Uzun zamandan beri T24’te iklim krizi üzerine hem somut hem teorik hem de Antroposen üzerine yazılar yazmaktayım. Bugün yazıların ve her yerde yazılanların etkisinin dışında militan bir gençlik sokaklarda “iklim ısınması” üzerine yürüyüşlerini devam ettirmekteler. 2019 yılından beri cuma günleri iklim grevi önermiş olan Greta’nın takipçileri her yerde aktifleşmekteler. İsveçli Greta da Glasgow’da yapılacak toplantı öncesinde yürüyüşlerini ve gösterilerinin etkisini büyütmek üzere siyasetçilere seslenmekte diğer gençlerle beraber. Greta bu sefer de Milano’daki gençlerle birlikte “iklim grevi” için haykırarak nefesini tüketmekte ve doğa karşısındaki hakimiyetin getirmiş olduğu zararlı etkileri dünyaya hatırlatmakta. 2019’dan beri milyonlarca insan yollarda seslerini duyurmaya çalıştı ve hala da bu çabaya devam etmekteler. Geçen hafta Berlin’de yürüyenlerle birlikte olan Greta bu sefer de Milano’da yürüdü.
Sanat tarihi içinde bu protestolar ve haykırmalar uzun zamandan beri sanatçıların da konusu. Dünyada o kadar haykıracak mesele var ki kimi zaman kolektif kimi zaman ise kişisel bir şekilde haykırmaları takip ediyoruz. Much’un çığlığından Bacon’un çığlıklarına veya Georg Büchner’in Wozzeck’in haykırışlarından Alban Berg’in “meleğin çığlığına” kadar sanatçılar haykırışı ele aldılar. Bu çığlıklar insanın insan tarafından sömürüsüne karşı atılan çığlıklardı. Bugün ise eko-sistemi yok olmaktan korumak için sokaklarda gençler “bu dünyadan başka bir dünya yok” diyerek seslerini yükseltmekteler.
Genç insanlar, yüzlerini boyayarak veya radyoaktiviteye karşı beyaz önlüklerle “dikkati çekmek” istediklerinin altını çizmekteler. Salgın sırasında susmak zorunda kalan ve yollara dökülmeyen gençlik “yollarda olmaktan” duydukları mutluluğu da seslendirmekteler. İklim öyle bir sorun ki, bütün yaz izlediğimiz ve haberlerde gördüğümüz dünyanın çeşitli yerlerinde çıkan yangınların iklim kriziyle ilişkisini biliyoruz. Sadece bilim adamları değil, herkes artık bu durumun bilincinde sanırım. Bazı iklim şüphecileri hariç. Bunların da çıkar grupları bağlandıklarını ya da bazı aşırı sağ grupların etkisinde örgütlenmekte olduklarını gazetelerden okuyoruz.
Bir bakıma öteki küreselleşme hareketleriyle 2000’li yıllarda başlayan yürüyüşlere eklenen yeni bir durum ortaya çıkmakta. Ekolojiden daha çok ekonomik ve sosyal eşitsizliklere dikkat çekerek sermaye karşıtı hareketlerden iklim krizi gibi daha genel bir doğal etkiye açılan söylemin gençleri bu anlamda ekosistemin yok olmasına karşı harekete geçirmekte. Bazıları çığlıklarının seslerini kesmek isteyenlere izin vermeyeceklerini haykırmakta. Gazetelere bakılırsa, İstanbul’daki puslu ve yağmurlu bir sonbahar havası sırasında Milano’da dün 50.000 kişi mavi göğün altında yürüdü. Bazıları ise Libération gazetesinde yazmış olunduğu gibi “Greta’ya teşekkür etmekte” Onun öncülüğünde bilinçlenen bir gençlik ona hayran bir şekilde kendilerini uyandırdığı için müteşekkir vaziyetteler. Birleşmiş Milletler ’deki vurdumduymaz siyasetçilere seslenmekteler: “İklimi bu halde bırakıp hiçbir şey yokmuş gibi ekonomi ağırlıklı bakışa devam etmeye nasıl cesaret edebilirsiniz”.
Gençlerde “umut aramak” her orta ve yaşlı neslin beklediği bir durumdur genelde; ama bu sefer, belki de iklim krizinin herkesten çok gençliği ilgilendirmekte olduğunu izlemekteyiz. Birçok ülkenin bakanlarının Milano’da COP26 için toplanmış oldukları bir dönemde, konferansların yapıldığı bir zamanda bu gösterinin amacı dikkati iklim krizine çekmekte. Umut geleceğe ait gençlerde ise hem kendi geleceklerini hem de onlardan sonra geleceklerin yükünü üslenmiş vaziyetteler. Hem eski nesli hem de gelecek nesli korumayı görev olarak kabullenmekteler.
BM Genel Başkanı Antonio Gutarres verdiği mesajda gençlerin bu hareketinin arkasında olduğunu belirtti ve gençlerin olumlu bakışlarının iklim krizini çözmek için “öncü” olduklarını söyledi. Gençlerin haykırışlarının arkasında durmasının yanında onların desteğine ve dayanışmasına ihtiyaç duyulduğunu da hatırlatmaktan vazgeçmedi. Buna göre artık milli devletlerin yöneticilerinin de bu çığlığa kulak vermelerinin önemli olduğunu vurguladı.
Dünyadaki iklim krizinin sanayi öncesi dönemdeki ısıya nazaran 1.5 derce düşmesi için (bugün 2.7 dere daha ısınmakta olmasından endişe edilmekte) verilen bu çabalar hepimizi ilgilendirmekte. Ve çok az duyulmakta bu haykırışlar. 2015 Paris Anlaşması’ndan beri bu çabayı siyasetçiler sürdürme kararı aldıkları halde Trump Amerika’sının hız kesici politikaları hareketi belirsizliğe sokmuştu. Salgın içinde hâlâ yaşamaya devam etmemize rağmen yaşamsal bir hak olarak gençlerin bu çığlığına kulak vermemek belki de kendi yok oluşumuzu arzulamak anlamına mı gelecektir? "Neden insanlar itaat ederler sorusu?" burada ön plana çıkmakta. Arzumuz neden geleceğimizi düşünmek ve kurtarmak değil de umursamamak üzerine akıtılmakta? Bu soru uzun zamanlardan beri filozofların sormakta oldukları sorudur. Neden arzu kendi çıkarlarına değil de başlarının çıkarlarına kanalize edilmekte? Gelecekte mutlu ılımlı bir iklimde mi yaşamak yoksa cehenneme dönmekte olacak bir dünyayı mı tahayyül etmek daha iyidir?