ABD’de basın; sosyalistlerin görüşlerine, demokratik sosyalizme ve demokrasiye (bilhassa işsizliğe, işe alınma koşullarında eşitliğe, evsizliğe, yurtsuzluğa ve evrensel sağlık ve güvenlik sorunlarına, kamuya ait değerlerin ortaklığına, adalette ırksal-tensel, etnik veya cinsel kimliklerdeki hukuki eşitliğe, eğitim hakkının eşit olarak sağlanmasına, çocuk bakımına ve eğitimine, bankalardaki kredi eşitliğine, sakatlara destek programlarına, herkese ait asgari bir ücrete ve sosyal yardımlara, hava kirliliğine karşı dünyasal mücadeleye, kamusal iletişim ve ulaşım imkânlarında eşitliğe) yer vermeye başladığı haberi üzerine düşünmeye başlarsak (Politico Magazine’de 3 Eylül 2018’de çıkan yazıyı bana gösteren Mehmet Ali Bayar’a teşekkür ediyorum), geçmiş ve aşılmış gibi duran bir sosyalist düşüncenin, bugün hangi bileşkelerinin geçerliliğini koruduğunu önce sormaya ve sonra da anlamaya başlayabiliriz.
Uzun zamandan beri “demode” olduğu ileri sürülen bazı kapitalizm analizlerinin aslında birçok yerde sürmekte olduğunu, araştırmaların güncelleştirildiğini entelektüel sol bir düşüncenin içinden sürdüğünü takip ediyoruz. Ama, Amerika Birleşik Devletleri gibi bir ülkede, kapitalizmin Marksist analizlerinin canlanması ilginç bir görünüm ortaya çıkarmakta. Ve, eskiden beri gündemde olan, ama biraz da unutulan ve birbirleriyle karıştırılan liberalizmin, politik anlayışı ile ekonomik anlayışı arasındaki ayrımın açılmaya ve yırtılmaya başladığının işaretlerini takip ediyoruz.
Elbette, bunun bu şekilde ele alınmaya başlamasının arkasında yatan bazı nedenler olacaktır ve bunlar arasından, belki de, en ilginci son kırk yılın sermaye hareketlerine bakmak olacaktır. Ve, trans-nasyonal sermayenin başlattığı bir dağılmanın ve gelişmenin getirdiği bir büyümenin aynı sermaye tarafından nasıl “üretim-sonrasına” ve hatta başkalarınca “emek-sonrasına” dönüştürülmeye başlandığının işaretlerini bize göstermekte. Sermaye ve burjuvazi (en genel anlamında söylüyorum- tabii ayrı ve çok heterojenler, ama bilhassa finans kapital) demokrasi ve insan haklarını savunmayı bırakıp yatırım yapmadan “yapay ekonomik cennetlerde” paradan para kazanmaya doğru gittiği son otuz yıldan beri kapitalizm işlemez hale gelmeye başladı. Tıkandı. Ve sanayinin doğayı en kirletici sektörlerine ekonomiyi bıraktığında (bilhassa, kömür sanayileri, petrol şirketleri, petrokimyaya, doğalgaz şirketleri, elektrik şirketleri vb.), yani hakimiyeti bu tip sektörlerin üzerinden kurmaya kalkan politik yapılanmaların demokrasi-sonrası yaklaşımlarına bakıldığında (Çin’deki uluslararası yatırım gücünün demokrasiyle alakası olmadığı ve tıpkı 1930’lı yıllarda demokrasinin bir ırklar karışımı ortaya koyup ari ırkları bozduğu iddiasını taşıdığı gibi, insan haklarının bir anlamı olmadığı üzerine gerçekleşen görüşler yaygınlaşıp, çoğaldıkça), bilhassa Amerika Birleşik Devletlerinde, bugünkü siyasi rejimle başlayan içe kapanma döneminin “gayri-etik” yaklaşımlarının öne çıkmaya yüz tuttuğu bu zamanlarda, geriye demokrasiyi savunacak olan gruplar arasında sadece siyasi olarak liberal sol gruplar kalıyor. Politico Magazine’in yaklaşımı burada anlam kazanmaya başlıyor.
Ama yine de, bazı Amerikalı sol entelektüellerin örnek verdiği modeller arasında Kuzey Avrupa ülkelerinin sosyalizmi, bugün biraz tıkanmış durumda veya en azından öyle gözüküyor ve aşırı sağın ırkçı grupların yükseldiği yeni yerler olarak ortaya çıkıyor. Bu da, bütün yaşanan korkunç “arı kan” üzerine kurulu ırkçı ve etnik açıdan imha edici Nazi ve Faşizm tarihinden sonra, bu korkunçlukları bile bile, ama bir an bile olsun bugünkü yaklaşımlarda akla getiremeden, 21. yüzyılda hala nasıl canlı kalmakta devam edebildiğini izlemek şaşırtıcı, tabii.
Neticede kapitalizm, en basit anlamında, 19. yüzyıldan beri değişim değeri olarak değişim değerinin maddi sembolü olan paranın sermaye dönüşmesi üzerine odaklanmakta; paranın paraya yaslanması ve para üzerinde odaklanması değil...! Yani, her birinin üretilen değişim değeri olan diğer metaların değiş-tokuşuna (fiyat) yarayan bir ortak meta birimi olarak, sadece para diğer metalardan ayrılmakta. O kadar sadece. O dönemde, kapitalizmin palazlanmaya başladığı 20.yüzyıl başlarından 1970’li yılların ortalarına kadar sanayi, ticaret ve finans kapital “üretim” kavramına yaslanmaktaydı...!
