Bir süreden beri hukuk, demokrasi ve popülizm ile neo-liberalizm ilişkisi üzerine yazdım ve bu bitmiş bir konu olmaktan çok uzak tabii. Ancak, biz bu konularla meşgul olmaktayken, aynı zamanda Mars ile temas eden bir astronomi dünyasının rüyaları gerçeğe çevirme çabalarını okumakla kalmamaktayız, aynı zamanda başka bir yöne doğru ilerlemeye başlayan bir politika ve hukuk dünyasının içine girmekte olduğumuzu da izleyip, yaşamaktayız. 26 Kasım 2018 haberlerinde NASA‘nın ilk defa Mars’a tehlikeli bir iniş yapacağını öğrendik: Pasadena’dan In-Sight Mars ile temas etti. Ve daha öncekilere nazaran bu sefer başarılı geçti. Halbuki bizde, ne yazık ki, uzay araştırmalarının işe yaramaz bir hareket olduğu ileri sürülüp, kaleme alınmaya başlanmakta ! Halbuki bu ciddi bir konu.
Mars’ta bir şeyler olmakta. Bu, sadece gezegen meselesi olmaktan çıkmış, yeni bir hukuk başlangıcını öngörmekte: Uluslararası yeni bir uzay hukuku. Ayrıca, ekonomik olarak yeni bir yatırım alanı bu. Amazon’un CEO’su ve kurucusu Jeff Bezos Mars’a yatırım yapmak için kolları çoktan sıvamış durumda. Gelecek için uzun vadeli yatırımları arasında, bilgi makinaları (yapay zeka), ev otomasyon aletleri (domotik), robotik ve uzay keşif ve araştırmalarını seçilmiş bulunuyor Bu yatırım projesinin adı: MARS. Yatırımlar Mars’a inen uzay mekiği ile sınırlı değil. Ne de sadece Amerika ile sınırlı. Hatta o kadar ki belki de neo-liberal ekonominin bir uzantısı olarak özel şirketlerin yatırımları devlet ve kamu yatırımlarının önüne geçmiş vaziyette uzay araştırmalarında.
Fransız kanalı TV5’teki 25 Kasım haber programında “uzay hukuku” üzerine çalışılmakta olunduğu haberi çıktı. Ve, Çin’in Kapito-Komünist rejiminde, devlet dışında ama kontrolünde “özel uzay şirketleri” çalışmaya başlamışlar bile. Özellikle, uzun vadede uzay alanında gerçekleşecek yatırımlarda ve rekabette gezegenlerden gelecek enerji ve madeni kaynakların (yeryüzünde ender olan helyum-3’ün ayda bulunması) elde edilmesi ve dünyaya transferi için araştırmalar ve yolculuklar hız kazanmış durumda. Mars’taki madenler araştırılmakta. Çin’de, 2017 ile 2022 yılları üzerine yayınlanan “Beyaz Kitap”, hedeflerinin Ay, Mars ve de Güneş Sistemi’nin kaynakları üzerine olduğunu açıkladı. Çin’de Beidou adı altındaki uzay yatırımlarının Avrupa’nın Galileo ve ABD’nin GPS navigasyon sistemlerine benzediği ileri sürülmekte: Uzay gözetiminin önemli bir siyasi stratejiye bağlı olduğunu izlemekteyiz.
ABD ve Çin arasındaki rekabet sadece ekonomik bir küreselleşme savaşı değil, ama aynı zamanda da uzay rekabeti ve hatta savaşı haline gelmiş vaziyette. Bu nedenle uzay üzerine yeni hukuki bir yapılanma düşünülmekte. Tıpkı eski dönemlerde olduğu gibi: 18.yüzyın sonuna girildiğinde Kant “evrensel barış” için uluslararası kozmopolit bir hukuk biçimlendirmeye başlamıştı. Daha sonra, bilhassa II. Dünya Savaşı sonrasında yeni hukuki yapılanmanın dünya çapında gerçekleştirilmeye çalışıldığını ve yetkili mercilerin savaşı önlemek üzere hake(i)m rolü oynamaya başladıkları biliyoruz. Böylece, savaş-sonrası demokratik barışçıl olma umudu olan bir dünyaya girmiştik. Bu, modernleşme olarak adlandırılan bir dönemin başlangıcı olarak 18.yüzyıl Aydınlanma felsefesine dayanmaktaydı. Kant, bu anlamda, modern hukuk ve ahlaki politikaların başlangıcının düşünürü olarak gözükmektedir. Benzer bir yoldan günümüzde Adalet teorisi (1987) kitabının yazarı John Rawls (1921-2002) geçmiştir.
