18 Ağustos 2014

30 Mart ve 10 Ağustos 2014’ten Haziran 2015’e

Haziran 2015 Genel Seçimleri yaklaşırken, iktidar ve muhalefet sorunumuza bir de “devlet sorunu ve krizi” de eklenir mi?

30 Mart yerel seçimleri Türkiye’de bir “iktidar sorunu” olmadığını, bir “muhalefet sorunu” olduğunu ortaya koymuştu.

10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimleri ise bu “muhalefet sorununa” bir de “iktidar sorunu” eklenebileceğini gösterdi.

3 aşamalı seçim maratonunun son ayağı olan Haziran 2015 Genel Seçimleri yaklaşırken, insan “mevcut ‘sorunlar çıtamızı’ daha hangi seviyeye çıkarabiliriz,” merak ediyor. Mesela iktidar ve muhalefet sorunumuza bir de “devlet sorunu ve krizi” de ekler miyiz?

İnsan bu soruya kolayca “yok daha neler” diye cevap veremiyor. Çünkü Ekim ayındaki HSYK Seçimleri arifesinde iktidar adayı siyasal gruplar ile eski iktidar güçlerinin yeni bir statüko kurmak için canla başla çalıştığını duyuyoruz. 17 Aralık’ta değişen denklem parantezleri nedeniyle yüksek yargının ne denli kritik bir hale geldiğini biliyoruz.

Ayrıca başkanlık sistemi de iktidar için benzer bir kritikliğe işaret ediyor. 17 Aralık’tan bu yana böyle bir sistem bir kişinin hırs ve kariyeriyle alakalı bir mesele değil sadece. Mesele, iktidarın eski zaaflara düşmeyecek, bir daha “dolandırılmayacak” şekilde “tahkim” edilmesi. Başkanlık sistemi bu yolun da garantisi olarak görüldüğü için çok önemli. Cumhurbaşkanlığı seçimleri bu yolu yarıladı ve Türkiye Ak Parti kurmaylarının varsaydığı üzere 10 Ağustos’ta “adeta yarı-başkanlık sistemine” geçti. Artık iktidar, Bülent Arınç’ın dediği gibi, “2015 seçimlerinden sonra anayasa değişikliğine giderek başkanlık sistemine geçmeyi düşünüyor.”

Dolayısıyla tüm bunlar veri iken Haziran 2015’e doğru olup bitecekler çok büyük önem kazanıyor ve insanın merakını daha da pekiştiriyor. Haziran 2015’e dek yaşayacaklarımız, yani “sorunlar çıtamızı” hangi seviyelere çekeceğimiz bir takım soruların cevaplarının önümüzdeki dönemde nasıl şekilleneceğine bağlı. Şimdi biraz önümüzdeki sürece hazırlık mahiyetinde bu tür soruları dillendirip, informatif bir zihin egzersizi yapalım:

BİR: 10 Ağustos ile yarı-başkanlık sistemine geçtiğimizi varsayan Ak Parti tam başkanlık sistemine nasıl geçmeyi planlıyor?

Malum, aslında başkanlık sistemine geçmek için anayasa değişikliği gerekiyor. Bu değişim iki yolla sağlanabiliyor. Referandum ya da Meclis. İlki nispeten kolay: TBMM’de 330 milletvekilinin desteğini alan anayasa değişikliğini referanduma götürebiliyor. Şu an itibarıyla Ak Parti’nin 313 milletvekili var. HDP’nin ise 27. İki parti anlaşabilirse genel seçimlerden önce (ya da bir takım müzakere ve pazarlıklara bağlı olarak seçimlerden sonra) bu yöndeki bir değişikliği referanduma götürebilirler.

Ancak tabii referandum sonucunun bir garantisi yok. Gerçi iktidar bunu salt bir sistem değişikliği meselesi şeklinde halkın oyuna sunmayacak kadar akıllı. Başkanlık sistemi için anayasa değişikliği başka kesimlerden de oy alabilecek şekilde bir torba içinde “genişletilmiş demokratik haklar” sosuna bulanabileceği gibi “milli beraberlik” ve “kalkınma hamlesi şeklinde sunulup pazarlanabilir. Ancak tabii sandık yorgunu memlekette böyle bir referandum sonucunun garantisi yok.

