Dün gittiler, bugün gidiyorlar, yarına da başkaları gidecek mi? Her şey değişim içinde diye bir diyalektik vardı. Bugün pek konuşulmamakta. Muhafazakârlık bir diyalektik içinde işlemeye başladı; hazırlıyor. Geleneği korumaya çalışanlar, eski diyalektikçiler de buna karşı yerleri, eserleri, binaları korumak ve belleği saklamak üzerine işliyor, bugün. Geçmiş ne kadar eskiye gidebilecekse, bu geçmişi koruma altına almak bir siyasi iştir. Kültür Bakanlığı’nın koruma altına aldığı yerler vardır. Bu yerler kimi zaman tarihidir; ama kimi zaman da yakın modernliğimizin tarihidir. Bunlar son yirmi yıldır artık değer olarak düşünülmeyen şeyler haline geldi.
Son yıllarda 1954’te Viyanalı Fisher’den lokantacılığı öğrenen Refik, kendi lokantasını Asmalı Mescid’de açtığında entelektüellerin gittiği bir meyhaneydi. Bu gelenek yakın zamanlara kadar sürdü. Refik öldü ve oğlu devam ettirmek istedi. Olmadı. Kapandı Refik. Beyoğlu’nda her yer değişime uğramaya başlamıştı bile… Baklavacılar çoğaldı; gençler gittikçe başka bir yer haline gelmeye başlayan İstiklal Caddesi'ni terk etmek zorunda kaldılar. Kadıköy tarafı canlanmaya başladı. Acaba nereye kadar? Bade adlı gençlerin gittiği Asmalı Mescid’teki mekân ucuzdu ve genç üniversite öğrencileri, sanatçılar müzik dinleyebiliyorlardı. Yakup yaşıyordu ve entelektüeller, gazeteciler burasının müdavimiydiler.
Değişen Beyoğlu’nun başka bir yüzü turistik yüzü oluşmaya doğru döndüğünde ibre kaymıştı zaten. AKM’nin kapanmasından sonra ise Taksim zaten yeni bir şehir planlaması ile karşı karşıya kalmıştı. 2013’teki Gezi Parkı’nın başka bir yere dönüştürülmesi projesine karşı çıkan İstanbullular yine entelektüel bir hayatın devamını arzulayanlardı. Gezi direnişi adı altındaki gençliğin sokaklarda yer aldığı dönemden sonra artık Taksim Meydanı siluetini değiştirdi. Bir yanda cami ve karşısında yeni AKM. İbadet ve kültür karşı karşıya, birlikte durmaktaydılar. Bu süreçte Taksim ve etrafı, otellerinin müşteri profili değişime uğradı. Doğu dünyasının turizmi Türkiye’nin ve bilhassa İstanbul’un yeni insanları oldular. Kültür farklılaşmaktaydı. Tatlıcılar lokantaların yerini aldığında, tatlı turizm hakimiyeti mekânı başka bir yere çevirdi. Bütün bunlar her gün yavaş yavaş yapılmaktaydı. Emek Sineması veya İnci Pastanesi yerlerini bıraktılar. Başka boyutlara geçtiler; kat veya adres değiştirdiler. Sıkışan bir şekilde The Marmara Hoteli'nin altında entelektüel müdavimlerinin gittiği kafe de başka bir hale girdi. Ama sonunda o da kapandı. Sokak ve meydan kılık değiştirerek aynı zamanda müdavimlerinin karşılaştıkları eski değerlerin konuşulduğu bir yer olmaktan çıktı.
Geriye Gezi Pastanesi kalmıştı. 1987’den beri süren ve sanırım öncelikli olarak AKM’nin sanatçılarının gittiği Opera Kuaför'den Opera Patisserie’ye ve sonra da Gezi Pastanesi’ne dönüşen bu yerin entelektüellerin gittiği bir yer olması bakımından belki de kalan son yerdi. Eski neslin son yeri bu mevkide bulunmaktaydı. Hilmi Yavuz’dan rahmetli Önay Sözer’e kadar edebiyat ve felsefe dünyasının insanları burada randevu vermekteydiler. Ben de orası için, biraz kinayeli biraz alaylı bir şekilde “benim bürom” diyordum. Hale Soygazi’ye ve Murat Belge’ye rastlıyordum. Hilmi Yavuz, oğluyla bazen oturup pasta yiyor; bazen ise onu dinlemeye ve sohbetlerinden zevk almaya, genç edebiyat meraklıları, genç şairler geliyordu. Hilmi Yavuz’un bir masası vardı.
