05 Mayıs 2020

Arkaizm ile teknolojik yenilikler

Geriye; tarihi bir sırayla iki vitesli işleyen, doğanın insana, insanın Tanrı’ya, insanın insana, insanın doğaya şiddetiyle gelişen ve son kertede robotların yine insana karşı, yani hep bir şeyin başka şeye karşı işlediği şizoid şiddetli bir kapitalizmin kaderi mi kalacak? 

Tuhaf zamanlar yaşamaktayız. Bir yandan, Amerika'da Kaliforniya’da başlayan ve bugün Çin ve Asya teknolojisiyle devam eden yeni bir "Silicon Valley" dünyası. Teknoloji ürünleri artık seyahat ederken bilete bile ihtiyacımız olmadan yüzümüzün yeterli olacağı verilerle işleyen, robotların insan gibi şarkı söylediği, her bireyin tele-matik bir şekilde yüzünün ve bedeninin denetlenebileceği bir teknolojiyle işleyecek olan yeni bir denetim toplum içindeyiz. İçinde kimsenin görünürlüğünü kaybedemeyeceği, her an izlenen bir alanda yaşamaya başlayacağımız veya hatta yaşamaya başladığımız bir döneme girmekteyiz. Hukuki olarak tüm enformasyonu veren bu teknoloji, bize iyi davranmaktaysak, kanunlara uygun yaşıyorsak, yapama denilenleri yapmıyorsak "iyi puan" alacağımızı, kötü ve istenmeyen bir şekilde davranırsak ise, ceza alacağımızı anlatan bir dünyaya doğru yolculuk yapmaya başladık. Çin, bu alanda, en gelişmiş teknolojiyi sunmakta ve siyasi olarak ve sosyal olarak her şeyi ve her kişiyi denetleyebilmekte olan bir anatomi-teknolojiye sahip olmaya başladığından beri, hem ekonomik hem de tekno-bilimsel alanda rakip olarak Batı dünyasını tehdit etmekte. Eskiden, Mao zamanında, sosyalist olarak bu tehdidi sürdürmekteyken, bugün kapitalizmin en üst safhalarına ulaşmaya başladı. Çin kapitalizminin parti iktidarı her türlü kara listeyi (iyi davranmayan özneleri) denetleyebilmekte ve cezalandırabilmekte (mesela en basit örnek, kredi alamama vb. gibi finans yaptırımları var).

1980’li yıllarda (40 sene ne kadar çabuk geçmiş!) insanlığın çok umutlar bağladığı robotlaşma ekonomiye robotik ve enformatik olarak yansımıştı. Tekno-logos üzerine gelişen ve postmodernlik ile düşünülen bu dönemden söz etmekteyiz. Bu ortamda, Koreli sanatçı Nam June Paik’in ürettiği K-456 adlı robot, uzaktan kumandalı bir robot olarak kendisinin Whitney Müzesi’ndeki performansında izlenmişti. Bir sanatsal "robot ailesi" bir seri olarak üretilmişti. O yıllarda, robotik ile emeğin rahatlayacağı ve boş zamanlarının artacağı iddiası ile işlerini kaybedecek olan sanayi mamulleri üretimindeki işçilerin vaziyeti arasındaki tartışma bir yere varamamıştı. Sadece sendikal hareketlerin "kazanılmış hakları savunmak" üzere direnme ve dayanışması içinde kalmaktaydı. Veya yine 1980’lerin başlarında, sanatçı Stelarc’ın beden ve teknoloji performansları sanatı yeni bir mecraya doğru taşıma arzusundaydı (mesela üç elle (biri robot) gerçekleştirdiği "Evrim" yazısı veya ameliyatla koluna yerleştirttiği "üçüncü kulak" performansı).

Bugün ise, başka bir boyuta yerleştik: ABD’yi rakip olarak gören Çin, Amerika’yı askeri ve teknolojik olarak sollamaya çalışmakta. Planlamış olduğu gibi, 2020’de ABD’yi yakalayıp daha sonra kapitalizmin birinci ülkesi olmayı hedeflemiş vaziyette. Bunun yanında, Çin "ifade özgürlüğünün", "demokrasi" olarak nitelendirilen siyasi-sivil bir hareketin olmadığı bir ülke. Müslüman Uygurları kamplarda saklayarak, onları dışlayan bir parti iktidarı neden onlar üzerine bir denetim kurmak yerine, onları hapiste kamplarda tutmayı tercih etmekte? Bu soru, el emeğine artık ihtiyacın kalmadığı, robotlarla işleyecek olan bir ekonomi için anlaşılamayacak bir durum değil midir? Yapay zekanın hakimiyetinde, çocukları denetler gibi robotları denetleyecek bir iktidar biçimi neden bir etnik grubu denetlemek yerine, kamplara hapseder? Milyarlarca robot üretebilecek kapasiteye gelmeye çalışan Çin iktidarı, ekonomik büyümeyle siyasi yönetim arasında demokratik dengeyi tutturamamış vaziyette. Ve, zaten böyle bir iddiası yok; demokrasinin uzaktaki bir ufukta durduğu rejimde yaşanıyor. Makinaların ve yapay zekanın yöneteceği insan sonrası bir dünya hayali nereye kadar sürdürebilir? Araştırmalar askeri ve hükümet güçleri tarafından finanse edilmekte. Bu teknolojinin siyasi olarak en tehlikeli hali manipülasyonlarla açık olması ve teknolojinin sahte haber üretmekteki başarısı olacak.