Dönemizde, Mars üzerine başlayan yeni teknolojik araştırmalar ve daha sonra da yaşanmaya başlayan pratikler bize başka bir döneme girmeye başladığımızın habercisidir. Bu yeni dönem “mili kapanma” değil, ama uzay araştırmalarında bir rekabet ilişkilerinin yol açacağı yine küresel bir zamana girmekte olduğumuzu haber vermekte. Belki de, bugünkü milli sorunların aşılarak, tekrar uluslararası bir barış ortamında geliştirilecek hukuk bu yeni dönemin araştırmaları sayesinde olacaktır. Biz; göçmenler, mülteciler, yeni “tarafsızlık ve eşitlik adaleti” aramaktayken, bilim dünyası başka alanlarda at koşturmaya çoktan başlamıştı, daha 1960’lı yılların sonlarına geldiğimizde. Aya yapılan yolculuklardan aya inme heyecanına ve Huzur Denizi projesine giden bir süreçte başka bir döneme geçmekte olduğumuzu zaten düşünmeye başlamıştık
Ancak, bilhassa bilgi türünün değişimi üzerine olan Postmodern Durum kitabının yazarı Jean-François Lyotard ile birlikte başka bir çağ içinde, başka zihniyetlerle yol almaya başladığımızın bilincine varmaktaydık. Bu bilinç bize aynı zamanda insan sonrası diye adlandırılan bir döneme girilmekte olduğunun da enformasyonlarını vermekteydi. Lyotard bu dönem için “İnsan-dışı” (inhumain) adını vermişti. Kapitalist üretim biçimi git gide insan-dışına yönlenmekteydi (Bu sadece robotlaşma ve enformatik ve sibernetik üzerine kurulu bir sistemin gelişmekte olduğunu değil ama klasik sosyoloji anlamında da insanların insanlıktan çıkan bir çağa geldiğinin üzerine vurgu yapmaktadır). Kapitalizmin yeni safhası finans kapital üzerine odaklanmaya başlamıştı o sırada, ama asıl zihniyet değişikliği üzerine başlayan toplumsal durumdaki kırılganlık, preker bir emek dünyasının da habercisiydi.
NASA Mars’a inecek olan uzay mekiğinin haberini verirken ilginç bir dil kullanmaktadır bugün. Bunu Amerika birleşik Devletlerin bir başarısı değil, ama “İnsanlığın Bir Başarısı” olarak sunmakta olmasının arkasında yatan herhalde İnsan-dışı bir kapitalizmin dünyadaki başarısızlığı karşısında insani olan bilimsel bir eylem yapılmakta olduğunun altını çizmek istemekteydi. NASA’nın “Yedi dakikalık bir terör” olarak adlandırdığı inişteki kontrolsüzlüğün belirtilmesidir. Bu kadar kısa bir süre zarfında İn-Sight ile Mars’ın yüzeyi arasındaki mesafede iniş riziko taşımaktadır ve umulmaktadır ki bu iniş rizikosu aşılabilsin; çünkü atmosfer ile sürtüşmenin yaratacağı enerji sıcaklığı anında 1.500 dereceye yükseltecektir ve bu sürtüşmedeki rizikoyu engellemek için bir kalkan kullanılmaktadır. Saate 200.000 kilometrelik bir hız kat edecek olan İn-Sight’ın hızı, bir silahtan çıkacak olan kurşunun hızından dört kat daha hızlıdır. İnişe yüzlerce kilometre kala bir paraşüt mekiğin inmesini sağlayacaktır.
Haberler şu şekilde yedi rakamına indirgenmiştir: “Yedi senelik bir çaba, yedi aylık uzay yolculuğu ve yedi dakikalık bir sıkıntılı riziko”; çünkü NASA’nın yeryüzü teknisyenleri ve mühendisleri ellerinin parmaklarıyla “şans işareti” yapmaktan başka bir şey yapma imkanları yoktur. Aslında her şey baştan ön-programlanmıştır: Mars’ın toz fırtınaları burada rizikonun önemli öğeleri arasındadır.