Geniş terasıyla sigara yasağı başladığında, kahve sigara imkânlarının sağlandığı bu mekân AKM’nin yeniden açılmasıyla umutlandığını söylemekteydi. Yeniden müşteriler geleceklerdi. Covid salgını azaldığında ve tekrar açıldığında tüm oraya gidenler sevindiler. Yeniden ister mekânın içinde, istenirse de eve servis yapılacak bir şekilde yemek yenilebilen yer tekrar umutla açılmıştı.
Fakat ne olduysa oldu. AKM açıldıktan sonra terasına karışıldı. Terası kaldırıldı. Ön tarafta küçük bir yere sıkıştırıldı. Masa sayısı azaldı. Arkasından daha da küçültüldü; ön tarafa sıkıştı, çünkü AKM bir heykel yarışması yapmıştı. Ve Gezi Pastanesi'nin terası önce atıl inşaat halinde bırakıldı. Sonra da ne olduğu pek de belli olmayan kaidesinin üzerinde yukarıya doğru yükselen bir “heykel” dikildi. Yukarıda eski Agora Meyhanesi açılmıştı. Bu sefer o da kapandı. Ve sonunda birdenbire haberimiz bile olmadan, Gezi Pastanesi’nin kapandığını belirten bir mezar taşı gibi siyah üzerine beyaz ile yazılmış “1987-2023” olarak binanın cephesi kaplandı. Entelektüellerin gittiği bir mekân daha yok oldu.
Önce birileri gitti, terk etmek zorunda kaldılar… Sonra başkaları onları izledi… Bakıldı arkalarından, üzülerek. Ama geçti hüzün. Sonra başkaları da gitti. Ağlayarak ve acıyla gittiler. Sonra bir nesil daha gitti. Arkasında anılar bırakarak; bazen tarihçiler dönüp bakmasa ardından kimse hatırlamayacak bile. Bellek yok olmakta zaten; yok edilmekte tok karnına.
Birdenbire nasıl oldu da geriye hiçbir şey kalmadı; anlayamadan biz geçip gitti; yok oldu. Anısı bile kalmayacak geriye. Belki roman sayfalarının birinde var olmayacaksa, izi de kalmayacak. Bugün eski İstanbul veya başka şehirlerin eski halleri yeni nesillere aktarılmakta. Ama izleyenler her halde yine o eskiyi yaşayanlar olacak. Her şeyiyle İstanbul’un 2023 yılında silinip gitmekte olduğunu izliyoruz. Son kalan yerler de işletme zorluklarıyla, giden personeliyle, elde kalanların kendi vazifelerinin dışında işlerini korumak için çaba gösterdikleri yerler acaba seneye hâlâ var olacaklar mı? Yoksa onlar da mı el değiştirecekler ve başkaları başka bir İstanbul’un yeni halini mi ortaya sermeye başlayacak? Geriye “hoş bir seda” mı kalacak? Bir şehir nasıl değiştirilir bu kadar…
Belleksiz bir “cinnet toplumunun” yaşayabilmesi ve daha da kabalaşması için neler eklenecektir bu gidişata? Cinnet; çünkü hezeyanların geçmişi değil şimdisi vardır. Var olan geçmişi sorgulamaz çünkü sorguladığında iyileşmeye doğru gidebilecektir; ama bu istenen bir şey midir? Hasta yaratırlar toplumlardan ki çok daha iyi ve kolay idare edilebilsin diye. Ama aslında öyle midir? Tam da değil sanki!
Ali Akay kimdir?
Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.
Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır.
1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.
Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır.
|