Ocak ayının son günlerinde Soçi’de gerçekleştirilen Suriye Ulusal Diyalog Konferansı’nın hemen ardından Suriye Savaşı’nın belki de “son devresine” girilmiş oldu. Neredeyse sekiz yıllık bir geçmişe sahip olan savaşın bu “son devresinin” ilk günleri, yani Şubat ayının bugüne kadarki kısmı tarafların birbirlerinin dikkat ve kararlılığını sınamak üzere giriştikleri son derece sert “el enseler” eşliğinde cereyan etti. Bu sert fasılda birileri sahada “yeni kırmızı çizgiler dayatma” mücadelesine girişirken, birileri de “skoru ne pahasına olursa olsun koruma” ve mevcut çizgileri hatırlatma çabası içinde oldu.
İlk “sert el ense” testi, Suriye ordu birliklerinden 8 Şubat’ta Fırat’ın 8 km. doğusunda, Deyrizor’daki Conoco Doğal Gaz Tesisi yakınlarındaki Kişham mevkiinde yaşandı. Rusya’nın desteğini arkasına almış hükümet kuvvetleri, ABD’nin bölgedeki en yakın müttefiki olan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) karargâhına karşı pek beklenmedik bir taarruza giriştiler. TSK- ÖSO işbirliğiyle Afrin’de yürütülen askeri operasyona sessiz kalmış gibi bir görüntü çizen Washington’un bu son saldırıya tepkisi son derece sert oldu. F-15’lerle ve Apache helikopterleriyle üç saat boyunca ölüm kusan Amerikalılar o toprakların asıl sahipleri olan Suriye Ordu birliklerine sekiz yıllık savaş boyunca karşı karşıya kaldıkları en ağır kayıplarından birini yaşattılar. 100 civarında ölü ve yaralı olduğu söylendi. Saldırı IŞİD’i yenilgiye uğrattıktan sonra petrol ve doğal gaz kaynakları açısından son derece zengin olan bölgeye çöreklenmiş görülen ABD’nin Kürtlerin ağırlığını teşkil ettiği SDG ile birlikte buraya tutunma kararlılığını test etmeye yönelik bir girişim gibi görünüyor.
Dikkatli gözler hemen fark edecektir ki, çatışmanın yaşandığı yer, Suriye Ordusu’nun ülkede Fırat’ın doğusuna taştığı tek coğrafya Burası yaklaşık 30 km eninde en fazla 10 km boyunda olan ve Conoco doğal gaz sahası ile petrol kuyularına yakın bir bölge. Bölgedeki bu kaynakların büyük kısmını yerel Arap kabileler denetimleri altında tutuyor. ISIS: Inside the Army of Terror başlıklı kitabın yazarlarından Hassan Hassan, yerel kaynaklara dayanarak aktardığı 8 Şubat tarihli bir sosyal medya mesajında, Wagner Group isimli Rus özel taşeron bir şirketin bir süredir SDG’nin içindeki Arap kökenli bileşenlerle tesislerin kendilerine devrini görüştüğünü, bir hafta önce hâkim havanın tesisin devredileceği şeklinde olduğunu açıklamıştı.
Belli ki Amerikalılar bu saldırıyla Suriye’deki petrol ve doğal gaz istasyonlarını onun uluslararası hukuk nezdindeki asli sahibi olan Suriye hükümetine öyle kolayca bırakmak gibi bir niyetleri olmadığını, bunun böyle bilinmesini, aksi halde çok agresif tutum takınabileceklerini açıkça göstermiş oldular. Kısacası ABD’nin bu “agresif” cevabının anlamı çok açıktı: “Fırat’ın doğusu benim kırmızı çizgim, orada istenmiyorsun Rusya, haddini bil!”
(Peki Fırat’ın batısında bir “çizgi aşma” durumu olduğunu bildiğimiz ABD ve koalisyon güçleri ile Deyrizor’da Fırat’ın doğusuna taşmış Rusya arasında bu işlerin bir karşılıklı müzakeresi söz konusu olmuş mudur ya da olacak mıdır, Ruslar Suriye Ordusunu henüz böyle bir anlaşma olmadan Deyrizor’da biraz fazla cesaretlendirmiş olabilirler mi, diye Menbiç’i bir de bu perspektiften düşünmemizi sağlayacak bir soru geliyor akla, ama ona başka bir yazıda eğilelim.)