Ve ikinci ilginç nokta inişin başarılı olduğunun haberi ancak NASA çalışanlarına sekiz dakika sonra ulaşabilmesidir. Yani televizyonlardan bizim izlediğimiz gibi mesela maçlarda internetten bakılan canlı bir maçtaki golün televizyonda bakılan bir golden birkaç saniye sonra bize ulaşabildiği gibi NASA’da bu zaman farkını yaşamaktadır. Bu, aslında Cezayir asıllı Fransız filozof Jacques Derrida’nın “fark”(differance) üzerine kurduğu felsefesini bize sunduğuna benzer bir süreçtir. Her seferinde bir erteleme vardır; bir ilave zaman mevcuttur. Yaşanan ile onun etkisi arasında bir zaman farkı vardır.
NASA’nın Amerikan uzay ajansı müdürü olan Thomas Zurbuchen’in açıklamış olduğu gibi, “Kızıl Gezegen” olarak adlandırılan Mars gezegenine yerleşme misyonu için bir milyar dolar harcanmıştır. Amerikalılar 2012 yılından beri bu konu üzerine çalışmaktadırlar. Bunun yanında, Rusların çabaları kazalarla sonuçlanmış ve başarısız olmuştur bugüne kadar.
Başka bir dönemin ve uzay savaşlarına doğru giden bir bilim kurgu dünyasının gerçekleşmeye başladığının şahitleri olmaya başladık. Acaba, yeryüzünde “insanlığı kurtaracak olmasa bile iyileştirecek” çaba için (sosyal ve ekonomik teoriler) bu kadar başarısız olduğumuz için midir ki, “insanlık için” diye adlandırılan yeni bir misyonla, dünyanın bugünkü en kuvvetli kapitalistlerinin yatırımlarının uzay (MARS) sektörü üzerine odaklanmakta olduğunu izlemekteyiz. Belki de; bu yeni döneme girmekte olan bizlere (sizlere), an azından yeryüzünde “insanlığı yükseltmek” için “bir çaba daha” mı diye seslenmek gerekecek?
1977 yılında Japon yazar Wakusei “Uzay savaşları” adında bir bilim kurgu yazmıştır. Hikaye 1988 yılında Japonya’da geçmektedir. Yazar bilim-kurgu hikayesini, yazdığı zamandan on yıl sonrasına hedeflemektedir
“Dünya bir kuyruklu yıldızın geçişi sırasında yüksek bir elektromanyetik bir tedirginlik yaşamaktadır. Pilot Koji Miyoshi Japonya’ya döner fakat indiğinde felaketi öğrenir: Haberler kötüdür. Amerika’nın birçok yerinde uçan dairler gözükmektedir. Saldırı başlamıştır. Birleşmiş Milletler tarafından örgütlenen Dünya Uluslararası Uzay İstasyonu yok edilmiştir. Buna karşın Gothen Projesi ileri sürülmüştür. Bu, Birleşmiş Milletler tarafından gerçekleştirilen bir projedir ve artık yıkılan istasyonun yerine uluslararası bir Gothen projesi sayesinde bir uzay mekiğinin inşası öngörülmüştür ve bunun gerçekleştirilmesi zamanı gelmiştir. Dünyayı, bu koruma altına almaktadır. Yomi gezegeninden gelen dünya dışındakiler dünyalı Tagikawa’yı rehine olarak alırlar. Savaş dünya ile uzaylılar arasındadır. Kaos başlar, evrende. Gothen yola çıkarak Venüs gezegeni üzerine iner ve orada bir üs kurar; çünkü uzaylıların güneş sistemindeki askeri operasyonlarının buradan gerçekleştirildiği düşünülmektedir”.
Bu Japon bilim-kurgu hikayesinde uzayılar vardır; ancak bugünkü bilgimiz dahilinde günümüz “uzay rekabeti” ülkeler arasında dünyalılar için söz konusu edilmektedir. Günümüzde dünyada, yeni uluslararası hukuki durum uzay dönemi için yapılmaya çalışılmaktadır. Bu arada “uzay çöplüğü” ise tıpkı dünyamızı, topraklarımızı, denizlerimizi kirlettiğimiz gibi bizim dünyalılar tarafından kirletilmekte olduğunu da unutmamak lazım. Ne zaman bir yeni zihniyet dünyasına doğru geçebileceğiz acaba? Ne zaman popüler olsun diye çirkin kelimeler kullanıp, akıl almaz yazılar yazmaktan vaz geçeceğiz? Bunun için daha çok mu beklemek lazım? İnsanların bir kısmı bu bilinci ve istenci edinmiş vaziyetteler (Ekolojik meselelerin farkında olanlar). Sırada, ötekilerin de aynı istencin içine girmelerini beklemek mi vardır?