Avusturyalı Marksist ekonomist Rudolf Hilferding’in (1877-1941) 1910 ‘da yayınladığı Finans Kapital (denetledikleri veya sahip oldukları sektörler üzerine finansın hakimiyeti) üzerine olan çalışmasına bakıldığında hemen göze çarpan olgunun, ister kolektif olarak ister özel olarak yapılsın-- birincisinde “sosyal üretim”( iş bölümü) ve ikincisinde “özel üretim” (özel mülkiyet)-- üretim kavramlarına dayandığı fark edilmektedir. Bu bir değişim rejimdir. İlişkiseldir. İnsanlar ve sınıf ve sınıf fraksiyonları arasındaki organik sosyal ilişkisellikten meydana çıkmıştır. Toplumsal üretim ve yeniden üretim bu sayede gerçekleşmektedir ve sosyal olarak üretime gerekli olan zamanda gerçekleşen mallar, bu bireysel olmayan sosyal ilişkisellikte (doğal olarak değil ticari olarak), birer meta haline girmektedirler. Bu yüzden kapitalizm insanı doğallıktan uzaklaştırmaktadır (bugünün ekolojik sorunları).
Borsa üzerinden gelişen kağıtlardan oluşup da parayı temsil eden araçlarla ödeme şekilleri ile kazanç getiren kağıtların temsili olan devlet tahvilleri ile başlayan ve bugün gittikçe görünürlük-dışı olarak duran bankacıların para transferleriyle birlikte kapital yersiz yurtsuzlaşmakta. Borsa ve bankalar arası bir rekabette, emek ve artı-değer üzerine kurulu kapitalizm artık bankalar ve sermaye takipçileriyle birlikte sabit sermayeyi yersiz yurtsuzlaştırarak değişken sermayeyi yani emeği de yersiz yurtsuzlaştırdıktan sonra, bu hareket “savaş ekonomileriyle” büyümeye başlamıştır. İşlerlik işlevini değiştirdikçe kapitalizmin işlevi de yerini kaybetti. Bu durumda, kapital temsil edilen paranın gittiği coğrafi yerden geri dönmediği zaman, nerde olduğu saklı veya belli olmayan, yüksek faizle işleyen “kurgu kapital” olmaya aday olmakta. Hilferding, o dönemde, buna “kurgu-kapital” adını vermekteydi. Bu kavram verimi olmayan bir sermayeye tekabül etmekte. Bugün verim dışı ekonomiyle birlikte “üretim ve emek sonrası” kavramları dünyasal sosyolojik ve ekonomik analizleri sıkıştırmakta, zora sokmakta. Dolayısıyla, günümüzde, kurgu ekonominin ve kurgu-kapitalin hakimiyeti finansın üzerinden değerlendirilerek aslında var olan “geçek ekonominin” üzerine yerleşmiş vaziyettedir. Finans kapitalin özerkleşmesi ve değerlerini empoze etmesiyle birlikte piyasa sadece transferler ve transaksiyonlarla işler hale gelmeye başladığında, sosyal ilişkiler ile birlikte, insan faktörü, insan hakları değerleri, demokrasi düşüncesi ikinci plana düşmüştür.
Bu yüzden diye düşünüyorum, sosyalistler hala üretime inanmaktalar ve üretim kavramından vaz geçmemekteler (Deleuze’ün arzu üretimi makinası kavramına verdiği önem); buna rağmen uluslararası kapital uzun zamandan beri ya uykuya yattı ya da kar hadlerini yükseltecek, dışarıdaki veya içerideki (kaçak) düşük emeğe yaslandığında, her yerde aşırı sağ partiler, ırkçılık ve milliyetçilik yabancıya düşman olmaya başlamakta ve bu ilişki ve husumet git gide büyüyerek devam etmekte (ırkçı, yabancı düşmanı aşırı sağın her yerde hortlayarak yükselmesi). Belki de, sosyalistler ve kapitalistler arasında hala süren bugünkü ayrımın arkasında yatan fark, kapitalizmdeki özel mülkiyet ve piyasa (kapitalin kısmı) ile üretimin yatırımla yapılan emeğe ait kısmı (üretici) arasındaki sınıfsal ve ideolojik farkın sürmesidir ? Ve, belki, hala bu roller bugün başka şekilde oynanmaya devam ediyordur : Yatırım dışı piyasanın kredi veren finans sektörü (nesnelleşmiş emek gücü) ile borçlanmış preker emek (veya canlı emek gücü) arasındaki ayrımın siyasal uzantıları bu mudur?
Her ne kadar J. Rifkin gibi düşünürlerin başka bir döneme girmekte olduğumuz iddia edilmiş olsa bile ki, kendisi “üçüncü sanayi devriminden” (iletişim teknolojileri, yenilenebilir enerjiler, hidrojen teknolojileri, hidrojen stoklamaları ve internet dönemi ve de petrol sonrası teknolojiler) ve kitle sanayiinden ve üretiminden söz etmektedir ve bu enerji sonrası dönem oldukça ilginç verileri beraberinde getirmektedir; buna rağmen, kapitalizmin analizlerinin başlangıca bakmak her zaman ilginç olabilir. O halde, sorumuz bugün yatırım ve üretim kavramlarına bakışa ne zaman tekrar dönülecek ve bu ilişki bugünkü teknolojilerle nasıl tekrar düşünülebilecek? Çünkü ancak o zaman, sanki, “emek-sonrası” ve “nükleer sonrası” bir toplumsal vaziyeti düşünmek mümkün olabilecek gibi gözükmekte.