12 Ekim 2020

Krizler için

Bir şey veya bir toplumsal vaziyet eskidiği ve yerleşmiş olduğunu sandığı zaman krize girmektedir. O halde, krizden çıkmanın yollarından birisi de modern düşünceyi tekrar düşünmenin yollarını aramaktan geçmez mi?

Son birkaç senedir kriz kelimesi dünyada ve bizde en çok duyduğumuz kelimelerden biri hâline geldi. Krisis (kriz) eski Grekçeden gelen bir kelime olarak hem güncel şimdiki anda yaşanmakta olan bir buhranı ifade etmekte hem de aynı zamanda bu buhrandan nasıl çıkılacağına dair bir anlamı da içinde taşımaktadır. Bir anlamda krize çözüm bulma yollarının aranmasıyla buhranın kendisi aynı anda zamandaş olarak durmaktalar. O halde, ekonomik kriz, politik kriz, hukuk krizi, sağlık krizi, işsizlik krizi, enflasyon krizi, bankların krizi, iş dünyasının krizi, devletin borçlanma krizi, döviz krizi, Covid - 19 krizi diye sıralarken hangisinin hangi yöne doğru gitmekte olduğunu kestirmekte zorlanmakta değil miyiz? Ama nereye bakarsak bakalım, dönersek dönelim krizi görmekteyiz. Teker teker olayları saymak bir liste haline sokacaktır bu yazıyı.

Toplumsal alanın hastalıklı hâli, burada, kendi yüzünü göstermekte. Cinnet toplumu halinde yaşayan insanlar hâline geldik. Ne hakikat ne yalan! İftira ve gizlilik yan yana ve el ele yürümekteler beraberce. Herkes her şeye inanmakta ve hiçbir şeyin doğru olmadığına kanaat getirmekte. Şizofreninin tanımını yapan Paul Eugen Bleuler'in (1857-1939) verdiği örneği ezberden hatırlarsak: Doktorun "hava güzel mi?" sorusuna cevap veren hastası "evet çok güzel; yağmur yağıyor" diyordu. Burada hastanın verdiği cevabın çelişkisi veya "karşıtlar birliği" söz konusuydu. Ama diğer yandan kapitalizmin kriz olarak sürekli bir şekilde şizofren yarattığını söyleyen Fransız filozof Gilles Deleuze'ün 1970'lerde söylemiş olduğu gibi: "Kimse çelişkiden ölmemiştir!" O halde çelişki ve kriz aynı şey değiller midir?

Bir anlamda kriz bir nakarat hâline girmiş vaziyette. Sürekli tekrarlanmakta olan bir şarkı gibi; dönüp dolaşıp "kriz" lafını tekrarlamaktayız. Bir toprağın nakaratı nedir? Kriz bir toprağa mı aittir? Tarım krizi? Monsanto şirketi? Yeni bir haber okuyoruz: Arjantin bu şirkete izin vererek GDO'lu tarım yapılmasını kanunen ilan eden ilk ülke olmuş! Nasıl olabilir? Hangi hükümet kendi vatandaşlarının ve dünyada buradan ithal edeceği ülkelerin vatandaşlarının hasta olmak üzere beslenmesine izin verebilir? Deleuze'ün ve Guattari'nin ifadesiyle bir düzenlemenin içindeki modülasyonların hareketleri ve otomatizasyonları birer nakarat olarak işleme sokulmaktadır. Bu anlamda kriz lafının bir nakarat hâline gelmesi demek otomatik olarak lafın kurgulanması demek midir? Kapitalizmin kodlarının içinden geçen ve Marx'ın 19. yüzyıldaki ifadesiyle "çelişkilerinden yıkılacağı" tahmin edilen kriz bir ekonomik ve politik kriz midir? Yoksa toplumsalın krizi mi böyle bir krizi yaratmaktadır? Marx'ın deyişiyle yine, "üretim güçlerinin için de yaşadıkları ve var olan üretim biçimiyle çelişkilerinin" artması nedeniyle kriz mi ortaya çıkmaktadır? Bu sav eğer ciddiye alınırsa o halde bugün sıklıkla vurgulanan "demokrasinin krizi" de bunun bir parçası olarak ele alınmalı mıdır? Demokrasi bugün en çok konuşulan ve en az yaşanan siyasi bir rejim olarak ortada durmakta. Her ideolojik siyasi söylem kendi anlamında bu kelimeyi bir o yana bir bu yana çekip, esneterek kullandığı zaman, anlam kendiliğinden yok olduğu gibi pratikleri de ortadan kalkmaya ve pratiğin kendisi de silinmeye yüz tutmakta değil midir?

