28 Mayıs 2024

Kimlik politikaları ve Avrupa aşırı sağı

Alman “kimliği” ve Alman “milleti” Nazi siyasetinin ana unsurlarından biriydi. Bugün tekrar gündeme gelmekte ve bilhassa aşırı sağ Avrupa partilerinin öne çıkan kavramlarından biri olmaktadır. Almanya’daki AfD (Almanya için Alternatif) söz konusu olan Kimlik ve Demokrasi blokunun başını çekmektedir

Ulus-devlet olarak modern toplumlarla birlikte kimliklerin var olmaya başladığı malumumuz. Ulus olmaya başlayan devletlerin; toplumu homojenleştirme siyasetleriyle birlikte bir yandan yeni faklı etnik ve dini grupların cemaat halinde veya bireysel olarak birbirleriyle beraber yaşama pratiklerini kenara bırakıp, ayrılma sorunlarının doğduğu ve eski İmparatorlukların yerini almaya başladığı tarihçilerin çok iyi bildiği bir durum.

Fransız ihtilaliyle başlayan ve önce Avrupa’ya taşınan ve sonra da Batı Avrupa dışındaki yerlere doğru giden bu “kardeşlik, eşitlik ve özgürlük” fikirlerini ve de “İnsan Hakları Bildirgesini” yayınlayan modern dünya bugüne doğru daha kozmopolit bir duruma doğru yol aldı. Bu tarihi süreçte; belki de “melting pot” (farklı demografik grupların beraberliği) kavramıyla ABD, daha çok imparatorluklara benzeyen Federal Cumhuriyeti ile, beraber yaşama kuramlarının çıktığı yerlerden biri oldu. Fransız hukukçu, 1981’de Fransız Sosyalist Partisi hükümetinin Adalet Bakanı, ölüm cezasının kaldırılmasında imzası olan R. Badinter’in lafı kulaklarımda çınlamakta. “1789’da Fransa, insan ve vatandaş haklarının yaşandığı bir yer olmaktan çok insan hakları bildirgesinin yayınlandığı yerdir” mealinde bir lafı vardı. Yani gerçekten yaşanılan değil, ama ilan edilen yerdi. Ve Fransız hukuk tarihi insan hakları ihlalleriyle doluydu, ona göre.

Bugüne gelme sürecimizde ise, kimlikler daha çok milliyetçi akımların öne sürdüğü bir duygu ve düşünce oldu. Bugün ise Avrupa Aşırı Sağ’ının önemli bir bileşkesinin adı olarak karşımızda dikilmekte. Kimlik ve Demokrasi adı altında toplanan bir grup aşırı sağcının Avrupa Parlamentosu içinde yer alan Nazi yanlısı grupları içinde barındıran bir siyasi oluşum olarak durmakta. Kimlikler, sağ ve aşırı sağ dünyasının milliyetçi kanatlarına ait olarak yaşanmıştı. Alman “kimliği” ve Alman “milleti” Nazi siyasetinin ana unsurlarından biriydi. Bugün tekrar gündeme gelmekte ve bilhassa aşırı sağ Avrupa partilerinin öne çıkan kavramlarından biri olmaktadır. Almanya’daki AfD (Almanya için Alternatif) söz konusu olan Kimlik ve Demokrasi blokunun başını çekmektedir.

Avrupa Parlamentosu seçimleri yaklaştıkça kamuoyu yoklamaları Avrupa’nın çok yerinde yükselen siyasi gücün kimlikçi siyasi parti söylemleri olduğunu gösteriyor bugün. O kadar ileri giden bir durum var ki, Marine Le Pen Fransa’daki Milli Birlik (RN) partisinin bu oluşumla (AfD) birlikte ortak olarak seçimlere girmekten vaz geçtiğini duyurdu. Daha Mayıs ayının ortasında bile bu grupla birlikte hareket edeceğini ilan eden Le Pen’in “Kimlik ve Demokrasi” blokundan uzaklaşması ilginç bir görüntü ortaya koymakta. Herhalde çok ileri giden kimlikçi siyasetin tehlikelerini farkına varıp, sağcı seçmenlerin oyunu kaybetmekten korktuğu düşünülebilir. AfD’nin içinden Alman Nazizm’i Hitler dönemindeki paramiliter SS organizasyonunu tekrar gündeme getirmesi bu uzaklaşmanın nedenlerinden biri olarak gösterilmekte. 2023 Kasım ayında Afd’nin yöneticilerinin, Berlin yakınlarında Postdam’da Neo-Nazilerin mevcut olduğu, yabancıların nasıl ülke dışına atılacağının konuşulduğu gizli bir toplantıya katılmaları da bunun neticelerinden biri olarak gözüküyor.  Benzer şekilde Alman kimlikçi hareketinin anti-semit sözleri ve söylemleri Le Pen’i rahatsız etmektedir. Partisinin içinde Jordan Bardella’nın anti-semitizmi reddettiği söylem de bu ayrılmanın bir parçasıdır. Fransa’da kamuoyu yoklamalarında en yüksek oy Bardella’ya gitmekte (%33.5)

Rusya ve Çin yardımlarıyla birlikte işleyen AfD’nin finans kaynaklarının açıklanması da Avrupa siyasetiyle Aşırı sağcı grupların hem “Netanyahu-Hamas” savaşında hem de “Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısında” uzak fikirlere sahip olduğunu göstermektedir.