İkinci “sert el ense” testi, ABD’nin bütün bir Ortadoğu coğrafyasındaki en yakın müttefiki olan İsrail’den geldi. Bu kez kararlılığı ölçülen ve geriletilmeye çalışılan taraf Rusya idi. İsrail Hava Kuvvetleri’ne bağlı jetler 10 Şubat sabahı erken saatlerde Suriye sınırları içindeki 12 hedefe yönelik hava saldırısı gerçekleştirdi. İsrail savaş uçakları daha önce de Suriye’deki bazı hedefleri vurup kayıpsız bir şekilde üslerine dönüyorlardı. Ancak bu kez İsrail uçakları için durum biraz farklı oldu. Saldırıya son derece sert bir karşılık veren Rus yapısı hava savunma sistemleri bir İsrail F-16’sını düşürerek belki de ilk kez Tel Aviv’in bölgedeki “raconunu ayaklar altına aldı.” İsrail jetleri Suriye’nin hava savunma sistemlerine belki de ilk kez “düşman” olarak tanımlanmış olmalı ki, bir İsrail uçağı ilk kez Suriye semalarında düşürülüyordu.
Böylelikle kendilerini “ev sahibi” olarak gören ve angajman kurallarını belirleyen Ruslar onay vermedikleri müddetçe kimsenin kendilerine bir kırmızı çizgi çekmeye kalkışamayacağını ilan etmiş oldular.
Birkaç hafta önce bu sütunlarda kaleme aldığımız “Bir Zeytin Dalı Da İsrail’den mi?” başlıklı yazıda, İsrail’in on yıllardır işgal altında tuttuğu, ancak uluslararası hukuka göre hâlâ Suriye’ye ait olan Golan Tepelerindeki askeri varlığını hem kuzeye hem de doğuya doğru genişletme” planları yaptığından bahsetmiştik. Aslına bakılırsa, Moskova yönetimi, Suriye barış görüşmelerinin Astana’da gerçekleştirilen altıncı raundunun başında İsrail’in Golan Tepeleri’nde 60 km derinliğinde bir güvenli bölge oluşturma planını reddetmişti. Zira Rusya, Şii savaşçıların kendilerine hiçbir şekilde 5 km’den fazla yaklaşmayacağı sözünü vermişti. Bu derinlikte bir güvenli bölgeye gerek yoktu.
Yayılmacı planlarına “falanca yerde Hizbullah kimyasal silah geliştiriyor/depoluyor” gibi doğruluğu şüpheli gerekçelerle epeydir meşruiyet kazandırma peşinde olan Tel Aviv yönetimi sadece Ocak ayında Suriye’deki askeri hedeflere 3 saldırı gerçekleştirmişti. Ayrıca Netanyahu bazı Savunma Bakanlığı kurmaylarıyla birlikte, saldırıdan 4 gün önce, yani 6 Şubat’ta İsrail’in işgal altında tuttuğu Golan Tepeleri’nin Suriye ile olan sınır noktalarını gezmiş ve “her tür senaryo için hazırız, kimse bizim kararlılığımızı test etmeye kalkışmasın” demişti.
İsrail mesajı almış olmalıdır
İsrail tehdit tanımını böyle keyfi bir şekilde genişletmekte ısrarlı olursa, Ruslar da İsrail’le Suriye semalarında koordineli çalışmaya son verebilir, Suriye hava sahasını (IŞİD’e karşı savaşacak koalisyon uçakları dışında) uçuşa yasak bölge ilan edebilirlerdi. Rusya, aslında İsrail’i bu konuda da daha önce uyarmış, bir anlamda “sakın kendi ayağına kurşun sıkma anlamına gelecek bir hata yapma” mesajı vermişti.
Galiba bu bu son hamle, İsrail’e “sen bunu de facto olarak böyle bil ve ayağını denk al!” mesajıdır. İsrail Rusya’nın “kararlılık” mesajını daha önce net olarak almamışsa da bu kez net olarak almış olmalıdır.
Malum güreş müsabakalarında el ense çekilirken, bileğin iç kısmıyla rakibin boyun kısmına sert bir darbe vurulur. Bu yapılırken bazen dört parmak enseye geçirilir, başparmak da gırtlağa denk getirilir. Amaç hasmı sendeletmek ya da bir anlığına sersemletip devirmeye çalışmaktır.
Öyle anlaşılıyor ki, Suriye Savaşı’nın bu dönemecindeki ilk el ensede ABD, ikincisinde ise Rusya sendelemek, sersemlemek gibi bir zaafa düşmeyeceklerini ve artık “önlerindeki müsabakalara bakacaklarını" göstermiş oldular.
Bir başka deyişle…
Suriye’de şu ana kadar pek arzuladığı sonucu alamayan ABD, “IŞİD yenilgiye uğratıldı” diye bundan sonraki yol haritasını liderliğini Rusların yaptığı barışa dönük diplomatik girişimlerin tayin etmesine izin vermeyeceğini ve “bir şeyler yapacağını” haykırmış oldu. Washington bunun böyle bilinmesini ve “istediklerini almazsa” gerekirse tüm müttefikleri ile savaş vitesini yükseltme kararlığı içinde olduğunu gösterdi.
Tabelaya yansıyan skor üstünlüğünü elinde bulunduran Rusya ise Suriye’nin güneyinde kendi inisiyatifi dışında herhangi bir oyun/”yamuk” istemediğini ve kendi koyduğu kurallara karşı gelenleri pekâlâ “düşman” olarak niteleyebileceğini net bir şekilde ortaya koymuş oldu.
