27 Haziran 2021

Futbolcuyum futbolcu!..

Bir yandan eski bir nesil bu süreci devam ettirmek isterken, ister istemez yeni bir nesil daha liberal ve demokrat görüşlerle yaşamaya başlıyor. Her dönemin kendi söylemi içinde laflar telaffuz edilmekte değil midir yoksa?

1970'li yıllarda siyasileşmeye başlayan bir "toplumsal alan" ortaya çıkmaya başlamıştı ve bilhassa gençlik siyasi görüşlerini kitle halinde ifade etmeyi seçmişti. Üniversitelerde ortaya çıkan siyasi eylemler git gide liselere doğru kaymış ve siyasileşme yaşı inmişti. Sol ve sağ olarak genel bir şekilde adlandırılan iki kanat ise kapitalist ve sosyalist kanatların temsili olarak telaffuz edilmekteydi; halbuki "varyantlar" vardı.

Sol kendi içinde, SSCB'ye kendilerini yakın hissedenlerle Çin'deki Mao'nun "kültür devrimi" sonrasındaki siyasi çizgisini kendilerine yakın hissedenler arasındaki büyük siyasi görüş farkını yaşamaktaydı. Bu gruplar siyasi ve sosyalist çerçeve içinde revizyonizm tartışmalarını ele almaktaydılar. "SSCB'de sınıf mücadelesi var mı?" yoksa "Sosyalist bir devlette sınıf mücadelesi nasıl olur?" soruları içinde, biraz da dünyadan kopuk ve güncel olana kapalı bir şekilde bu süreç devam etti ve ardında "devrimci bir pratik" bıraktı. 

Sağ grup ise dini ve milli değerler olarak iki kanattaydı; ama bunların içinde kimileri kapitalist değerlere önem veren liberal yaklaşımları benimsemekteydi, kimileri ise Libya'nın İslami görüşe dayanan yeşil kitabından dolayı "Yeşil Devrim" olarak adlandırılan görüşe yakındılar. 1969'da bir darbe sonrası iktidara gelen Kaddafi, Arap milliyetçiliğinden etkilenerek anti-Siyonist hareketlere katkı vermek istemiş ve İtalyan asılların ve Yahudilerin mallarına el koyarak, onları sınır dışı etmişti.

Türkiye'de, o yıllarda bir laf vardı. "Ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu"! Bu spor müsabakalarının içine siyaseti karıştırmama anlamına gelmekteydi. Değişik siyasi görüşleri olsa bile futbolcuların "spora siyaseti karıştırmamak" gibi bir adeti vardı. Bu 1970'lerin ikinci yarısında Galatasaray'ın sağ açık pozisyonunda oynayan Metin Kurt tarafından bozulmuştu. Siyasallaşmanın liseli gençlere kadar geldiği, siyasi olsun veya olmasın Georges Politzer'in "Felsefenin Temel İlkeleri" kitabını okumayanın cahil kabul edildiği bir dönemde siyasallaşmanın spor alanına gelmesi kaçınılmazdı.

Ve zaten Avrupa'da olan olmuştu: 1972 yazında, Olimpiyatlar sırasında İsrail Olimpiyat takımından on bir sporcunun ve antrenörün Kara Eylül adlı silahlı örgütün mensupları tarafından rehin alınması, sporun siyasileştiği dönemde dikkat çekici olmaya başlamıştı. İsrail Mısır arasındaki "Altı Gün" savaşından beri beş sene geçmiş olması bir şeyi değiştirmemişti. Bu saldırı hem İsrail'de hapishanelerdeki siyasi mahkumlarının hem de Almanya'daki "Kızıl Ordu Fraksiyonu" mensuplarının hapisten çıkarılmasını talep etmekteydi. İkili bir talep söz konusuydu. Marksist bir dayanışmanın parçası olarak gözükmekteydi.

Sonunda, ölen beş Arap militanın Libya'da "devlet töreniyle" gömülmesi ise Kaddafi'nin etkisini göstermekteydi. On bir İsrailli sporcu ve antrenörleri ile birlikte, bir Alman polisi ve beş saldırgan, bu olay sırasında öldüler. Bu sırada Olimpiyatlar durduruldu ve bu saldırı kınandı. Hemen bir ay sonra ise, Alman Lufthansa uçağı kaçırıldı ve bir evvelki olayda yakalanan üç mahkûmun serbest bırakılması talebi ileri sürüldü. Alman hükümeti bu sefer hava korsanlarının isteklerini yerine getirdi.

1970'li yılların "kurşun yılları" olarak adlandırılması bu nedenle boşuna gibi durmamakta. Sporun içine siyaset girmişti bile. Türkiye'de en dikkat çekici hareket ise, legal bir siyasi girişim olarak Metin Kurt'un futbolcu sendikası kurma girişimiydi. Spor-Sen ve Devrimci Spor Emekçileri'nin kurulmasında önemli bir rol oynayan Metin Kurt da Galatasaray ile yollarını ayırmak zorunda kaldı. Galatasaray onu "aforoz etti". Daha sonra, Metin Kurt seçimlerde TKP listelerinden İstanbul Milletvekili adayı olmak üzere seçimlere katıldı ve başarılı olamadı. Spor yazıları yazdı; siyasi bir spor analizi gerçekleştirerek 2012 yılında vefat etti.

