Bir tarih yazımı var bugün; 1940’lı yıllara kadar giden bir tarih yazımı bu. Fransa’da küresel bir tarih: Fransa’nın Küresel Tarihi. Patrick Boucheron bu tarihi taşımayı üstlenmiş. Boucheron'un bu tarihçi bakışının ardında bizim de bildiğimiz ve Türkçeye daha önce çevrilmiş olan tarihçilerin yazıları ve kitapları var. Lucien Febvre, Pierre Nora, Jacques Le Goff, Fernand Braudel gibi tarihçiler coğrafya, göç ve nüfusla ilgili bir tarihçilik anlayışına önderlik ettiler. Bu anlayış, hem olaylar ve bu olaylar sırasındaki entrikaların tarihiyle hem de dünyasal olanla alakalı. Kısıtlı, yerel bir tarih anlayışının dışındaki bu bakış, bize karmaşıklaşmış, melezleşmiş ve dillerin, etnik yapılarının birbiri içine girmiş tarihine bakmayı öngörmekte. Bu anlamda tarih, hamasi kahramanlıklar tarihi olmaktan çok uzak. Mesela, tarihe bir coğrafya tarihi olarak bakan ünlü tarihçi Fernand Braudel (1902-1985) yaşadığı dönemde, -tam olarak 16 Ekim 1985’te ölmeden aşağı yukarı bir ay evvel- Toulon Koleji öğrencilerine kendi coğrafyalarını anlatırken, bir yandan tarihin bir anlatı olduğundan ve bazı tarihçilerin yaşanmış tarihi “idealize” ederek hamasi bir tarihe dönüştürmelerinin sıkıntılarından bahsederken, diğer yandan da 1707’de Toulon şehri kuşatma altındayken, nasıl birçok ayrı etnik gruptan gelen insanların Fransa’yı kurmuş olduğunun altını çizmekteydi. Bugün Fransa adı verilen toprakların dünya tarihine ait olarak kurulmuş olan bu topraklar olduğunu göstermekteydi. Fransa denilen yerin çeşitlilikten oluşmuş olduğunu anlatıyordu. Hem de şunu eklemeden edemiyordu: Bazı tarihçilerin ileri sürdüğü gibi Fransa’nın birleşik bir Fransa olması Jean d’Arc zamanında oluşmuş bir tarih olmaktan çok uzaktır. Braudel, “Fransa” adı altında bir kurgu-tarih anlatıldığında, bu toprakların “bir Fransa” haline gelmesinin arkasında yatan nedenler arasında en önemli olanın bir “savaş ve direnme tarihi” olmaktan çok bir “ulaşım tarihi” olduğunu vurgulamıştı. Çocuklara Fransa’yı birleştiren olgunun demiryollarıyla oluştuğunu söylemişti. Değişik coğrafya bölgelerinin ve bitki örtülerinin etkisi kadar demiryolları sayesinde halkların birbirlerine temas etmesi sayesinde de Fransa’nın bugünkü halinin ortaya çıktığını ileri sürmüştü.
Bu, pratik olduğu kadar gerçek bir tarihi olgunun ortaya koyduğu durumdur. Birleşmenin kahramanlık hikayeleriyle, işgallerle veya düşmanlara direnmelerle değil, gelişen teknolojiyle oluştuğu söylenmektedir. Braudel, bir ay sonra öldüğünde, arkasında yarım kalmış Fransa’nın Kimliği adlı çalışmasını bırakmıştı. Kitap Fransa’nın melez bir coğrafyadan ve insanlardan meydana geldiğini öne sürmektedir. Michelet’nin vurgulamış olduğu gibi Birleşmiş Fransa tarihi, Paris etrafı Fransa’sının diğer Fransalara etki yaparak, onlara kendi kurallarını ve dilini empoze ederek birleştirdiği bir tarihtir. Tarih, bir anlatı olarak bakılan bir alandır; ama aynı zamanda “tarihin somut gerçekleri” kurgu hikayelerden daha vurgulu ve hakikidir. Tarih kımıldayan bir disiplindir. Zaman ilerledikçe ve arşivlere ulaşma imkanları arttıkça bazı önyargılar da ortadan kalkmaya başlayacaktır.
Kimlik diye adlandırılan ve oluşu hareketlendirecek olan sosyal olgu bir « çokluk » tarihinden başka bir şey olarak gözükmemektedir. Tarihe bu tip bir bakışın, milli olarak adlandırılan tarihe narsisistik bir yara açtığını ileri sürer Patrick Boucheron. Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’un insanlığın “travmatik yaralarını” üçe ayırması gibidir bu bakış: Birincisi Kopernik devrimidir. Kopernik devrimi, insanlığın ve dünyamızın güneş sisteminin merkezinde yer almadığının farkına varmamızı sağlamıştır. İkincisi insanın varlık olarak maymundan gelmiş olduğunun farkına varılmasıdır. İnsan hayvanlardan farklı bir varlık değildir (ve bu zaten Aristoteles’ten beri ileri sürülmektedir: İnsan düşünen bir hayvandır). Darwin devrimi iki büyük düşünürü etkilemiştir: Marx'la ekonomi politik ve Freud'la psikanaliz bu bilimsel düşünürden etkilenmiştir. Üçüncüsü ise, Freud’un kendi buluşu olan psikanalize göre, insanın bilincine bağlı değil, ama bilinçdışına bağlı olarak yaşadığıdır. Rüyalar ve fantazmalar insanın düşünmesine ve yaşamasına etkide bulunmaktadır; çünkü insan kendisinin bilincinde olan bir varlık olmaktan çok uzaktadır. Karanlık yanı aydınlık yanlarından fazla yer kaplamaktadır. Bu üç bakış insanın bir özü olmadığının altını çizmiştir. Zihinsel etkiler bilinçdışına bağlıdır. Cinsellik ise ergenlikle ortaya çıkan bir şey olmaktan çok, çocuklarda başlayan bir süreçtir.
