05 Kasım 2020

21. yüzyıl kapitalizmi

Uluslararası ticarete karşı çıkan bu yeni kapitalizmin izolasyon gerektiren tutumu veya yerel ilişkiler üzerine kurulu yapılanması (Amerika, Kanada, Meksika arasında imzalanan yeni USMCA antlaşması) 21. yüzyıl için bize ipuçları vermekte değil midir? İçe kapanan bir ekonomiyle işlemeye başlayan bir tür merkantilizm ile bizi tekrar buluşturmakta mıdır?

Bu yazı Amerikan seçimlerinin neticesinin belli olması öncesinde yazıldı. Fakat yazı konusu itibarıyla ne seçimlerin sonucu üzerine, ne Amerikan dünyasının sosyal medyadaki Cumhuriyetçi etkisi üzerine (Diesh D'Souza, Dailly Caller, Facebook'da German Marschall Fund), ne Putin'in Amerikan seçimlerine bu sefer de etki yapmasına, ne Rusya'ya ihtiyaç duymaksızın Amerika'nın dünya çapında bir dezenformasyon yayması üzerine, ne Amerikan aşırı sağının (Boogaloo Boys) silahlanması üzerine, ne de "demokrasinin bir aldatmaca" olduğu söylemi üzerinedir, ama sermaye akışkanlığının dönüşümünü, tahmini olarak, ele almaktadır.

1950'lerde Amerika Birleşik Devletleri'nde başlayan (Amerikan Yaşam Biçimi adı altında anılan mutlu hayat) yaşamı belirleyen Amerikan sermayesinin 1960'ların ikinci yarısında dünyaya açılması neticesine ait bir dönüşümün sonrasında, 1970'lerden 2010'lı yıllara kadar süren ekonomik düzenden sanki, çıkmaya başladık. 1971'de Nixon zamanında Bretton Woods'un terk edilmesiyle birlikte doların dalgalandırmaya bırakılması yeni bir dönemi belirlemekteydi. Dolardan kaçışla birlikte Amerikan ekonomisi zorlanmaktaydı. 1973 - 74 "petrol krizi" olarak adlandırılan yatay geçişli bir dünya kapitalizmi Batı merkezli olmaktan çıkarak, petro - dolarlarla ittifak içinde ulus - aşırı sermayeyi dünyanın merkezine yerleştirmişti.

"Yeni Dünya Düzeni" olarak adlandırılan siyasi düzenin (baba Bush'un 11 Eylül 1990 söylemi) Amerikan merkezli hali, dünyayı "soğuk savaş" siyasetinden çıkararak (Gorbaçev'in 1985 sonrasındaki "açıklık ve yeniden yapılandırma" adlı detant politikasıyla) kapitalizmin ekonomik veçhesini, siyasi olan anti - komünist ideolojik görünümünden uzaklaştırmaya başlamıştı. Ekonominin hegemonyacı bir şekilde öne çıktığı bu yıllarda (neo - liberal ekonomiler) aynı zamanda sol siyasetin ideolojik gücünün birçok yerde azalmaya başladığını görmüştük. Her ne kadar sosyal demokrasi ağırlıklı politikalar bazı ülkelerde iktidara gelmiş olsalar da 1980'li yıllardan itibaren neo - liberal ekonomiyle, "ekonomi - dünya" küreselleşmeye doğru girmeye başlamıştı. Sermaye ihracı üzerine kurulu bir ulus - aşırı sermaye Asya kaplanlarına, 1970'lerin ilk yarısından itibaren gitmeye ve yatırım yapmaya başladığı yıllarda artık başka bir sermaye birikimi modeli ortaya çıkmıştı. Bir anlamda popülist ekonomi - politikalar geride bırakılmaktaydı.

Bu yeni durumda popülist ekonomilerin sona erdiğini görmeye başladık. Bu terimi Korkut Borotav'ın makalelerinden birinden hatırlamaktayım. Korkut Borotav bize 1960'ların ikinci yarısı ve 1970'lerin başında Demirel hükümeti dönemi Türkiye'sinde, "popülist bir ekonomi - politikanın" uygulandığını anlatmaktaydı: Keynesci bir anlayışla iç pazarda tüketimi yükseltmek üzere işçilerin ücretlerini arttıran bir ekonomik modelin uygulanması, bu döneme mahsus bir popülizmi ortaya koymaktaydı. Bu popülizm ile bugünkü popülist politikaları kıyaslamaya girdiğimizde (küresel açılma üzerine değil) ülkelerin kapanmaları ve iç pazara ehemmiyet vermeleri üzerine girilen politikaları görmekte değil miyiz? Bir anlamda Covid - 19 öncesi başlayan bir kapanma ilişkilerinin ortaya çıkmaya başladığını gözlemledik.

