19 Eylül 2023

Azap ve cinnet

Çok küçük bir azınlık dışında hayatta kalma, rahat ve sakin bir nefes alma imkânı neredeyse kalmamış durumda! Polis bile bu kolektif kalabalık kavgaları ayırmakta zorluk çekmekte. Hatta kiracı kavgalarında silahını bile gasp edilmekten kurtaramamakta: İnsanlar akıllarını yitirmiş gibiler. Sinir ve gerginlik hezeyan nöbetlerine dönüşmüş. Toplumun olmayan sistemi, hastalıklı vaziyette

"Bogota'daydım ama artık Bogota orada yoktu."

Enrique Vila-Matas

Eylül ayı ortasında, basında "savaş haberleri değil ama ev sahibi-kiracı kavgası" başlığını ve nedenlerini okuduk. Bu çok tuhaf bir başlık gibi göründü bana. Bir toplumda ev sahibi ve kiracı anlaşmazlıkları üzerine olan bir savaş durumu bize ne göstermektedir? Ev sahibi kiracı kavgaları olarak geçen bu haberdeki ölü ve yaralı sayısı toplumun artık sabit bir şekilde yerinde durmadığını bize göstermekte değil midir? Bir yıl içinde bu sayı "en az 11 ölü" ve "46 yaralı" olarak gözükmekte. Bu haber siyasi bir haber değil. Bugün toplumsal alanda o kadar acayip bir gerginlik yaşanmakta ki, insanlar birbirlerinden neredeyse ölesiye nefret etmekteler!

İşin ucu ister istemez siyasete dayanmak zorunda kalıyor. Siyasi olmayan haberin arkasında yatan bir saik olarak bu durum ortaya çıkmakta. Türkiye'de toplumsal alan homojen olmaktan çoktan vazgeçmiş vaziyetteydi; ama bu sefer soru "beraber yaşamaktan" da çıkarak, "birlikte birbirimizden nefret etmeden nasıl yaşayabileceğiz?" sorusuna doğru yönelmeye başladı. Bu durumun arkasında artık ideoloji, sağ sol kavgası, laik dinci çekişmesi yatmıyor. Yaşamı devam ettirmek üzere barınma haklarından beslenme haklarına ve iş bulma imkanlarına kadar uzayarak büyüyen bir zincir ortaya çıkıyor.

Kayseri'de kiracı ile ev sahibi arasında anlaşmazlık yüzünden tartışma çıktı. Kavgada 2 kişi yaralandı, 3 kişi gözaltına alındı. (Kasım 2022)

Bir zamanlar "emperyalizmin Leninist yorumunda "zincirin zayıf halkası" kavramı vardı. Bugün ne zincirin zayıf halkası kaldı toplumsal alanda, ne de uluslararası alanda zincirin zayıf bir halkası olan "Üçüncü Dünya" ülkeleri. Küreselleşme anlaşılan hiç kimseye iyi gelmedi. Her yere zarar verdi. Dengeleri yerinden oynattı. Son üç yüz yıldır yerleşmeye çalışan ülkeler üzerine kurulu "vatandaşlık" değerlerini yerle bir eden bir yersizyurtsuzlaşmayı ortaya koydu. Emek ve sermayenin serbest dolaşımı sömürge sonrası bir dünya düzeninde her yerde yeni-sömürgeciliği ve çıkar ilişkilerindeki yolsuzlukları besleyen bir sisteme dönüştü. Sömürge sonrası yeni milli değerlere yaslanan idarecilere yolsuzluk ve rüşvet kapılarını açtı önce, sonra da bütünleşmiş dünya kapitalizminde sektörlerin yerleri değişmeye başladığında sermaye başka yerlere doğru yatırım yapmaya başladı ve sonra da birdenbire ortalıktan çekilmeye başlayarak "servet cennetlerinde" yeni bir dönemi beklemek üzere pusuya yattı sanki!

