10 Mart 2023

Hami Çağdaş'ı düşünmek

Hami Çağdaş'ı bugün artık olmayan Bab-ı Ali dünyasından hatırlayacağım. Onunla birlikte bir nesil bu dünyayı yaşadı ve artık bunu yaşayan insanlar azalmakta. Başka bir dünyaya doğru yol alıyoruz, Hami'nin seyir defteri başka bir yolun yolcusuydu. Biraz da titreyen sesimle ona "Elveda" diyorum

Üzülerek bir haber duyuyorum. Evrim Altuğ bana haberi aktararak mail yolluyor ve Hami Çağdaş'ın aramızdan ayrıldığı öğreniyorum. Uzun zaman geçen bir döneme doğru gidiyor hafızam. İkinci İstanbul dünyama… 1990 sonrasına!


1990'ların başında uzun yıllar yaşadığım Paris'ten İstanbul'a geldiğimde, aradan geçen on beş yıl İstanbul ile ilişkimi asgariye indirmişti. O dönemde Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümüne hoca olarak geldiğimde artık yeni bir çevrenin içine girmekteydim. O zamandan beri bu insanlar benim etrafımı oluşturan kişiler oldular. Hami Çağdaş'ı da böyle tanıdım. Rahmetli Deniz Şengel beni, bazı dergilerde yazı yazmam için teşvik etmekteydi. Bir sergi yazısı yazmam istendiğinde nerde yayımlanır sorum üzerine bana Gösteri dergisini işaret etti. Yazı yayımlandıktan uzun bir zaman sonra Emre Zeytinoğlu ve arkadaşlarıyla birlikte sergiler yapmaya ve beraber sofralara yerleşmeye başladığımızda Hami Çağdaş'ı tanımış oldum. Çok sempatik ve açık görüşlüydü. Benden yazılar istemeye başladı. Çok genç bir yaşta olmasam bile otuzlu yaşların başında İstanbul'a dışarıdan gelen biri olarak yazılarımın istenmesi tabii beni çok memnun etmekteydi. Daha sonra önce Ahmet Oktay'ın televizyon macerasında postmodernizm üzerine yaptığım konuşmalar ve ardından TRT'de Nedret Çatay'ın davetiyle "Gündemde Sanat Var" programının içine girerek, sanat programı sunuculuğu yapmaya başlamamla birlikte bu sefer Attila İlhan ile bir dostluk kurmuştum.

Zaten babamların sofrasında (Cuma Masası) yer alan Türkiye'nin bir nesil entelektüel, aktör, şair ve ressamlarını tanımaktaydım. Ama onlar beni "Nuri'nin oğlu" olarak tanıyorlardı. Bu sefer Hami Çağdaş gibi sanat gazetecileri direkt olarak bana hitap eden insanlar oldular ve ben de artık "Nuri'nin oğlu" sıfatından çıkarak kendimi bulmaktaydım. Hami'nin burada benim için önemli bir rolü olmuştur. Geçen zaman zarfında bazen sanat ve hatta karikatür jürilerinde Hami Çağdaş'ın içinde bulunduğu ve sorumlu yazı işleri müdürlüğü yaptığı "Hürriyet Gösteri" dergisinin yayın yönetmeni Doğan Hızlan ile yan yana geldiğimizden itibaren benden Doğan Hızlan'a "Hami'ye selamlar" ve ona da Hami'ye de Doğan Hızlan'a benden selamlar yollayarak küçük bir üçgen oluşturuştuk.

Bunca zaman zarfında Hami ile iyi dost olduk. Ortak masalarda yemek yedik ve içtik. Rakıyı sek içerken bir "limonata bardağını" (babam böyle adlandırıyordu bugünkü rakı bardaklarını) özel buzlu bir rakı kasesine yerleştirmeyi ilk onda gördüm. Çocukluğumda çok rakı masasında bulunmama rağmen bu üslubu ilk olarak onda gördüğümü hatırlıyorum. Hami bu anlamda orijinaldi; yemeği ve içmeyi tam da keyif adamı olarak çok seviyordu. Hem iyi bir editördü hem de keyif insanıydı. Bir seferinde ne kadar büyük miktarda yediğini gördüğümde şaşırdığımı hatırlıyorum.

