlar ve bocalamaya başlamışlardı.
David Hammons
O günlerden bugüne sanat alanı "ilişkisel" olarak işlemeye başlamıştı zaten. Adres defteri oluşturmak sanat tarihi bilgisinin önüne geçmeye başlamıştı. Avrupa'da büyük koleksiyoncular da bugün, bu kamu müzelerinde "pişmiş" sanat küratörlerinin kamudan emekli olduktan sonra veya kamuda tecrübe sağladıktan sonra yeni özel müzelerin içinde önemli yerler aldıklarını takip ettik. Modern sanatlar müzelerinden veya önemli kamu kuruluşlarının sanat merkezlerinden yeni özel müzelere "transfer olduklarını" gördük. Kamunun, küresel ekonomiyle piyasaya teslim olduğunu sanat alanının kapitalize olmasıyla birlikte izledik.
Pinault ve Arnault, iki Fransız koleksiyoncusu. İkisi de sanat piyasasının büyük iki koleksiyoncusu. İki büyük müzayede şirketi de Fransız koleksiyoncuların elindeydi. Pinault yirmi yıl kadar önce Paris yakınlarındaki İle Seguin'de kendi koleksiyonu için bir mekan açmayı istiyordu; ama izinleri alamadığı için Venedik'e giderek Palazzo Grassi'yi ve sonra da yine Venedik'te Punta Della Dogana'yı açmıştı. Bu süreç zarfında eserlerini bu sanat mekanlarında sergiledi. Dönemin en ünlü sanatçılarının eserlerini sergileyerek sanat severlere "kaliteli sergiler" görme imkanları sundu. Haberlerden öğrendiğimize göre, artık şirketini oğlu François-Henri'ye bırakan baba François Pinault zamanın büyük bir bölümünü sanat ile geçirmeye niyetli.
Lili Raynaud Deware
Yeni açılan Paris'de Halles bölgesindeki Ticaret Borsası Müzesi (La Bourse de Commerce) adı altındaki bina Tadao Ando tarafından restore edilmiş ve ardından mimari ilaveler yapılmış bir bina. Pinault; diğer müzelerinde olduğu gibi, burada da tıpkı Venedik'te olduğu gibi aynı mimar ile çalışmayı tercih etmiş duruyor. Eski Rönesans dönemlerini andıran bu ikili mimar ve zengin kişi arasındaki dostluk ilişkisi modern zamanlara etkili bir şekilde yansımış durmakta. Mimarisini geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek ile birleştiren bir mimari yapıyı ortaya koymuş olan Ando'nun ifadesine göre bu müzede, kültürel miras (patrimoine, ülkeye ait zenginlik anlamında) ile çağdaşlık arasında bir ilişki kurulmuş. Daha önce, Catherine de Medicis (1519-1589) döneminde "buğday ambarı" olan bu yer, on sekizinci yüzyılda demir konstrüksiyon ile sağlamlaştırılmış ve 1889'da Ticaret Borsası olarak açılmıştı. Kapitalizm ile tarım toplumundan uluslararası para ticaretine dönüşen toplumsal dönüşüme ayak uydurulmuştu. Bugün ise toplumsal dönüşüm alanının sanat ve kültürü kapitalize ettiği bir dönemde, mekân artık sanatın oluştuğu sembolik bir "borsaya" dönüşmekte. Ve bugün çağdaş müze olarak ortaya çıkmakta.
Gişelerden giriş yapıldığı zaman, ilk göze çarpan eser Martial Raysse'ın 2012 de yaptığı bütün duvar boyunca genişleyen (9mx3m) yağlı boya tablosunu görüyorsunuz: İnsanlar plajda zevk dünyasındalar, ruhani bir an yaşıyorlar, öpüşüyorlar, çocuklar koşuşuyorlar; arkada ise betonlaşmış şehir görüntüsü gözükmekte. "Burası aşağıdaki gibi bir plaj" olarak çevirebileceğimiz tablosu yağlıboya ve akriliği birleştirmekte. Mekanın kitapçısına kadar uzanan bu espasın sonunda Ryan Gender'ın duvarın altını delip kafasını çıkaran beyaz mini faresini fark ediyorsunuz.