Nakarat bir bakıma kullanılanın tekrar etmesi olarak düşünülmektedir. Kriz ekonomik olarak daha çok ele alınan bir konu olarak çağdaş toplumların neo-liberal evresi öncelerindeki dönemlerde ekonominin ve kapitalist birikim modelinin değişikliğe uğraması olarak düşünülmekteydi. Tekrarların işleme koyamadığı politik-ekonomilerin farkılaşmasıyla, sermaye akışkanlığı yeni bir model değişikliğini ifade etmekteydi. Mesela neo-liberal ekonominin önemli isimlerinden biri olan M. Friedman'ın önderliğinde geliştirilen Şikago Ekolü'nün doktrinine göre sermayenin iç pazardan dış pazara açılması önerilmekteydi ve sermayenin birikim rejimi değişmekteydi. Bu dünyada bir kriz dönemiydi; 1970'lerin ilk yarısından başlayan.

Biz ise 1979'da söz konusu sermaye birikiminin model değişikliğine girmiştik. 1980'lerde dünyasallaşma aslında "Yeni Dünya Düzeni" adı altında başlamıştı. 1989 sonrası ise tek kutuplu dünya, sermaye ve emek arasındaki toparlanması zor olacak olan bir yarığı açtığı gibi, yaraladığı sadece dünyasal emek dünyası değil, ama aynı zamanda doğanın ve eko-sistemin batağa gireceği bir dönemi hazırlamış oldu. Büyüyen dünya sermayesi Asya'dan Güney Amerika ve Asya'ya kadar doğal rezervleri yok etme yoluna girmişti. Antroposen yanında Kapitalosen kavramı bir o kadar yıkıcı bir kavram olarak durmakta bu anlamda. Krizi ekolojik ve iklim krizine bağlayan etki bugün sağlık kriziyle de birleşmiş vaziyette. Geri dönüş imkanları gittikçe ortada kalkmakta. Bugün buna benzer bir kriz yaşamaktayız; ancak buna bir de toplumsal dışından gelen bir sağlık krizi (Covid - 19 krizi) eklenmiş vaziyette: Grekçe krisis, bir anlamda, "hastalığı bertaraf etmek" anlamına da gelmekte.