Sanatlar arasında en dikkatle takip ettiği tiyatroydu. Avni Dilligil, Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri seçici kurulunda görev yapmıştı. Sergilere ve bilhassa arkadaş olduğu sanatçıların sergilerine gelmekteydi; ama asıl olan, sanırım, tiyatroydu onu en çok heyecanlandıran. Hami bir arkadaş canlısı olarak kaldı hafızamda. Son zamanlarda artık pek çıkamadığını duymuştum. Ve rahatsızlığını da.

Semt olarak Beşiktaşlıydı. Bir seferinde çocukluğunda orada oturdukları sırada bugün meydanda deniz kenarında görmeye alıştığımız Barbaros heykelinin önünün doldurma olduğunu da ondan işitmiştim. Orada denize girerlermiş o zamanlar. Hami iyi bir İstanbul dünyası insanıydı. İstanbul'u, Emirgan'ı çok sevmekteydi. Bab-ı Ali gazetecilik çevresinin içinden gelmekteydi. Bu dünyanın yayın ve gazetecilik hayatını yaşamıştı. 1980'lede Hürriyet gibi zamanın en büyük gazetesinde çalışmıştı. Solcular o yıllarda bu gazeteyi okumaktan pek hoşlanmasalar bile gazetelerin arasında asıl "haber yapma" gücünü bu gazeteye teslim etmekteydiler.

Yayın ve kitap yan yana geldiğinde, sahaflar ve İstanbul Üniversitesiyle birlikte Türkiye'nin İstanbul'unun kalbi burada atmaktaydı. 1990'lara kadar giden bu süreci ben de ucundan yakalamaktaydım. Hami, bu dünyanın adamı olarak bunu hem yaşıyor hem de naklediyordu. Bab-ı Ali yokuşu entelektüel bir terlemenin yeriydi. Yükselen bir entelektüel hayatın var olduğu yerdi. Ve belki de Varoluşçuluk da buradaki sofralarda yeşermişti. Osmanlı döneminden kalan bu yer bürokrasiyle gazeteciliğin yan yana yaşadığı bir entelektüel sermaye alanıydı. Vilayet Konağının önünden geçen yokuşta yayınevleri sıra sıra yer almaktaydılar. Hürriyet ise hemen daha yukarıdaydı İran Konsolosluğu'nu geçtikten hemen sonra İstanbul Erkek Lisesi ve Cumhuriyet Gazetesi'ne giden yol bu entelektüel sermayenin bulunduğu yerdi; çünkü devlet ile ilgili en yakın haberlerin alındığı yer bu mekandı. Bir söz ve haber alış-verişi dünyasını belirlemekteydi. Hami Çağdaş bu eski dünyanın içinden geçmiş belki de son nesildi. Herkes gibi, o da neşriyatın kâğıttan sanal okuma dünyasına geçmesinden hoşnut değildi. Bu hoşnutsuzluk kilosuna da herhalde vuruyordu. Ağır bedeni yürüme zorluğuyla bedenini taşımakta zorlanıyordu.

Hami Çağdaş'ı bugün artık olmayan Bab-ı Ali dünyasından hatırlayacağım. Onunla birlikte bir nesil bu dünyayı yaşadı ve artık bunu yaşayan insanlar azalmakta. Başka bir dünyaya doğru yol alıyoruz, Hami'nin seyir defteri başka bir yolun yolcusuydu. Biraz da titreyen sesimle ona "Elveda" diyorum.

Ali Akay kimdir?

Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.

Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 

1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.

Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. 

Yazarın Diğer Yazıları

Dostluk üzerine

Siyasi partilerin seçim sonuçlarında aldıkları seçmen oyları, mümkün olabildiği kadar, oyların eşit dağılımı üzerine kuruludur. O halde, neden hâlâ bazı düşmanlık sözleri toplumun içinde yer bulabilmekte ve hak arama imkanları kısıtlanabilmektedir?

Seçimlerde toplumsalın vektörleri

İstanbul odaklı söylemlerin içinden geçen ve Türkiye bütününde siyasilerin ve devlet aygıtlarının medya ve kamusal alandaki aktörlerin sahada boy gösterdiklerini izledi

Bir saha araştırması nedir?

Anket yapan sosyologların çok iyi bildikleri bir şey vardır. O da gazetecilerin bugün sıklıkla yaptıkları gibi gerçek veya kurgusal kişilikler üzerinden, vakalardan yola çıkarak haberi ifade etmelerinin sosyoloji olmadığıdır