Bu, Amerika'da Obama zamanında vergilendirme siyasetiyle başlayan ve Trump'ın sürdürdüğü bir ekonomi politika olarak dikkat çekmekte. Bir yandan internet bağlarıyla virtüel olarak bütünleşen (Amerikan şirketlerinin yurt dışı şubeleriyle işleyen) bir dünya pazarı diğer yandan somut anlamda korumacı hale girmekte. Dünya ekonomik dengesini başka bir yöne çeken vergilendirme siyaseti izolasyon ve iç piyasayı koruma üzerine kurulu olmaya başlamakta. Çin'in, belki de, başlattığı yeni vergilendirme siyasetinin ardından ABD'nin kapanmaya başladığını gözlemledik ve Amerika'da, her yönüyle, bu siyaset en çok Trump zamanı görünür kılındı: Orta Doğu'dan Amerikan askerlerini çekme, küresel ısınma için Paris Şartı'nı terk etme, UNESCO'dan uzaklaşma, Meksika sınırına duvar çekme, Çin'i ekonomik düşman ilan etme. Orta Doğu'da küçük hamlelerle Arap ülkelerini İsrail ile barıştırma çabalarını gösterme.

Amerika'daki iç piyasada, ekonomistlerin ileri sürdükleri gibi, azınlıklar da dahil olmak üzere, Trump Amerika'sının orta sınıfı vergilendirme politikalarına hafiflik getirerek bu sınıfın alım gücünün arttırılmasını sağlamaktadır. 4 Kasım 2020 seçimlerinde Florida'da Hispaniklerin ve bilhassa Küba göçmenlerinin anti - komünist duygularını kaşıyarak Demokratların "ABD'ye Komünizm" getireceğine inandırarak Cumhuriyetçilere oy artmalarını gerçekleştirecek politikaları uygulamak bugünkü popülizm olarak ortaya çıkmaktadır. 

21. yüzyıl kapitalizmi korumacı bir merkantilizme doğru yüzünü çevirmiş durumda. Ulus - aşırı sermayenin, son on küsur yıldır saklanmaya başlayarak yatırımlarını "vergi cennetlerinde" saklamaları sonrasında gelişen yeni kapitalizmin sermaye yatırımı, ülkelerin kendi içlerine dönerek sermayelerini vergilendirme politikalarıyla iç piyasaya yatırmalarına dayanmakta sanki. Bu sayede ülkeler kendi orta sınıflarına imkanlar sağlamakta.

Burada paradoksal olarak duran ise Milton Freidman ekonomisini uygulayan Özal zamanı Türkiye'sinin "orta direk" yaratma politikasının da dışarı açılma, ucuz emek gücü ve düşük para birimi sayesinde yabancı yatırımı ülke içine çağırma içinde geliştiğidir. Özal bu imkanların askeri rejimlerle değil açık demokratik görünümle yapılabileceğini görmüştü, o yıllarda.

Bugün Trump Amerika'sı ise, demokrasiyi değil ama "Cumhuriyetçi sıkı ekonomi - politikalar" üzerinden orta sınıfı genişletmeye çalışmakta. Yabancı ülkelerde yatırımı teşvik eden bir bakıştan ayrılıp, tersine Trump Amerika'sı yatırımları kendi ülkesine çekmeye başlamakta. Bunun gerçekleşmesi için ise yeni vergilendirme siyasetine girmekte. Daha evvelki dönemde, yabancı diyarlarda yatırım yapmış olan sermayeyi kendi ülkesine doğru çekmeye başladığını da gözlemledik. Vergilendirme politikalarıyla, avantaj sağlayarak şirketlerin iç yatırıma doğru dönmelerini önermekte.