Teknoloji kötü emellere hizmet etme gücüne sahip bir gelişmeyi ortaya çıkarma rizikosunu taşımakta. Bunu uzmanlar ileri sürüyorlar. Bilim-kurgu filminde gibiyiz; tek farkla ki, bu sefer olmakta olanlar gerçek; gözlerimizi ovuşturduğumuzda gerçek olarak sanki kurgu bir dünya görmekteyiz. Teknoloji ve yapay zekanın olduğu bir dünyada kimsenin fikir özgürlüğünden veya cinsiyet özgürlüğünden bahsetmesi pek mümkün olmayacak sanki. Böyle bir dünya içinde mi yaşayacağız? "Cinnet toplumu" demekteydim şizoların ve psikozların dünyası için; ancak burada şizoid veya psikotik değil, itaatkar, uslu, boyun eğen ve robotlaşmakta olan bir insanlık söz konusu edilmekte. Genomların hakimiyetinde, insanların her türlü bilgisinin el altında bulunacağı bir yaşam tarzı mı beklemekte bizleri? Algoritmalarla işleyecek olan bir insanlık. Denetim toplumu yine de insanların denetimindeydi. Bu nedenle belki, artık buna denetim toplumu dışında başka bir isim mi bulmak gerekecek?

İki şehir arasında seyahat etmenin bile zorlaşacağından söz edilmekte; çünkü kontrol robotik bir denetime doğru gittiğinde, insan-dışı bir denetim teknolojisi her şeyi ve her veriyi isterse kullanmak üzere el altında tutacak. Dünya yüzeyinin güneş panolarıyla dolu ağlardan gelen bir gelecek içinde insanın yeri pek de sorgulanmamakta! Herhalde insan-sonrası bu anlamda hala arzulanmakta mı, bu koşullarda?

2018 krizinden itibaren robotların hakimiyetinde finans sektörü çalışmaya başlayınca "yüksek frekanslı ticaret" adı verilen sistemde enformasyonların dünya krizini tetiklediğinden bahsedilmekte. 1997 krizine benzer bir süreç yaşanmakta, o zamanda da borsada bir makina krizi söz konusuydu. Robotlar aksiyon satın almakta ve riziko almadan yatırımları kazanılan meblağlara çevirmekte. Yeni "yüksek frekanslı ticaret", tabii burada, borsayı kırılganlaşmakta. Büyük rakamlar ve çok aksiyonlu işleyen teknoloji, borsayı insan zekasının takip etmesinden daha hızlı ve garantili bir şekilde gerçekleştirmekte olduğundan bunun insan tarafından denetlenmesi de zayıflamakta (Stanley Kubrick’in, A. Clarke ile birlikte senaryosunu yazdığı 1968 yapımı "2001 Uzay Yolu Macerası" filmindeki robot Hal 9000 bilgisayarı gibi, robotun uyuyan astronotları öldürüp, uzay mekiğinin yönetimini eline aldığı gibi, kontrol artık insanın elinden çıkmakta mı?).

Ticaret savaşlarını robotlar mı yönetmeye başlayacak? Piyasayı daha stabil tutmaya çalışırken insanlar, tersine robotlar daha çok para kazandıracak diye, borsa daha kırılgan bir hale gelmeye mi başlayacak? Frankfurt’taki bir robot tarafından denetlenen yüksek frekanslı ticaret, mesela Londra’dan başka bir coğrafyaya giderken yolda korsan (internet korsanları) saldırısına uğrayabiliyor ve yön değiştirebiliyor. Veya hatta robotlar, denetim dışı, otonom bir şekilde hareket edebiliyor. Bu riskli hareketlerin borsanın güvenirliğini zedelemeye başlayacağından söz ediliyor. 1960’larda Amerikan ordusu tarafından kullanılan bu sistem 2006’da terk edildikten sonra, Şikago’da bir şirket tarafından satın alındığı söyleniyor; ve saniyede bir kaç bin dolar kazandırmayı hedeflediği iddia ediliyor.