Aşırı sağcı ve popülist siyasi oluşumların iki kanadı arasındaki mücadele tarafları belirler durmakta: Bir tarafta “Kimlik ve Demokrasi “diğer tarafta ise “Avrupalı Muhafazakâr ve Reformistler” iki ayrı aşırı sağcı görüşleri paylaşmaktalar.  İlleberal Victor Orban ise ikisinin arasında bir yer arayışı içinde durmakta. Avrupa’nın her ülkesinde yükselen aşırı sağ eğilimleri görmekteyiz. Fransız aşırı sağı Flaman Vlaams Belang ve Mateo Salvini’nin Ligi ile ittifaka girme yolunda. Bu ikincisi homoseksüellerin “anormal insanlar” olduklarını veya siyahi bir sporcunun İtalya’yı temsil edemeyeceğini savunmaktadır vb.

Bugün kimlikçi bir milliyetçiliğin entelektüelleri arasında Amerikalı-İsrailli filozof ve ilahiyatçı Yoram Hazony’nin Amazon’da en çok satan kitaplar listesinin en başında gelen “Milliyetçiliğin Erdemleri” kitabı dünyasal aşırı sağın el kitabı gibi satılmakta. Hazony, 2019’da “muhafazakarlığın tarihi babası” olarak kabul edilen Edmond Burke Vakfı’nı kurdu.  Bu vakıf, Batı’da ve diğer demokrasilerde milliyetçi-muhafazakarlığın (kimlikleri savunmak, elitlere karşı gelmek, aile değerlerini korumak, Batı uygarlığını muhafaza etmek, sömürgeciliğin iyi yanlarını göstermek, çocukların psikiyatrılaştırılması vb.) kuvvetlenmesi için çalışmaktadır. İsrail’de kurulan “Yahudi Kimliği Ajansı” bu çizgide gelişmiştir. Bugünkü Netanyahu idaresinin kurduğu bu kimlik ajansı milliyetçi-muhafazakâr çizgiyi ön plana çıkarmaktadır. Filistin ile olan sorunların çözümünü zorlaştırmaktadır. 

Ülkemizde de kimliklerin ne kadar önemli olduğunu ileri sürenler var ve “kimliksizleşme (zorla kimliksizleştirme değil) sürecinin” eleştirisini yapmaktalar ki bu kavram “Minör Politikaya giriştir. Bu tavırlar ve yazılar iki şeyi düşündürtüyor: Ya çok naif bir şekilde, ulus-devletin içindeki hâkim ve azınlık kimliklerinin ne kadar önemli olduğu “yanılgısı” içinde kalıp, hâkim tarafta milli ve diğer tarafta etnik yerel değerleri desteklemekteler. Ve bu değerler iki zıt ana hattı oluşturmaktadır. Ya da,uluslararası alanda bugün gelinen noktanın nerede olduğunun bilgisine ve bilincine hiç sahip değiller ve “kimlikçi” siyaseti sol bir siyaset sanmaktalar. İçinden geçmekte olduğumuz dönemin siyaseti içinde hem aşırı sağın kimlikçi siyasetini hem de eko -sistemin ve iklim kaosunu (Antroposen ve Kapitalosen) hiç ciddiye almayan bilinçsiz bir tavır içindeler. Bir bakıma yorumlardaki gibi bu: Anlatılan ne kadar gerçeğe yakın durmaktaysa o kadar gerçeğe benzemeye, ama “yanlış bilinç” içine doğru giriliyor.

Bu kimlik siyasetçileri sosyolog Edgar Morin’i düşündürtüyor bana. “Bilimin bilinçli olması” gerekir. Bilinçsiz bir bilim anlatısı bilimsel bir yanılgıya gebedir.   

Ali Akay kimdir?

Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.

Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 

1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.

Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yaprak dökümü

Kaybettiğimiz ve daha da kaybetmeye devam edeceğimiz sanatçılar, aktörler ve aktrisler bir rüya dünyasının ahlaki kurallarının yok olmaya başladığını 20. yüzyılda göstermeye başlamışlardı. Bugün ise rüya yerini kâbus ve distopyaya bırakmakta. Gidenlerin arkasından ağlanamaz belki, ama buruk bir kalp onları selamlamaktan ve alkışlamaktan başka ne yapabilir ki?

Aşırı sağ yeniden

Avrupa seçimlerinde en çok oyu alan Fransız aşırı sağcı siyasetçi Jordan Bardella, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Omaha plajında Nazilere karşı savaşırken ölen askerlerin üzerinde, bugün zıplayarak ilerlemektedir

Savaş nereye kadar?

Barış hasımlardan değil hısımlardan oluşan bir harekettir. Beraber yaşamanın imkanları Levinas’ın vurguladığı gibi “başkasının yüzünden” geçmektedir. Bu bir etik olarak öngörülmelidir. Ötekinin görünürlüğünün şartı işaret vermesinde saklıdır