Yeni vergilendirme sistemi aynı zamanda dış yatırımlar için de işlemekte: "Amerikan Ekonomisi İmparatorluğu", bu anlamda, yeniden gündeme taşınmakta. Bu açıdan bakıldığında Negri ve Hardt'ın "İmparatorluk" olarak adlandırdıkları yatay ulus - aşırı bir sermayenin işlerlikten çıkmaya başladığını görmeye mi başlayacağız? Çünkü yeni ekonomik siyaset "yeni pazarlar bulma" ticaretinin dışına çıkmaya başlamakta. Yerel alanda işsizliğe çare bulmak üzere iç pazara ağırlık verilmekte. İhracata doğru yönelmiş olan vergilendirmeye kısıtlamalar getirerek Trump politikası ihracata değil, iç pazara yönlendirmekte sermayeyi. Sadece başka ülkelerde iş yapmakta olan Amerikan şirketlerine vergi indirimleri uygulamakta: "Önce Amerika" sloganına eklenen slogan o halde "Amerika'da yatırım yapın yurt dışında değil"! Bu slogan sadece Amerikan sermayesi için bir çağrı değil, dünya sermayesi için de bir çağrı olarak durmakta aynı zamanda. Yatırımlar için özel vergi indirimleri öngörmekte. Dışarıya giden sermayeye verilen ad: GİLTİ. Sesli okunduğunda günahkâr - suçlu anlamına gelmekte; yerel pazara yatırımın ve izolasyonun adlandırması ise: BEAT (sesli okunduğunda dövmek); yabancı rekabetçileri dövmek anlamında. Amerika'yı yatırımın bir cenneti haline getirme politikaları bunlar. Bir anlamda sadece yerel sermayeyi değil ama küresel dünya sermayesini Amerika'nın içine taşımayı öngörmektedir.

Yeni dünya kapitalizminin merkezi olmaya doğru yüzünü dönen 21. yüzyıl Amerikan kapitalizmi, o halde, küresel sermayeye yönelik olarak işlemekte, ama küreselleşme adı altında ela alınmayacak kadar korumacıdır. Gelen sermayeye vergi indirimleri uygulamakla başlayan bu ekonomi - politika yurt dışına kaçan sermayelere de yine aleyhte vergi uygulamalarını gerçekleştirmekte. İlginç olan; her ne kadar Trump'ın tersi bir politika yapacağı vaadinde bulunsa da vergilendirme konusunda Biden'in tutumunun da farklı olmayacağı belirtilmektedir. Hatta vergilendirme oranlarında bir yükselme bile öngörülmektedir.

Uluslararası ticarete karşı çıkan bu yeni kapitalizmin izolasyon gerektiren tutumu veya yerel ilişkiler üzerine kurulu yapılanması (Amerika, Kanada, Meksika arasında imzalanan yeni USMCA antlaşması) 21. yüzyıl için bize ipuçları vermekte değil midir? İçe kapanan bir ekonomiyle işlemeye başlayan bir tür merkantilizm ile bizi tekrar buluşturmakta mıdır? Yahut seçimlerin sonucu hakkında, borsanın beklentilerindeki heyecanın bir işaretini mi (Trump ile düşük faizler, düşen vergiler, düşük enflasyon ve yeninden dolar hegemonyası) bize vermektedir? Tahmin ediyorum ekonomistler için ters bir yazı oldu; tam olarak bilmiyorum, ama belki de bu mudur 21. yüzyılın kapitalizmin gitmekte olduğu yön?

Yazarın Diğer Yazıları

Vardın mı?

Toplumsal alanın içindeki cins kimlikleri arası anlaşmazlıkların aşılması ve barışın vurgulanması için 25 Kasım’ın duyurulması ve yaygınlaştırılması ehemmiyetli gözükmekte

Kriz nerede?

Sıkışan ve sayıca azalan hâkim bir burjuvazi ile orta üst sınıfların, eski devlet memurlarının ve de daha sonra “orta direk” olarak ortaya çıkanların ekonomik krizden kuvvetli bir şekilde etkilendiğini gözlemlemekteyiz. Alt diye adlandırılan sınıfların ise, maaşlı, emekli, işsiz vb. “açlık sınırında” olduğu belirtiliyor: Kriz!

Lizbon’da sanat haftası

Bu sene şehrin üç önemli müzesi Lisbon Art Weekend’in LAW’ın organizasyonunun içine girmiş bulunmakta: Gulbenkian Müzesi, MAAT Sanat, Mimari ve Teknoloji Müzesi ve de koleksiyonunda Picasso, Duchamp, Miro, Ernst, Bacon, Bourgeois, Judd gibi uluslararası sanat tarihi ustalarını bulunduran MAC/CCB. Bu müzelerde dünyanın önemli çağdaş sanatçıları sergilenmekte

"
"