Bilimsel buluşlar sorumlu mudur bu durumdan? Bunu söylemek çok güç, çünkü buluşları yapanlar başka türlü düşünmektelerdi. Einstein’ın "izafiyet teorisi" bilimsel bir yeni dünyayı kuramaya başlamıştı; ama hiç bir zaman rizikolara gidebileceğini düşünmemişti herhalde. Yapay zekanın dışına çıkmanın imkanı olmadığı gibi, bugün bilim insanları, bunları ancak askeri alanda kullanmanın vereceği rizikolardan söz etmekte. İnsan hakları üzerine gelişen Batı demokrasileri buna izin vermemek istemekteler; ancak ekonomik çıkarlar ve bilhassa bugünün Covid-19 döneminde, Batılı ülkeler dahil olmak üzere söylemler Çin’i kınamaya doğru götüremiyor; ABD’nin ve Almanya’nın ve belki biraz da Fransa’nın küçük çıkışları dışında, Çin karşıtı Tayvan bile bu konuda uluslararası alanda kale alınmaktan çekiniliyor. Dünya Sağlık Örgütü aynı şekilde sesini pek yükseltemiyor.

Yaşadığımız, neredeyse başka farkı bir dünya olarak adlandırabileceğimiz ikinci dünya ise paralel bir evren gibi: İnsanların göçlerinin ve ilticalarının dünyası. Savaştan kaçanların sefaleti üzerine kurulu olarak bir yeraltı dünyası gibi işliyor. Son otuz yıldır yaşananlar bunun nedenlerini oluşturmakta: 1990’da Irak’ın Kuveyt’e saldırmasıyla başlayan 20. yüzyılın son yirmi senesi; Saddam Hüseyin’ in petrol kuyularını yakan hareketleri, 1991-92’de Bosna savaşıyla eski Yugoslavya’nın parçalanması, 1994 yılında, Ruanda’da, aşırı uçlu Hutuların, ılımlı Hutuları ve Tutsileri yok ettikleri (800.000 ölü)olaylar, ikisi arasındaki iç savaşta iki tarafın birbirlerini yok etmek üzere savaşmaları ve sonunda iktidarın düşmesine yol açması, Sudan ve Libya’daki iç savaş hali, Suriye savaşı, ve sonunda Covid-19 ile tamamlıyoruz dönüp geldiği yere dönen çarkıfeleği. Buna bilhassa 2001’den itibaren dünyayı saran terörizmi de (İkiz Kuleler) ve Bataclan saldırılarını eklediğimizde ne "tatlı bir dünyada !" yaşamış olduğumuz ortaya çıkmakta ! Bu bakımdan bu konu üzerine, şu sıralarda çevrimiçi dönen Sabastiao Salgado’nun üzerine Wim Wenders ve Salgado’nun oğlunun yaptığı film dikkat çekici: "Toprağın Tuzu".

Bir bakıma, bugün Pandora’nın kutusu açıldı ve güzelliğin kötülüğü ve habisliği yayılmaya başladı. Kutunun içinden çıkan; insanların dehşet arzuları, bitmek bilmez ölümsüzlük üzerine kurulu inançlarının ardında koşan bir yıkım teknolojisinin silahları (tabii bunları ikili olarak düşünmek lazım her seferinde, iyileştirmek ile yıkıma sokmak yan yana kardeşçe el ele gitmekteler) ve bu silahları akıl almaz şeytanlıkla silah ticaretinin eline sunmak üzere gelişen ve finans edilen araştırmalar içindeyiz (James Bond filmlerinden beri izlemekteyiz bu kurgu olarak duran sonraki gerçekleri). Neticede, Yunan mitolojisinde Pandora’nın kutusu anlatısında, güzel kokular, parfümler zehirli buhara dönüşmüyor muydu, altından yapılan kılıçlar onlara hayranlık duyanların ellerini kesmiyor muydu? Veya bizin bildiğimiz dünyada geriye, Michel Houllebecq’in "Harita ve Toprak" (orijinali 2010) adlı romanının sonunda ifade ettiği sanayi toplumuna ait ne insanın ne de fabrikanın kaldığı, her yeri bitkilerin kapladığı, zafer havasındaki bu bitkilerin rüzgarda sallandığı bir dünya mı kalıyor?

Ya da geriye; tarihi bir sırayla iki vitesli işleyen, doğanın insana, insanın Tanrı’ya, insanın insana, insanın doğaya şiddetiyle gelişen ve son kertede robotların yine insana karşı, yani hep bir şeyin başka şeye karşı işlediği şizoid şiddetli bir kapitalizmin kaderi mi kalacak? 

Yazarın Diğer Yazıları

Dostluk üzerine

Siyasi partilerin seçim sonuçlarında aldıkları seçmen oyları, mümkün olabildiği kadar, oyların eşit dağılımı üzerine kuruludur. O halde, neden hâlâ bazı düşmanlık sözleri toplumun içinde yer bulabilmekte ve hak arama imkanları kısıtlanabilmektedir?

Seçimlerde toplumsalın vektörleri

İstanbul odaklı söylemlerin içinden geçen ve Türkiye bütününde siyasilerin ve devlet aygıtlarının medya ve kamusal alandaki aktörlerin sahada boy gösterdiklerini izledi

Bir saha araştırması nedir?

Anket yapan sosyologların çok iyi bildikleri bir şey vardır. O da gazetecilerin bugün sıklıkla yaptıkları gibi gerçek veya kurgusal kişilikler üzerinden, vakalardan yola çıkarak haberi ifade etmelerinin sosyoloji olmadığıdır