Anayasa değişikliğinin referanduma götürülmeden yürürlüğe girebilmesi için de Meclis üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu, yani 367 milletvekilinin oyu gerekiyor. Bu rakam şu an mevcut değil. Peki 2015 Haziran Genel Seçimleri bunu sağlar mı? Ak Parti 2011 Genel Seçimleri’nde % 49.8 oy oranıyla 550 vekilli mecliste 327 milletvekili kazanmıştı. Yerel seçimlerde oyu % 45’e düşen Ak Parti’nin bir sonraki seçimde alabileceği maksimum oy kimilerine göre % 40-42’yi aşamayacak. Hal böyle iken Ak Parti’nin mevcut seçim sistemiyle 367 milletvekili kazanması masa başında pek ihtimal dahilinde görünmüyor. Bu durumda Arınç’ın özgüveninin arkasında seçim sisteminde Ak Parti lehine bazı değişikliklerin planlandığı ya da aleyhine olabilecek bazı değişikliklerin rafa kaldırılacağı bilgisi olabilir.

İKİ: Daha önce yüzde 10 barajını kaldıracağını söyleyen Türkiye bir sonraki genel seçimlere de aynı baraj ayıbıyla mı girecek?

Malum, 12 Eylül 1980 darbesinden sonraki “istikrar” (!) arayışımızın eseri olan ‘yüzde 10 barajı’, 10 Haziran 1983 tarihli 2839 sayılı kanunla konulmuştu. Ancak hatırlanacağı gibi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yüzde 10 seçim barajı konusunda ilk kez 2011 Mayıs’ında farklı bir tavır sergilemiş ve “2015'te belirlediğimiz hedefleri yakaladığımız taktirde barajda bir iki puan oynanabilir” demişti. İnsan tabii o “hedefler” neler, ne yapılırsa “hedefler yakalanmış” olacak, “2015” ne demek, bu soruların yanıtlarını merak ediyor. Acaba, Haziran 2015 genel seçimleri öncesinde o hedefler “yakalanmamış” olabilir mi? “Bir-iki puan oynatma” şeklindeki değişiklik 2015 Haziran’ı yerine, 2015 Kasım’ında yapılabilir mi?

ÜÇ: İktidar partisi Haziran 2015 Genel Seçimleri öncesinde “yüzde 10 barajlı nispî temsil sistemi”ni değiştirip, yerine “daraltılmış bölge” seçim sistemini getirir mi?

Malum, bilim adamları “daraltılmış bölge” seçim sisteminin halen yürürlükte olan ve haklı olarak eleştirilen yüzde 10 barajlı nispî temsil sisteminden dahi daha adaletsiz sonuçlar verebileceğini haykırıyorlar. Peki bu adaletsizlik bir siyasi partinin % 42 oy alarak meclisin % 66.7’si demek olan 367 milletvekilini bulmasına imkân tanır mı?

Adaletsizlik deyince sicilimiz ortada. Bakın, 1950 seçimlerinde Demokrat Parti halkın % 52’sinin oyunu alarak meclisteki sandalyelerin % 85’ini (408 milletvekili) kazanmıştı. Hadi o kadar geriye gitmeyelim. 2002 Genel Seçimleri bütün Ak Partililerin hafızalarında tüm tazeliği ve iştah açıcılığıyla duruyor: Ak Parti meclisteki sandalyelerin % 66’sına oyların sadece % 34.5’unu alarak uzanmıştı.

Ne dersiniz? Ak Parti, aynı başarıyı (!) 2015’te mesela % 39 ile, olmalı % 34.5 ile tekrarlar mı?

Sorular önemli. Bu sorular karşısında muhalefetin yaklaşımı belki daha da önemli. O yüzden akla hemen şu soru geliyor:

DÖRT: Peki seçimlere en fazla 10 ay kalmış iken muhalefet bu sorunlara çareler üreterek memleketteki siyasi rekabet eksikliğini Haziran 2015’e kadar giderecek yollar peşinde mi? Yoksa “memlekette ‘milletin adamı’ zaten seçilmiş, biz ‘kurultayların partisi’ kim ve ‘kim daha çok Atatürkçü’, bir kez daha onu dosta düşmana gösterelim” mi diyor?

10 Ağustos seçimlerinden önce Trakya’da bir Ak Parti yetkilisi “memleketin aslında en büyük sorununun güçlü bir muhalefet partisi olmayışı” olduğunu söylemişti. Bugüne kadar Ak Parti’nin pek çok sorununa derman olmuş (!) ana muhalefet partisi bu büyük sıkıntıyı da ortadan kaldırır mı, ne dersiniz?

Hadi siz bu sorunun cevabını düşünün. Ben de muhalefet cephesine yönelik değerlendirmemi önümüzdeki haftalara bırakayım.

 

twitter: @akdoganozkan

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Orta Doğu’da Arap sonbaharı

Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir

Savaşın ekseni Türkiye sınırına dayanırken

İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken

‘Bibi’yi tutuklayanı yakarız’

“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor

"
"