1944 yılında tarihçi Lucien Febvre Fransa Tarihi’ni yazdığında, Fransa topraklarında Fransa haline gelmeden evvel yaşayanların da dahil olduğu bir Fransa tarihini ortaya koymuştur. Bu tarih, Fransa tarihinin ne kadar çeşitli medeniyeti içinde barındırdığının üzerinde durmaktan çok Fransa’nın çoğul bir etnik tarihi olduğunun üzerinde durmaktadır. Coğrafya ise çeşitli insanların üzerinde yaşadığı toprağın olduğu yer ve bu yerin tarihidir. Galyalılardan evvel yaşayanların birleşik tarihidir. Bu anlamda, etnik ayrımcı bir tarih yapmak mümkün değildir. Bugün Avrupa’nın tarihi, bu etkilerden ortaya çıkan halkların bir tarihi olarak okunmalıdır. Veya benzer bir şekilde, Amerika’nın tarihi, değişik bölgelerden göç ederek Amerika topraklarına yerleşmiş insanlardan meydana gelmiş olan bir tarihtir. Amerika’daki Kuzey Güney iç savaşı olarak ortaya çıkan tarih Meksikalılar ile Beyaz Amerikalılar savaşı olmaktan çok uzaktır. Ortak bir şekilde Amerikalı Kızılderililerin topraklarının işgaliyle oluşmuş bir tarihtir: Bugün, ABD tarihi çeşitli yerlerden ve kıtalardan gelen göçmenlerin beraber oluşturduğu bir tarihtir. Amerikalı ve sonradan Amerikalı veya Yabancı olarak adlandırdıklarının baştan beri yabancılardan birleşen bir tarih olduğunun bilincine varılmasının tarihidir.
Ne Avrupa’da ne Amerika’da ne de başka yerde tek bir etnik insan topluluğu mevcut olmuştur. Antropolojinin de bize göstermiş olduğu gibi “kadın dolaşımı” ayrı ayrı grupların hasım olmaktan çok hısım olmasını sağlamıştır. Bu tarihler bazen savaşların bazen de ticaretlerin tarihidir. Ve birbiri içine girmiş küresel tarihlerdir. Hiçbir devlet başlı başına var olmamıştır. Her biri karışmış ve melezleşmiştir.
Ne Osmanlı İmparatorluğu ne de Rus çarlığı Avusturya-Macaristan İmparatorluğundan ayrı tutulabilir. Ne de bu imparatorlukları Fransa veya İngiltere Krallığından ayrı tutabilmek mümkündür. Ne Roma Katolik Kilisesi ne de Rum Ortodoks Kilisesi birbirinden ayrılabilir (Mesela Dante, döneminde bunları birleştirmek için çok kafa yormuştur). Frankların İngiltere Krallığını, Germenlerin de Fransa Krallığını kurduğu bir tarih vardır: Henri de Boulanviliers’nin (1658-1722) tarih anlatısı bundan ibarettir. Tarihte,İngiltere-Fransa veya Fransa-Almanya savaşlarına bakıldığında, ülkelerin daha sonra bu topraklara gelenler tarafından kurulan devletler olduğuna bakıldığında, bu savaşların hiç anlaşılır gibi olmadığını farkederiz. Tarih karmaşıklıklar ve karışımların tarihidir. İnsanlar birbirlerinden her zaman etkilenmişler, kimi zaman dost kimi zaman düşman olmuşlardır. Düşman oldukları zaman bile birbirlerini etkiledikleri gerçeğini yadsıyamayız.
Boşuna hamaset tarihi yapmanın lüzumu yoktur. Yiyeceklerin, insanlara değişik coğrafi bölgelerden gelip, sonra kendilerine mal etmiş oldukları gibi düşünmek gerekecektir (Patatesin Avrupa’ya gelmesi için Amerika kıtasının keşfini beklemek lazımdı; sonra da Avrupa köylülerinin “milli yemeği” haline gelmedi mi ?). Tarihin, herkesin tarihi ve iç içe geçişlerin tarihi olduğunu ve ulaşım yollarının hızlanmasıyla ilişkili olarak kaçınılamayacak bir küresel tarih içinde yaşadığımızı hep hatırlamak ve hatırlatmak lazım, hem kendi kendimize hem de bizi hor görmeye kalkan diğerlerine. Öyle değil mi ?