"Ben realist bir devrimciyim."
T. Negri
Toni Negri'yi (1933-2023) ilk olarak Fransa'ya İtalya'dan kaçıp geldiği zamanlarda gördüm (Aldo Moro cinayetine adı karıştığı için 1979-1983 arasında, mahkemesinin neticesini beklerken hapis yatmıştı). Daha tanımıyordum o sırada. Gilles Deleuze'ün bazı derslerine geliyordu, 1980'lerin ortalarında ve sınıftakiler dönüp ona bakıyorlardı; çünkü Toni Negri bir efsaneydi. İtalyan İşçi Gücü (Potere Operaio) dergisi grubunun efsanevi yıllarından kalma bir teorisyen, aktivist bir hocaydı. Üretim araçlarının gelişmesinin değil, işçilerin kendilerinin mücadelesinin (sivil alan) değişimi hızlandıracaklarını düşünüyordu. Toni Negri de Paris VIII Üniversite'sinde tanıdığımız diğer hocalar gibi bir efsane olarak kalacak. Ve zaten, kanımca, 21. yüzyılda, Marksizm'den geriye kalanlar arasında önemli isimlerden biri olarak duracak.
Onu, Paris'te 2009 yılında Jeu de Paume'da yapmış olduğum Exilokratlar konferans dizisine davet etmiştim. Nicolas Bourriaud ile aynı düzlemde konuştular. Her zaman bir efsane olarak konuştu: Çekici bir gülüşü, parlak zekâsı, güzel ve heyecanlı konuşma tarzı herkesi etkiliyordu. Bir başka sefer, yine Paris'te Maison Rouge adlı sanat merkezinde, Jean-Jacques Lebel'in davetli konuşmacıları olarak Félix Guattari üzerine konuşmuştuk. Bir başka sefer ise 68'in ellinci yılında sanatçı Kader Attia'nin kurduğu yerde Fransa'da, İtalya'da ve Türkiye'de 68 olarak konuşmalara eşlik ettik. Ben Toni Negri'yi ve onun o gülüşünü görmekten her zaman çok memnundum. İstanbul'da kızıyla geldiğinde yemekte ise, o da beni görmekten memnundu. David Lapoujade ile birlikte üçümüz Select lokantasında öğlen yemeği yerken onun yeni teorik düşüncelerini dinlemek ise ayrıcalıktı hem benim hem de David için. Sıra organizasyona gelmişti. "İmparatorluğa karşı nasıl organize olunur?" sorusuna cevaplar aramaktaydı. En zoru belki de buydu. Analiz ve saptamalar geçmiş şimdiki zaman içindi; ama organizasyon gelecek zamana ait olarak durmaktaydı.
2000'li yılların en önemli teorik hareketlerinden birisinin teorisyeni oldu. Küreselleşme dönemi sermayesinin analizini Micheal Hardt ile birlikte yaptı. İmparatorluk olarak adlandırıp, kavramsallaştırdığı olgu, sermayenin yeni pozisyonu olarak karşımızda durmaktaydı. Sermayenin dünya ekseninde serbest dolaşımı, yatırımlarını bambaşka yerlerde yapmaya başlaması, milli sınırların eskimeye başladığı o dönemde imparatorluk bir ulus-devletin, hanedanlığın veya bir kraliyetin adı olmaktan başka artık dünyasal sermayenin adı oldu. Kavram olarak imparatorluk "Amerikan emperyalizminin imparatorluğunun" değil dünyayla bütünleşmiş kapitalizmin yeni kavramsallaştırılmasını ortaya koymaktaydı. Dönem içinde 21. yüzyılı hâlâ emperyalizm kavramıyla açıklamaya kalkanlara ve sermayeye milli birlik kimliğiyle direnmeye çalışanlara seslendi: "Artık emperyalizme değil imparatorluğa bakma sırası gelmiştir!" Küreselleşmiş bir kapitalizme karşı ulus devletlerin binbir parça olmuş haliyle karşı çıkma imkanları tükendiğinde başka bir birlik içinde direnme imkanları vardır. O da "öteki-küreselleşmecilerin" görevi olacaktır (İtalya'da Cenova'da G8 toplantıları sırasında). "Bütün ülkelerin küresel direnişçileri birleşin"! Bunlar preker dünyanın emekçileri, işsizleri, öğrencileri, göçmenleri ve devrimcileriydiler. Bu cümleleri Negri'nin sözleriyle değil belki, ama Negri'nin bakışıyla sarf etmekteyim. O bize nasıl bakmamız konusunda uyarılarda bulunan Hardt ile cilt cilt eserler sundu. Özellikle proletarya yerine Spinoza'dan ödünç aldığı "çokluk" kavramı kitaplarından birisinin de adıydı.
Bütün çekiciliğiyle Negri her şeyden önce, daha 1970'lerin başlarında Marx'ı Lenin üzerinden okuyanlardan birisiydi ("Lenin Üzerine otuz üç ders",1978). Her ne kadar Lenin, Rus kapitalizminin analizini taktiklerle yapmış olsa bile (siyasi bir anındalık: kairos ) Negri, eskimiş okumalara yenilik getiren (Lenin'i bürokrasiden arınmış ve devletin baskıcı rolünden kurtulmuş bir figür olarak ve işçileri de burjuvaziden özerkleşmiş olarak ele alan) ender Marksistlerden biriydi. Ve hep benzer bir işlevi hayatı boyunca sürdürdü. O tam bir "yapısal diyakronik" entelektüeldi. Hep yenlikleri aradı, ama ana ekseninden asla vaz geçmedi.
Hakiki bir Spinoza felsefesini takip eden, 17. yüzyıl Amsterdam'ının dünyanın kapitalist merkezi olduğu bir sırada ortaya çıkan ve düşünceyi yenileyecek bir hızda kendi cemaatinden çıkarılıp, aforoz edildikten sonra kendisini öldürmeye teşebbüsü unutmamak üzere, bıçak izini taşıyan mantosunu üzerinden eksik etmeyen Spinoza ve kapitalizm arasındaki ilişkiye dikkat çeken Negri, felsefe okumalarına yeni bir boyut kazandırmıştı. Spinoza'yı "vahşi bir anomali" olarak ortaya koyan, ülkesi Hollanda'ya ise, bir yandan İspanyol sömürgesi, diğer yandan kendisi sömürgecilik-öncüsü bir yer olarak bakışı, Yahudilerden de Hollandalılardan da farklılaşarak başka biri olmaya başlayan Spinoza'ya yeni bir okuma kazandırmış ve Braudel'in okumasına felsefi bir boyut eklemişti.
Onu felsefe dünyası çok arayacak, bugünlerde zor zamanları yaşamaktayken. Belki de eski 1960-70'ler neslinden arta kalan son figürlerden birisiydi. Badiou belki ona yakındı yaş olarak, ama yine de aralarındaki az da olsa yaş farkı, Negri'yi Derrida, Foucault, Deleuze ve Guattari çizgisine yakınlaştırmaktaydı. Avrupa felsefesinin yası döneminde miyiz bugün, son kalanlardan biri de bizim aramızdan ayrıldığına göre? Bir şans ki, arkasından gelecekler hâlâ var. Onunla çalışanlar, onu okuyup tanıyanlar, onu uzaktan okuyarak düşüncelerine yaklaşanlar, bütün bu düşünceler ve düşünürler geleceğimize olan imkanlı inancı hâlâ pekiştirmekteler. Umut mutluluğun bir ödüncü müdür?
Ali Akay kimdir?
Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.
Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır.
1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.
Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır.
|