Yaşama zorlukları, açlık, baskı rejimleriyle özgürlüklerin ihlali, örgütlenme zorluklarıyla sendikalizmin çöküşü, siyasette refah arayan yolların tıkanması, enflasyonla ve işsizlikle uğraşma imkansızlıkları, siyasetin işlevsizleşmesi, bu tip ikili arayışlardaki ya enflasyona ya da işsizliğe verilen ağırlıkla, bunları oluşturan "orta sol" ve "orta sağ" siyasi partilerin zaafları ve başarısızlıkları yan yana geldiğinde bir "cinnet toplumu" ortaya çıkmaya başladı.

Şiddet, sefalet devletsiz hale geldi. Bir zamanlar yapmış olduğum serginin (1995'te devlet-sefalet-şiddet) adı bugün anlamsızlaşmaya başlamakta sanki? Bir zamanların meşhur laflarından biri "Devlet nerde?" sorusunun cevabını bulamayan bir toplumsal vaziyete girdik. Devletin değil de herhalde bürokrasisinin hesapları da tutmuyor. Hesaplar uymuyor, elbise ya küçük ya da büyük geliyor toplumsal bedene.

Sadece kira ve ev sahibi kavgasında onlarca gözaltı, ölü ve yaralamalar yanında her gün sosyal medyaya çıkan görüntüler ürküntü vermekte: Saldırılar, dayak atmalar, sopalı kavgalar, küfürleşmeler, yumruklaşmalar kolektif kavgalara dönüşmekte. Mahalleler aşiret yerleri gibi gözüküyor. Dehşet verici bir şiddet sarmalı toplumsal alanı sarmış vaziyette. Bu kadar güvencesiz bir alan içinde insanlar nasıl yaşayabilecekler, beslenebilecekler, hayatın tadını çıkarmayı başarabilecekler? Çok küçük bir azınlık dışında hayatta kalma, rahat ve sakin bir nefes alma imkânı neredeyse kalmamış durumda! Polis bile bu kolektif kalabalık kavgaları ayırmakta zorluk çekmekte. Hatta kiracı kavgalarında silahını bile gasp edilmekten kurtaramamakta: İnsanlar akıllarını yitirmiş gibiler. Sinir ve gerginlik hezeyan nöbetlerine dönüşmüş. Toplumun olmayan sistemi, hastalıklı vaziyette.

Bu kadar güvensiz bir alanda "doktor dövme özgürlüğü" lafının sağlıksız söylemi artık şaşırtıcı veya bir zamanlar görüldüğü gibi "matrak" bile değil!

"Nasıl çıkacağız bu durumdan?" sorusu artık Gayya kuyusu sorusu değil mi? Azap her yere yerleşmekte.

Türkiye'deydik, ama Türkiye artık orada değil!

Ali Akay kimdir?

Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.

Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 

1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.

Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. 

Yazarın Diğer Yazıları

Arhan Kayar’ın hayal gücü

Kendi hızını hayat yakaladı ve birdenbire bıraktı. Arhan İstanbul’un hayal gücüydü. Ama hayal gücü olarak anılmaya devam edecek. İstanbul İstanbul’u yapanları unutmaz

Vardın mı?

Toplumsal alanın içindeki cins kimlikleri arası anlaşmazlıkların aşılması ve barışın vurgulanması için 25 Kasım’ın duyurulması ve yaygınlaştırılması ehemmiyetli gözükmekte

Kriz nerede?

Sıkışan ve sayıca azalan hâkim bir burjuvazi ile orta üst sınıfların, eski devlet memurlarının ve de daha sonra “orta direk” olarak ortaya çıkanların ekonomik krizden kuvvetli bir şekilde etkilendiğini gözlemlemekteyiz. Alt diye adlandırılan sınıfların ise, maaşlı, emekli, işsiz vb. “açlık sınırında” olduğu belirtiliyor: Kriz!

"
"