Fransa'da Macron hükümetinin öngördüğü, göçmenler ve mültecilerin ülkeye girişlerinin ve ülkede kalmalarının kuralları yeniden belirlendi. Yabancıların ve hatta sonradan Fransız olanların bile statülerinde değişiklikler yapıldı. Entegre olmayanların ise sınır dışı edilmesiyle ilgili bir kanun projesi, Le Pen'in Milli Birlik Partisinin (RN) desteğine ihtiyaç kalmadan Meclis'ten geçirildi (186 oya karşı 349). Buna göre, artık Fransız toprağında doğanlar otomatikman Fransız olamayacaklar. Göçmen ailelerin birleştirilmesi ve bazı sosyal yardımların verilmesi kısıtlanıyor. Sadece bazı mesleklerde kağıtsızların çalışma izinleri verilebiliyor. Mülteci başvurularında kabul kağıtları beklenirken ülkede kalma zamanları kısıtlanıyor. Ciddi suçlara karışanların ülkelerine geri yollanması planlanıyor vb. gibi bazı maddeler yeniden düzenlendi. Burada mesela okumaya gelen öğrencilerin ilk oturma izni almak için, artık baştan bir "geri dönüş" garantisi (meblağ kararnameyle belirlenecek) paralarını yatırmaları gerekecek. Sadece üstün başarılı öğrencilere birtakım ayrıcalıklar tanınıyor. Uzun dönemli oturma izinliler arasında Fransa'da altı aydan az kalanların oturma izinlerine kısıtlamalar getiriliyor. Fransa'nın milli duyarlılığı aşırı sağcı olmaya yüz tutmuş vaziyette.
Geçenlerde T24 yazımda yeni bir enternasyonalden söz etmiştim. Dünyanın bütün milli-popülistleri birleşmeye doğru gitmekteler. Bugüne kadar popülizm üzerine çok şey yazıldı. Nasıl sahte haberler ve komplo teorileri yayarak oylarını yükselttiklerini, komplo teorilerinin post-modern bir dönemin modernlik eleştirileri sırasında çoğalmaya başladığını gördük. Teorik Bakış dergisi bundan yıllar evvel (Teorik Bakış, Eylül 2014) MSGSÜ hocalarından sosyolog Barış Başaran'ın editörlüğünde komplo teorisi sayısı yaptı. Bu çizgi kendisine yeni alanlar açmaya ve ilerlemeye doğru yön aldı. Sadece Avrupa'da değil, Asya'dan Latin Amerika'ya kadar şarlatanlar dünyası hakimiyeti ele aldı ve seçimlerle iktidara gelmenin keyfini yaşadı. 2016'da Trump'ın, daha önce de Berlusconi'nin şov dünyası bugün elini Arjantin'e uzatmış vaziyette. Eline elektrikli bir testere almış zat yollarda "elit kovalıyor" ve popülist politikasının gücüyle elitleri yerlerinden edeceğinden bahsediyor.
Aslında burada dünyanın bütün "milli popülistlerinin" ifade ettikleri stratejinin ne olduğu ortaya çıkmaya başladı: Elitlere karşı mücadelede halkın yanında olduğu görüntüsünü vermek ve ardından gayrı-ciddiyetin arkasına saklı bir ekonominin siyasi yapılanması sayesinde ortak dünya gelirinden payı arttırarak iktidarda daha uzun kalabilme ihtimallerini hazırlamak.
İktidar zaten tabandan gelen bir güç. Bunu Foucault daha 1970'li yılların ortalarında yazmıştı. Bugün her yerde bu teorinin gerçekleşmekte olduğunu görmekteyiz. Daha evvel de 20. yüzyılın ilk yarısında benzer bir süreci tarih yaşamıştı (İtalyan Faşizmi ve Nazi Almanya'sı). Tabanın oy vermesi için inanacağı bir söylemin geçerli olarak ikna edici olması gerekmektedir. Tabanı ikna edecek öğeler bir yandan onların korkularını ortaya çıkaracak söylemler üretmek, diğer yandan elit olarak adlandırılan eski tecrübeli siyasetçileri, mühendisleri ve entelektüelleri değerden düşürecek söylemleri gerekçe olarak göstermek veya gerçeği varsa bunları ortaya çıkarmak. Ardından şov ve toplumsal düzenin değerlerini alt üst edebilecek argümanlar üretmek.
Mesela İtalya'da bu rolü en kuvvetli bir şekilde oynayanlardan birisi 1990'lı yılların ilk yarısında Salvini'nin ürettiği söylemlerle birlikte ("Temiz Eller operasyonunun" özelliği hiyerarşide küçük hakimlerin yozlaşmış büyük elitlere karşı galibiyetiydi) İtalya siyasi elitlerini ve en kuvvetli iki siyasi partisini, Hristiyan Demokratları ve Sosyalist Partisi'ni yerle bir etti. Benzer süreci Fransa yaşadı ve Macron öncesinde Sosyalist Partisi ve Cumhuriyet İçin Birlik Partisi (RPR) ve de Fransız Demokratik Birliği Partisi (UDF) eriyip gittiler. Benzer süreçler başka yerlerde de yaşandı. Daha önce var olmayan partiler birdenbire ilk sıraya yerleşebildiler. Türkiye'de 1980 darbesinden sonra, 1983 sonuna doğru ANAP ve 2000'li yılların içinde AKP birdenbire daha evvel kuvvetli olan partilerin oylarının düşmesini sağladılar. Gerçi Türkiye gelgitli bir şekilde bu süreci yaşadı.
