Savaş bütün hızıyla devam etmekte. Geçen yazılarda da belirtmiş olduğum gibi savaşın kimin kararıyla alındığı önemli bir mesele gibi durmaktadır. Kararlar genel bir toplum çıkarı için mi alınmaktadır yoksa özel çıkarlar için mi? Çıkar nedir? Çıkarın evrenselliği ne demektir? Genel bir çıkar liyakat ilişkilerinden mi geçmektedir yoksa bir grubun çıkarlarının savunusu sayesinde mi karar verilmiştir? Marx, Alman ideolojisi’nde, genel çıkar için, bir sınıfın kendi çıkarlarının diğer sınıfı denetim ve egemenlik altına almak için evrensel gibi gösterildiğini yazmıştır. Genel bir çıkar ile kararı veren bir liderin görkemi arasındaki bağlantı nereden kaynaklanmaktadır? Erdem ve liyakat sayesinde mi genel çıkara hizmet edilir? Kamuya hizmet etmek demek insanın kendisini bir “kamu devlet memuru” gibi hissetmesinden mi geçmektedir? Yoksa, birisinin kendi çıkarı, kişisel bir çıkar için karar aldığında, genel çıkarlara hizmet nasıl ortadan kaybolmaktadır?
Sorular soruları takip etmekte. Liyakat sayesinde bir göreve gelen kişi, hukukçu veya siyasetçi olabildiği gibi başka bir meslekten de olabilir; ama siyasetçi veya hukukçu devlet yönetimine geldiği zaman devlet çıkarlarını ve kamuyu korumakla yükümlü birisi olmalıdır, değil mi? İnsan, kamusal alanda, kendi keyfine göre davrandığında, kararları kendi kendine almaktadır. Bu kararlar genel çıkara hizmet etmek üzere alınanlardır. Genel çıkar üzerine alındığı zaman kararların sahibi bunları tek başına alıyorsa, kararlar keyfiyet taşıyabilmektedir; çünkü mesela, Kraliyete ait egemenlik rejimlerindeki krallar da kendi başlarına karar almamışlardır. Ya danışmanlar ya da hükmetmeye yetkisi olan temsilciler, genel çıkar için, fikirlerini ileri sürmektedirler. Fikirler arası çelişkilerden arınan bir sentez fikri genel çıkarı belirleyecektir. Genel çıkarın gerçekleşmesi sırasında, kararların sonucunda ne kendi halkı ne de karşı tarafın halkı zarar görmelidir. Çıkarların genelliği o halde, tek bir ülke halkını belirlemekten ve memnun etmekten uzaktır. Aksi taktirde kendi halkının kamuoyu da bölünecektir.
19.yüzyılın başlarında bu konular üzerine düşünen Hegel’in “Hukuk felsefesinin İlkeleri” üzerine kaleme aldığı kitabına baktığımızda karşımıza şöyle bir argüman çıkar: “Bir monarkın aldığı kararlar o monarkın iyi bir eğitim alıp almadığına bağlı bir şekilde işlemektedir. Bu kararlar rastlantısal veya keyfi olabilir ve bu iyi değildir. Belki de devletin başına geçmeye layık da olmayabilir. Bu durumda ise, idarenin rasyonel bir rejim olduğu söylenemez. Devletin organizasyonunda kararlar tek başına alınamaz. Baştaki kişi iktidarın aslında sadece formel temsilidir. Etrafında karar verme mekanizması içinde olan insanlar olmalıdır. Tutkularına yenilebilen bir monarkın kararları hem kendi toplumuna hem de düşman olarak kabul edilen topluma zarar vermektedir; sonuçta savaş kararı öldürücü bir karardır. Bu kararlar hem kendi ülkesinin insanlarına hem de karşı ülkenin insanlarına zarar verecektir. Ölümcül kararlardır bunlar. Bir monarkın nesnel kararlar vermesini beklemek de saflık olacaktır. Bu, doğasında böyledir çünkü” (serbest çeviri). Hegel, bu nedenlerden dolayı kararın nesnel olması için çoklu bir grup tarafından tartışılması gerekmekte olduğunu belirtmiştir. Monark ise, sadece “i” lerin üzerine noktayı koyan kişi konumunda olmalıdır.
Tek kişinin kararlarında, o kişinin yaşamı içindeki tutkular ve çıkarlar mevcut olmaya devam etmektedir. Bunlar monarkın aldığı eğitim, yaşı, tecrübesi yanında, tekil olmaması gereken ciddi kararlardır. Savaş açmak, o bakımdan çok ince ve uzun uzadıya düşünülmesi gereken bir iş olarak kabul edilmektedir. Kararları alanlar arasında bir denge unsuru olması bakımından Cumhuriyet rejimlerinde bir meclis karara ortak olacaktır. Hatta bir başka denge unsuru olarak ikinci bir meclis (mesela Senato) kararları tartıp, değerlendirebilecektir.
Halbuki bugün savaşa ait haberlere baktığımızda, karşımıza karar merci olarak isimler gösterilmekte ve zikredilmektedir (Cumhurbaşkanları). Bu insanlar tek başına mı almaktadır kararları? Neden aralarındaki telefon görüşmeleri olarak sadece ülke başkanlarının isimleri öne çıkarılmakta ve hatta onların psikolojik durumları üzerine analizler duymaktayız? Bir parlamento kararının psikolojisi olur mu?
Genel çıkarları düşünenler neticede hayatlarından bir liyakat unsuru ve erdem ortaya koyarlar ve bu genel duruma hitap ederler. Vicdan da karar verme mekanizması içinde erdem kadar önemli bir yere sahip olmaktadır. Klasik çağ düşünürleri bu değerlere önem atfetmektedirler (Pascal vb.). Kamu çıkarlarıdır bu kararların merci. Burada evrensel değerlerin öne çıktığını görmekteyiz. İnsan doğasının genel çıkarlarına hizmet etmek durumunda olanlar erdemli ve vicdanlı insanlar olarak kabul edilmektedir.
Bu tip, belki de, eskimiş diye bakılan felsefi değerleri acaba yeniden başka türlü düşünmek (keyfi çıkardan uzaklaşmak ve genel çıkara doğru bakmak, kararları alırken özel çıkarları göz ardı etmek) ihtiyacında değil miyiz?