Hakemi aldatmaya yönelik hareket İdblid'de
Aslında bu yeni devredeki ilk şaşırtıcı hamle, bu iki “el ense çekme” girişimi öncesinde, Suriye’nin kuzeybatısında, İdlib muhafazasına bağlı Sarakib şehrinin güneydoğusundan gelmişti. “El enseden” ziyade “hakemi aldatmaya yönelik bir hareket” olsa da, atlamış olmayalım…. ABD destekli ÖSO bileşenlerinden Ceyş’ül Nasır (Zafer Ordusu) isimli bir grup, Han el Sebil köyü semalarında bombardıman görevi yapan Rusya Hava Kuvvetleri’ne bağlı Sukhoi Su-25 tipi bir savaş uçağını 3 Şubat günü omuzdan atılan portatif füze sistemleri (MANPADs) yardımıyla düşürdü. Uçağın pilotu da, söylenenlere bakılırsa, yerde öldürüldü ya da kendisini patlattı. Son dönemde İdlib’teki dengeyi çok hızlı bir şekilde Suriye ordusu lehine çeviren Rusya’nın bu olaya tepkisi çok sert oldu. Ve Rus savaş uçakları civardaki köyleri günlerce bombalayarak cihatçılara büyük kayıplar verdirdiler.
Aslında Rus yapımı Su-25 uçağının MANPADs’lara karşı bir koruma sistemi olduğu söyleniyor. Ruslara göre uçak bu sistemi bypass eden yeni teknoloji ürünü MANPADs'larla vurulmuş olmalıydı. Bu yüzden de bilin bakalım Ruslar saldırının arkasında kimin parmağı olabileceğini düşünüyor?
Ceyşü’l Nasır isimli örgüt 2015 yılı Ağustos’unda 13 civarında grubun katılımıyla bir operasyon odası olarak kurulmuş ve kendisini ÖSO çatısı altında tanımlamış bir grup. Özelikle de ABD’nin BGM-71 anti-tank füzeleriyle (TOW) donattığı bir grup olarak biliniyor. Ceyşü’l Nasır’ınAmerikan yapımı bu (tüpten fırlatılan, optik olarak izlenen, kablo güdümlü) anti-tank füzelerini en yoğun kullanan grup olduğu çok kez yazılıp çizilmişti.
Bu tip füzeler tıpkı MANPADs gibi son derece eğitimli ve deneyimli personel ile iyi istihbarata ihtiyaç duyar. Ceyşü’l Nasır’da da bu beceri ve ilişkiler vardı belli ki. Ancak grupta en seçkin BGM-71 TOW füzesi operatörü olarak bilinen ve Hama’ya yönelik saldırılarda Suriye ordusuna ait çok sayıda tankı imha eden üsteğmen Ala Rahman 2017 yılı Mayıs ayında Kafr Nabuda’da gerçekleştirilen bir saldırıda öldürüldü.
Ceyşü’l Nasr’a yönelik dış mali destek de Ekim 2017’de sona erince gruptaki çatlaklar arttı ve bölünmeler yaşandı. Bugün grubun İdlib ve Hama’da tek başına tek bir kasabayı bile kontrol edebilecek bir büyüklük ve konumda olmadığı, sadece Hama kentinin Sukaylabiye ilçesindeki bir cepheyi ve Kernez cephesinin bir kısmını kontrol ettiği ileri sürülüyor.
Ancak bu durum grubun Türkiye tarafından desteklendiğinin altını çizerek saldırının faturasını Ankara’ya çıkartmaya çalışan (ve Ankara-Moskova ilişkilerini yeniden kopartmayı hedefleyebilecek nitelikteki) söylentilere engel teşkil etmiş değil. Suriye, bugün cebine 10 bin dolar koyulan birinin bu tip silahları çok zorlanmadan temin edebileceği bir coğrafya iken, bu tip bir olayda doğrunun ne olduğunu bilmek elbette ki zor. Ama Suriye sahasında artık neredeyse bütün aktörler bir lokma yutmadan önce en az 2 kere düşünüyorlar. Bu sayede yanlış askeri karar ve hükümlerden kendilerini korumaya çalışıyorlar.
İyi ki de öyle! Ama yine de keşke 2 değil de 3 kere düşünseler ve silahların bir an evvel susması ve sadece diplomatik girişimlere şans tanınması gerektiğine karar verseler! Çünkü giderek soğuması gereken saha bu karşılıklı bitmeyen restleşmelerle giderek daha fazla ısınıyor. Bu şekilde hem -bir delinin kolayca devirebileceği şekilde- kontrol zorlaşıyor hem de Suriye coğrafyası “ben sınırlı hedefler için oradayım” diyen aktörler için bile daha büyük riskler taşır bir hal alıyor!