O günlerden bugüne gelindiğinde ise süreç devam ediyor. Viktor Orban'ın LGBT+ karşısındaki tavrı ve Meclis'ten geçirmekte olduğu kanun ("minörlere homoseksüelliğin promosyonu" adı altındaki kanun) Avrupa Konseyinin Macaristan'a karşı tavrıyla siyasallaşan bir futbol organizasyonunu bize göstermekte. Aslında olay, Macaristan-Almanya maçı sırasında "LGBT+ gökkuşağı renklerinin stadyumun ışıklandırılması için kullanılması fikri" üzerine başladı. Bu kanunla Macaristan'ın Avrupa Birliği değerleriyle örtüşmemesi kınanmaktaydı. UEFA tarafından "siyasi" bulunarak reddedildi.  Eşitlik talebi vardı ama AB'ye göre eşitlik zedelenmekteydi. "Homoseksüellik ile pedofilinin benzer" sayılmasına yönelik Macaristan'ın girişimi kınanmaktaydı. Viktor Orban'ın "Homoseksüellik bir seçim değildir, böyle doğulmuştur" lafına karşı Xavier Bettel'in "Homoseksüel olmak bir seçim değildir, homofob olmak ise seçimdir" sözü karşı cevap olarak verildi. Hollanda'dan ise Başbakan Mark Rutte'nin sözü daha sert ve dikkat çekiciydi: "Macaristan'ın insani değerleri Avrupa Birliği değerleriyle örtüşmüyorsa 50'nci maddeye dayanarak Birlikten çıkabilir" diyerek sert bir cevap verdi; çünkü İngiltere'nin Avrupa Birliğinden ayrılması (Brexit) bu maddeye dayanmaktaydı. Bu lafların üzerine Hollanda Elçiliği LGBT+ renklerini ışıklandırdı. Macaristan'da, Berlin Duvarının yıkılmasından çok önce, 1961 yılında homoseksüellik haklarının suç olmaktan çıkmış olmasına rağmen Viktor Orban'ın kendisinin bu hakları savunduğunu iddia etmesi "tarihi çarpıtmak" olarak algılandı. E. Macron ise "liberal birisiydin ne oldu?" sorusunu ona yöneltti. Ve ekledi: "Hiçbir şey bir insanın onurundan daha önemli olamaz". Onur haftasında sarf edilen bu söz dikkat çekici olarak Fransa'nın görüşünü belirtmekteydi.

Bu tartışmalar öncesinde Macaristan'ın en tanınmış sporcularından birisi olan ve kendisinin şöhreti sayesinde daha cesur tavırlar sergileyebilen Peter Gulasci'nin, "LGBT+ haklarının insan haklarının bir parçası" olduğunu savunması, "aile ailedir; ebeveynlerinin cinsiyeti, rengi, dini ne olursa olsun her çocuğun ailesiyle birlikte mutlu bir yaşama hakkı vardır" cümlesi onun tavrını ortaya koymaktaydı. On sekiz yaşında ülkesinden ayrılarak İngiltere'ye transfer olan Peter Gulasci, sonra Avusturya ve Almanya'da oynadığından dolayı, "yurt dışı tecrübeleri olanların daha geniş bakma imkanları" olduğunu belirtmişti.

1970'li yılların "ne sağcıyım ne solcu futbolcuyum futbolcu" lafının geride kalmaya devam ettiğini görmekteyiz. Bir yandan eski bir nesil bu süreci devam ettirmek isterken, ister istemez yeni bir nesil daha liberal ve demokrat görüşlerle yaşamaya başlıyor. Her dönemin kendi söylemi içinde laflar telaffuz edilmekte değil midir yoksa?

Yazarın Diğer Yazıları

Vardın mı?

Toplumsal alanın içindeki cins kimlikleri arası anlaşmazlıkların aşılması ve barışın vurgulanması için 25 Kasım’ın duyurulması ve yaygınlaştırılması ehemmiyetli gözükmekte

Kriz nerede?

Sıkışan ve sayıca azalan hâkim bir burjuvazi ile orta üst sınıfların, eski devlet memurlarının ve de daha sonra “orta direk” olarak ortaya çıkanların ekonomik krizden kuvvetli bir şekilde etkilendiğini gözlemlemekteyiz. Alt diye adlandırılan sınıfların ise, maaşlı, emekli, işsiz vb. “açlık sınırında” olduğu belirtiliyor: Kriz!

Lizbon’da sanat haftası

Bu sene şehrin üç önemli müzesi Lisbon Art Weekend’in LAW’ın organizasyonunun içine girmiş bulunmakta: Gulbenkian Müzesi, MAAT Sanat, Mimari ve Teknoloji Müzesi ve de koleksiyonunda Picasso, Duchamp, Miro, Ernst, Bacon, Bourgeois, Judd gibi uluslararası sanat tarihi ustalarını bulunduran MAC/CCB. Bu müzelerde dünyanın önemli çağdaş sanatçıları sergilenmekte

"
"