Bugün ise daha değişik bir kriz yaşanmakta. Bu sefer farklı olanın bir tekrarını yaşamaktayız ve o yüzden bunun bir nakarat hâline gelmekte olduğunu söyleyebiliriz. Bu anlamda bir önerme olarak belki de şu yön ilginç olacaktır gitmek için ve krizle baş edebilmek için: Modern olan deneyi tekrar düşünmek. Ne demek modern olanı tekrar düşünmek? Bu bir tekrar, ama her tekrarda olduğu gibi farkı kendi içinde taşıyan bir tekrardan söz etmek gerekecek. Modern neydi sanatlarda, edebiyatta, resimde, heykelde ve mimaride? Tarihi olan verilerden uzaklaşmayı gerektirmekteydi. Tarih ile olan bağını ileriye doğru taşımak niyetine sahipti. Tarihin verdiği eskiliğin (belki de antikalığın) ötesine hem düşünceyi hem de malzemeyi taşımaktı. Burada en şanslı sanatlardan biri sinema olarak durmakta. Yeniliği modernlik ile aynı zamana tekabül etmekte. Sinema malzeme ve yapma biçimi olarak yeniliğin içinde durmakta. O halde şunu da ekleyebiliriz: Krizdeki antik bakışların ötesine taşınmaya başlayan bir form ve bir içerik ortaya atılmakta. Edebiyatta mesela birden çok dilin aynı edebiyat eserinde bulunması; fonemlerin üzerine kurulu bir anlam kazandırmanın çoğullaştırılması gibi öğeler hem resim alanında hem de şiirde kendisini kurmaktaydı. 19. yüzyıl sonu bu anlamda krizlerin aşılması için yeniye açılmayı bildi. Ülkeler de bunu yapmadılar mı? İmparatorlukların yıkılması sonrasında onlarca parçadan oluşan ulus - devletler tarihi olana sırtlarını dönmekteydiler. Kapitalizmin emperyalizm devresi olarak adlandırılan bu dönem belki ekonomik bağımlılıkların ve yeni - sömürgeciliğin başlangıcını oluşturmaktaydı; ama o bile eski sömürge ve toprak işgali üzerine kurulu olan krizleri aşmaya çalışan bir bakışı yerleştirmeye başlamıştı. Buna ise Modernizm diyebiliriz. Modernizm yeni olanın ardından yeniyi bir modele oturtmaya çalışmak anlamına gelmekteydi. Modernizm o halde modern olanı bir zemine oturtma hali olarak anlaşılabilir (Amerikan filozof Stanley Cavell'e referans yapmaktayım burada).

Bir anlamda "başkaldırı" ile "devrim" arasında Michel Foucault'nun kurmuş olduğu farkı, burada "Modern" olan ile "Modernizm" arasında görmek mümkün olacaktır, diye düşünmekteyim. Birinciler, hareketin yeniliğini; ikinciler ise hareketin bir zemine koyulup resmileşmesi ve gelenekselleşmesi anlamına gelmektedir. Resmileştiği andan itibaren de kriz yeniden baş gösterecektir; çünkü kriz eskimeyle ilgili bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bir şey veya bir toplumsal vaziyet eskidiği ve yerleşmiş olduğunu sandığı zaman krize girmektedir. O halde, krizden çıkmanın yollarından birisi de modern düşünceyi tekrar düşünmenin yollarını aramaktan geçmez mi? Moderni, modern olarak düşünmenin, moderni form olarak tekrar etmek anlamına gelmediğini hatırlamak, ama "post-modern bir vaziyette", yeni bir modern anlayışa doğru sanatları ve düşünceyi taşıyacak bir girişimi düşünmek bir entelektüel ve siyasi çabayı gerektirmekte değil midir? Neticede, Fransız filozof J - F. Lyotard "post-modern moderne gebedir" şeklinde ifade etmemiş miydi?

Yazarın Diğer Yazıları

Vietnam-Gazze

Bugün 1968 ile kıyaslamalar yapılmakta. Vietnam Savaşı’na karşı çıkan bağımsızlık ve barış yanlısı göstericiler dünyada “Amerikan Emperyalizmine” karşı tavrı belirliyordu.  Ama bugün bu durum sanki “epsitemolojik bir kopuşun" göz ardı edilmemesi gerektiğini düşündürtüyor insana.

Dostluk üzerine

Siyasi partilerin seçim sonuçlarında aldıkları seçmen oyları, mümkün olabildiği kadar, oyların eşit dağılımı üzerine kuruludur. O halde, neden hâlâ bazı düşmanlık sözleri toplumun içinde yer bulabilmekte ve hak arama imkanları kısıtlanabilmektedir?

Seçimlerde toplumsalın vektörleri

İstanbul odaklı söylemlerin içinden geçen ve Türkiye bütününde siyasilerin ve devlet aygıtlarının medya ve kamusal alandaki aktörlerin sahada boy gösterdiklerini izledi