Trump'ın seçilmesinde önemli rol oynayanlardan biri olan işçi bir aileden gelerek kendi başarılı hayatıyla yükselen ve sonunda ABD'de Başkan danışmanlığına kadar gelen Steve Bannon aşırı sağ milliyetçi-popülistlerin arkasında duran bir kişilik. ABD'de 2016 seçimleri sonrasında, medyaya yapmış olduğu beyanlarla, nasıl Trump'ı iktidara taşıdığıyla övünen bu zat, Trump tarafından işten çıkarıldıktan sonra, İtalya'da Roma'ya yerleşen, ama Avrupa'nın çeşitli illiberal milliyetçi-popülist ülkelerinde danışman konumunda olan Bannon, Orban ve Le Pen ile sıkı ilişkileri sonrasında bugün İtalya'da Başbakan Giorgia Meloni'yi başa getirenlerden biri olarak sayılabilmekte.
Daha 2013'te, İtalya'da bir talk Show yıldızının omuzunda sentez bir imaj olarak beliren Waldo adlı mavi ayı birdenbire televizyon yıldızı oluverdi. Apolitik olarak belirlenen Waldo daha sonra hangi kanata doğru gideceğini baştan söylemedi. Ama, bu tip şakalar sonrasında, Alman filozof Peter Sloterdijk'ın 2006'daki kitabında belirtmiş olduğu gibi "Öfke" kontrolü zor hale gelen bir enerji olarak dünyayı kat etmekte ve bilhassa "no global" banliyölerde taşkın hareketleri gerçekleştirmekte. Tıpkı Fransa'da 2005 banliyö olaylarında ve daha yakın tarihlerde "Sarı Yeleklilerin" öfkeli gösterilerinde olduğu gibi. Bugün bu enerji patlamasının siyasi akışkanlığının nereye doğru kaymakta olduğunu izlemekteyiz. Banliyöler bugün radikalleşen İslami terörizmin mekanları haline geldi. Fransa'daki en başta verdiğimiz göçmen yasası projesi buradan kaynaklanmakta.
Steve Bannon'a dönersek, uluslararası bir ağda, onun aşırı sağcı, milliyetçi-popülist partilere verdiği destek azımsanacak gibi durmamakta. İtalya'yı "günümüz siyasi evreninin merkezi" olarak beyan eden Bannon'un "Davos partilerine" karşı tutumu açık ve seçik bir şekilde medya dünyasının gözünün önünde beyan edilmekte. Küresel elitlere karşı çıkarak, halkın aşırı sağcılarla (bazen popülist aşırı solu da burada görmekte Bannon) birlikte ayaklanması sayesinde dünyadaki eski elitlerin düşeceğinin planları içinde hareket etmekte. Egemenlikçi siyaset küreselleşmeci elitlere karşı!
Bugün internet ve yeni teknolojilerin kullanılmasıyla yeni bir siyasi plan gerçekleştirilmek istenmekte. Hatta bir yandan yapay zekâ üzerinden siyaset üretilmekte. Diğer yandan ise halkın milli korkuları veri olarak Yapay Zekâya yüklenerek stratejiler gerçekleştirilmekte. İtalya'da 5 Yıldız hareketinin kullandığı algoritmalarla birlikte kararsız seçmenler taraf olarak bu popülist siyasete yandaş olarak çekilmekte. 5 Yıldız hareketinin kurucusu Casaleggio'nun yaslandığı komedyen Grillo ile birlikte, 2009 yılına gelindiğinde bu yeni organizasyon modelini kurdular. Merkezkaç gibi görünmesine rağmen tepeden merkezi kontrollü bir ağ içinde tamamen sadık olan üyeler harekete destek olmaya başladıklarında artık ne parti ne de ideoloji mevzu bahis olmaya başlamakta. Burada daha o zamandan siyasi partilerin değil, ama bireylerin örgütlenme modelleri ve seçimlerde kararsızların oyları sayesinde "milli-popülist" siyasete oy vermeleri sağlanabilmişti. Giuliano da Empoli'nin yazılarında görülebileceği gibi İtalya bu yeni teknolojilerle gerçekleşen popülizmin zaferini halklarına ilk yaşatan yer olmaktaydı. Bloglarla teknolojik olarak işleyen bir siyasete hoş gelinmiş olundu!
Bugün milli-popülist politikaların nasıl işlediklerine dair bilgimiz 2010'lara nazaran çok artmış vaziyette. O bakımdan nasıl çalıştığını bildiğimiz bir olgu oldu. Arada kalan kararsız seçmenlere hitap eden eski siyasi partilerin klasik yapılarının artık eskide kaldığını söyleyebiliriz, en azından şimdilik. Bireylere daha çok eğilen seçmenlerin algoritmalarla işleyen bir sistemde yerleri nedir? Neden bireyler ön plana çıkmakta da siyasi partilerin içi boşaltılan hali işlemez hale gelmekte? Nasıl az bir seçmen oyu farkıyla dünyanın çeşitli ülkelerinde bir siyasi parti lideri seçimlerden kazanarak çıkabiliyor? Sorular bu içinde yaşamakta olduğumuz dönemde belki de artık klasik soruların ve anketlerin ötesine doğru geçmeye başlamış vaziyette. Kamuoyunun düğümü burada mı yatmakta?
Bugünün yeni bir siyasi rejimi olan Popülokrasi'ye (avam iktidarı) karşı demokrasi (halk iktidarı) nasıl tekrar ön plana konulabilecek?
Ali Akay kimdir?
Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.
Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır.
1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.
Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır.
|