2001 yılıydı, aylardan Mart ayıydı (F24, 11.3.2001); herkes çok şaşırmıştı. Afganistan’da Taliban’ın havaya uçurduğu Bamyan Vadisi’nde, doğudaki 55 metre ve batıdaki 38 metre boyundaki iki Bamyan Buda’sı insanlık tarihinin önemli evrensel olarak kabul edilen sanat eserlerinden birisiydi. Dünyanın kültürel zenginliğine bir darbe vurulmuştu. Dünyanın en büyük sanat hasarı olarak kabul edilen bu hareketle aynı zamanda Taliban ilk olarak 1989 yılında bu bölgede iktidara geldikleri dönemdi. Daha önce Moğol saldırılarına (Cengiz han, Babür Han vb.) karşı korunmuş olan bu iki Buda heykelini insan temsili diye dine aykırı bulmuşlardı ve yok etmişlerdi. Halbuki Hindi Kuş dağlarının ipek (kervan) yolundan geçen bu yerin tarihi bir önemi vardı. UNESCO bunu kınamıştı ve hatta Taliban rejimini o dönemde tanımış olan Suudi Arabistan, Pakistan, Birleşik Arap Emirlikleri de bu kınamaya katılmışlardı ve olayı bir “vahşet” olarak nitelendirmişlerdi. Molla Muhammed Ömer ise putları yıkmanın “gurur verici” olduğunu hatırlatmaktaydı! 2002 yılında ise “Taliban-sonrası” iktidara gelen Hamid Karzai bunun “tragedya” olduğunun altını çizmeden geçememişti.
Benzer coğrafyalarda gezen El Kaide 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika’nın New York şehrinde bulunan ve küresel finans kapitalizminin sembolü olan İkiz Kuleler yine uçakların darbeleriyle yıkılmışlardı. Bu dönem aynı zamanda dünya afyon ticaretinin en kuvvetli yeri olarak kabul edilen ve dünya afyon yolunun merkezi olarak değerlendirilen afyon yolunu ellerinde tutmakta olan Taliban, afyonun üretimini yasaklamaları sonrasında uluslararası güçlerin Afganistan’a girerek Taliban idaresine son vermeleriyle devam eden bir tarihi süreci başlatmışlardı. Yeni dünya düzeni olarak adlandırılan ve Amerikan merkezli olmak üzere finans sermayenin egemenliğini dünyaya kabul ettiren dönem de bu sırada parlamıştı.
1987 ekonomik krizinin bir teknoloji krizi olduğunu hatırlatalım. Yapay zekâların idaresindeki bir dünya borsası, saat farkında yapılan bir hata sonucunda, 1987 krizini yaşamak zorunda kalmıştı. Dünya neo-liberalizminin kalbi burada atmaktaydı. Ve belki de her şeyin küresel olduğu bu dönemde her şey birbirine “kelebek etkisiyle” mi bağlıydı? Bamyan Budalarının yıkılması ve 1987 dünya borsa krizi arasında iki sene vardı!
Bugün neo-liberalizmin tökezlediği bir dönemde, popülizmin ve illeberalizmin veya otoriter demokrasilerin hâkim olmaya başladığı bir dünya içinde Taliban Afganistan’da tekrar geri gelmesi tuhaf durmakta değil midir? ABD’nin askerlerini çekme kararı aldığı Trump dönemi bu kararının Biden döneminde de sürdürülmesi Amerika’da da sessiz bir eleştiri kaynağı olarak okunmakta. Temmuz ayının başlarında Afganistan’ın %80’ini ele geçirdiğini ilan eden Taliban bir ay içinde Kabil’e girmesi ve oradan gelen görüntülerin medyadaki yansıması bir “insanlık tragedyasını” daha mı yaşatmakta? İnsan taşıyan uçağın kalkışı sırasında, uçağın etrafında ülkeden kaçmayı bekleyenlerin neredeyse gerçeküstü görüntüleri insanın canını yakmakta değil mi? Sadece mülteci meselesi olarak bakılmamalı diye düşünüyorum. Her ne kadar Suriyeliler ve Afganların Türkiye’ye gelmesinden çekinen yazıları görsek de bu durum “insani bir sorun” olmaya devam etmektedir. Buna bir “insanlık dramı” olarak bakmak entelektüel bir borç olarak bizim derimize yapışmakta değil midir?
Hukuki haklarının ellerinden alınacağını haykırarak nefeslerini tüketen ve gelecekte nefeslerini kaybedecek olan kadınların korkusu, onlara okula gitme yasaklarının geleceğini haber vermeleri, onların çığlıklarına gözünü kapayan bir uluslararası siyasete ne demeli? Nefs Arapça ruh anlamına gelmekte. Daha modern anlatılarda ise insanın “kendiliği” veya “egosu” olarak anlaşılmakta. İnsanlığın psikesi olarak hepimizin ortak alanı olarak evrenselleşen bir felsefi yaklaşımın parçası. Gazeteciler de bundan paylarını alacaklar gibi duruyor (Asya “Human Watch Right”ın sorumlusu Patricia Gossman’ın demeci): Erkeklerin sakal boyundan, küçük kızların yedi yaşından sonra okula gitme kısıtlamalarına, akıllı telefonlara kadar gelen belirsizlik dünyası. SSCB işgaline karşı savaşan Afgan milli kahraman ve El Kaide tarafından 2011 yılında ikiz kuleler ile aynı günde öldürülen Şah Mesud’un oğlu Ahmet Mesud ise Bernard Henri-Lévy üzerinden Fransa’ya seslenmekte ve babasının davasını sürdüreceğini açıklamakta?
Bugün bu trajediye göz yummak ne anlama gelmekte olduğunu zaman bize acı bir şekilde gösterecek ve bizi yaralamaya devam edecek. Ruhumuzu yaralayacak, her insanlık dramının tarihteki örneklerinde yaralamış olduğu gibi!