Urs Fischer
T. Ando'nun hayal ettiği bir yuvarlak beton ile organize olan mekân, seyirciye Urs Fischer'in mumdan yapılma, yok olmaya namzet eserlerini sunmakta. Ama merkezin yuvarlağının etrafındaki çevre yuvarlakta ise Bertrand Lavier'nin eserleri sıralanmakta. Ana yuvarlağın hemen arkasında ise büyük uzun bir salonda David Hammons'un eserleri yerleştirilmiş vaziyette. Alt katta Tarek Atoui'nin 2019 Venedik Bienalinde gösterilen büyük yerleştirmesi (The Ground, 2019) ise ses ve enstalasyonun (beş yıl boyunca Çin'de, İnci Deltası'nda çalışılan tarım ve popüler teknikler) beraberliğinin bir ses katedrali gibi espasa yayılışının kuvvetini gördüğünüzde ise, ses enstalasyonlarının bugün almış olduğu formları tekrar düşünüyorsunuz. Ses ve performansın, bugün, çağdaş sanattaki rolünü gördüğünüzde ise bir zamanlar pek ehemmiyet verilmeyen eserlerin bugün nasıl kuvvet kazanmış olduğunu, bu örneklerle, idrak ediyorsunuz. Pierre Huyghe'ün ses ve ışık enstalasyonu bunu bir keza daha vurguluyor.
Yukarı birinci kata çıkıldığında ise "Lawler, Journiac, Levine, Prince, Sherman ve Wilson'un" kavramsal fotoğraflarını izlediğinizde, bu dönemin ne kadar kuvvetli bir şekilde sanatı estetik ve refleksiyonla beslediğini tekrar hatırlayabiliyorsunuz. Bugünün daha "ticarileşen" veya "iletişimleşen" sanatının önündeki ön-kuvveti fark ediyorsunuz. Ve biraz da nostaljik olarak koleksiyonun kuvvetini görebiliyorsunuz. Veya resmin bir beceri değil, ama bir kavramsal bakış olduğunu vurgulayan (bir yağlıboya katmanın üzerine yerleştirilen tülün üzerine projekte edilen arjantik bir pentür) Rudolf Stingel'in gerçekleştirdiği New Yorklu Galerici Paula Cooper'in yağlıboya portresine baktığınızda, sigara içmekte olan kadının, yine bugün yasak haline gelen ihlalci dev bir portresini görüyorsunuz. Ve belki, yine bir zamanlar daha özgür olan dünyayı anımsıyoruz.
Urs Fischer
İlk başta ön yargılı bir şekilde "zaten bildiğimiz eserler sergilenmekte" yaklaşımının doğru olmadığını içeri girince anlayabiliyor insan; çünkü hem yeni eserler var çok iyi sanatçılara ait, hem de sergileme biçimi bakımından dikkat çeken bir "yerleştirme" söz konusu. Söz konusu yerleştirmenin 1960'larda başlayan koleksiyonu sergilenmekte. Bazı sanatçılar ise eserlerinin başka versiyonlarını yeniden üretmiş durumda. Yine, bilhassa son döneme ait olarak entelektüel üretimin önemini anlayan sanat alanı, burada sadece eserler sergilenmeyeceğini, konferanslar düzenleneceğini, projeksiyonlar ve performanslar yapılacağını açıklıyor. Müzeyi gezmek oldukça rahat; fotoğraf çekmek de. Pedagojik bir şekilde, çağdaş sanata uzak izleyiciler için turlar düzenlenmekte. Sanatçıların eserlerinden birer örnek değil de sanki vurgusu daha da kuvvetlensin diye birden çok eserin yan yana sergilenmesi ise daha evvelki kolektif sergi modellerinin dışına çıkmakta.
Daha yazacak çok sanatçı ve eser var. Bir sonraki yazıya, belki, bırakmak üzere… Ama şunu söyleyebiliriz: Brexit sonrası olarak bakıldığında "Paris hâlâ bir şenliktir".