65. T.C. Hükümetinin kurulduğu tarihten bu yana, Türkiye, Suriye topraklarında her ne kadar Rusya ile işbirliği yapıyor ve onun yaktığı “yeşil ışıklar” sayesinde sahada manevra alanı bulabiliyorsa da, Şam Yönetimi ile bir türlü dindirmediği ve Suriye’nin istikrarsızlığının sürmesine hizmet eden, dolaylı kavgası sayesinde de ABD’nin ilgi ve desteğine mazhar olmayı sürdürüyor. Dolayısıyla Ankara’nın gönlünde yatan “partner” aslında Rusya değil ABD. Bunun ayrıntılarına ilerleyen günlerde gireriz. Bu yazıda sadece şu kadarını söyleyeyim ki, bu kırılgan gerçeğin en iyi ayırdında olanların başında da Ruslar geliyor. Moskova stratejik hedeflerinden vazgeçmeden Ankara’ya her zaman bazı imkân ve fırsatlar sunma yaklaşımı içinde olabiliyor.
Doğrusu elimde destekleyecek hiçbir veri yok ama, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında gerçekleşen son görüşmede de aynı yaklaşımın hâkim olduğunu sanıyorum. Ve bu yaklaşımın neticesinde de önümüzdeki günlerde bölgedeki Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının Rusya’nın da bilgisi (ve muhtemelen onayı) dahilinde mevcutlara ilave yeni gözlem istasyonları kurması (bazı eski üslerini de “taşıması”) gündeme gelebilir.
Futboldan hatırlayın… Sonuçta karşınızda güçlü bir rakip varsa ve onların hızını oyunun başından kesmek istiyorsanız savunmayı önde, rakip takımın sahasında kurarsınız… Ama oyunla birlikte rakibin çok güçlü olduğu ve kendi sahasından zorlanmadan çıkabildiği ve kalenizde büyük tehlikeler yaratabildiği görüldüğünde yapılacak tek şey, savunma hattını artık daha geride kurmak ve geriyi tahkim etmek olur. “İdlib sahasında” da benzer bir gerçeğin “oyuna” hâkim olması mümkün. Ankara bu sayede hem Rusya’nın beklentisi doğrultusunda müdafaa hattını daha geride kurabilecek, belki bir süre sonra Lazkiye- Halep arasındaki M4 ve/veya M5 karayolunun denetimini Şam Yönetimi’ne bırakacak hem de sahada kendisini destekleyen muhalif ÖSO ve “Ulusal Kurtuluş Cephesi” unsurlarına “bakın sizi terk etmiyoruz. Yeni gözlem noktaları kurarak rejime karşı savunma hattını tahkim ediyoruz” mesajı verebilecektir. Sonuçta bu oyunlar gazozuna, dondurmasına (!) oynanmıyor.
Türkiye’nin desteklediği gruplar Şam Yönetimi’ne karşı dün ülkenin başka yerlerinde nasıl savaşmışlarsa bugün de sığındıkları son bölge olan İdlib’te Suriye devletinin egemenliğinden kurtardıklarını düşündükleri bölgeleri muhafaza etmek için aynı şekilde savaşıyorlar. Burası onların son limanı. Bu gerçeğin farkında olan Türkiye, elbette ki o gruplara “ben Rusya’ya söz verdim. Şuralarda çatışmaları sonlandırıyorum, çıkın oralardan” demiyor, diyemiyor. Bunu onlara kendi elleriyle inşa edeceği bir “güvenli bölge” (!) kurana kadar bekliyor belki. Ama o gruplar da her Moskova-Ankara zirvesini yürekleri ağızlarında takip ediyor. Tabii belirli mahreçler o esnada bu grupların kulağına her seferinde “Türkiye size ihanet edecek” sözlerini fısıldamayı ihmal etmiyor. Şartlar böyle olduğu için de bu tip zirve görüşmelerinde Ankara’nın kamuoyuna yansıyan beyanları Ruslar ile mutabık kaldıkları hususların dile getirilmesinden ziyade, “rejim saldırılarında siviller ölüyor, bunu durduralım. İki ülke Esed saldırganlığına geçit vermeyelim, insanlık dramı yaşanmasın” oluyor.
Mikrofonlar açıkken bile olsa Rusya’ya böyle bir söylem üzerinden seslenilmesinde bir sakınca yok. Nasılsa Ruslar için önemli olan, basına kapalı yapılan görüşmelerde somut olarak nelerin sözünün verildiği, hangi taahhütlerin altına imza atıldığı ya da nasıl bir şifahi mutabakata varıldığı…
Türkiye’nin Suriye ile sınır hattı boyunca, Fırat’ın batısında olduğu gibi Fırat’ın doğusunda da arzu ettiği derinlikte bir güvenli bölge oluşturup burayı Şam Yönetimi’ne karşı savaşan muhalif güçlere zevahiri kurtararak aileleri ile birlikte yerleşecekleri bir yeni vatan parçası yapmayı istiyor belki. Ama onun da vizesini bir türlü arzu ettiği gibi alamıyor. Bakalım zaman bu konuda ne gösterecek.
twitter: @akdoganozkan