Yıllardan bu yana savunduğumuz deplasman yasaklarının kaldırılması uygulaması konusunda kulüpler birliği beklenen adımı attı ve topu il güvenlik kurullarının kucağına bıraktı. Yani bundan sonra maçın kritiklik düzeyine göre il güvenlik kurulları bu çağ dışı uygulamanın sürmesi ya da o maça ilişkin olarak kalkması hususunda karar verecekler. Uzun bir süre boyunca kulüp yönetimleri deplasman yasağı konusunda taraftarlarını götürmek istemedikleri halde yasağı il güvenlik kurullarının aldığı karara bağlamak suretiyle durumu kurtarıyorlardı.
15 Temmuz sonrası yaşanan gelişmeler üzerine deplasman yasağı uygulamasına son verilmesi gerektiği fikri tekrar gündeme getirilince, kulüpler birliği de buna yabancı kalmadı ve uygulamaya son verdiklerini açıkladı. Tabii işin medya ayağındaki çok bildik yorumcuların hemen üzerlerine vazife çıkartmak suretiyle, bu yasağın özellikle böylesi kritik dönemler göz önünde bulundurularak sürmesi gerektiğini belirttiklerini de hatırlatalım. İşlerine geldiğinde yasaklamayı çok seven bir kültürün futboldaki uzantıları da maalesef benzer bir anlayışla hareket ediyorlar. Kendine özgü demokrasi anlayışının futboldaki karşılığı da yasaklayarak çözmeden bir adım öteye gitmiyor/gidemiyor. Futboldaki deplasman yasakları konusunda yaşananlardan en fazla mağduriyet yaşayan kesim ise hiç kuşkusuz taraftarlardır. Taraftarların yıllardan bu yana süre gelen bu komediyi sonlandırma ve futbola sahip çıkma adına bundan sonraki süreçlerde çok daha dikkatli hareket etmeleri gerekmektedir.
İşte tam da bu noktada Süper Kupa finalini izlemek için Konya’ya giden Beşiktaşlı taraftarları taşıyan otobüse Galatasaraylı taraftarlar tarafından saldırılması, taş ve sopaların yine bilindik görüntüler oluşturmasını en çok taraftarlar sorgulama durumundadır. İşin Galatasaraylılar tarafından yapılmış olması diğerlerini temize çıkartmış olmuyor çünkü benzer durumlarda benzer tepkileri maalesef bütün taraftar gruplarının vermekte olduğunu görüyoruz. Kendisi dışındakilere yaşam hakkı tanımayan bu ‘sakat’ taraftarlık anlayışını en çok taraftarlar sorgulamalıdır. Futbolun son on yıl içerisinde yaşadığı dönüşüm sonrasında mutlak surette kazanma anlayışı, taraftarlık zihniyeti üzerinde de onulmaz yaralar açmıştır. Bir tarafta giderek müşterileştirilen taraftar profili ve artan bilet fiyatlarının zorlaması, öte tarafta ise kazanma üzerinden pompalanan başarı kültü ve bunların arasında sıkışıp kalan taraftarlık olgusu yer alıyor. Taraftarlar kendi takımları dışında kalan renklere aşık olan insanların düşmanları olmadığını sadece rakipleri olduklarını göremedikleri ve bu doğrultuda hareket edemedikleri sürece kaybetmeye devam edeceklerdir. Kazandıklarını sandıkları her maçta aslında biraz daha kaybettiklerinin farkında olmadan futboldan uzaklaşmakta ve futbolun asli unsuru olma iddiasını yitirmektedirler. Önümüzdeki dönemde oynanacak olan mücadeleler içerisinde var olmak isteyen tüm taraftarların bu meseleye daha serinkanlı ve daha geniş perspektif içerisinde yaklaşmaları bir zorunluluk haline gelmiştir. Tabii burada taraftar gruplarının da tıpkı futboldaki abilik kavramında olduğu gibi gelenek ile bir takım ideolojik yapılanmaları iç içe geçirdiği gerçeğini de atlamamalıyız. Türkiye’deki kulüp yapılanmalarının bile önüne geçebilen taraftar gruplarının varlığı, bu meseleyi çok daha can yakıcı hale dönüştürmektedir. Kendilerinin ağırlığının dışında tribünlerde başka bir farklı sese tahammül edemeyen ve onları tıpkı rakipleri gibi elimine etmeye çalışan bir taraftar kültüründen söz ediyoruz. ‘Gereğini Yapma’ anlayışı ülkemizin tribünlerindeki önde gelen taraftar grupları için alışıldık durumlardır. Bu anlayışın tribünleri de kendi istediği biçimde politize ettiği gerçeğini geçmişte yaşadığımız örnekler fazlasıyla gösterdi. Kendi mikro iktidarlarını kulüplerinin yönetsel iktidarlarına eklemlemeye çalışan ve bu doğrultuda zaman zaman kulüp yönetimlerinin ‘askerleri’ olan bir kitle var karşımızda. İstedikleri takdirde saha kapattırıp olaylar çıkartabilen ve bunu başarabildikleri için daha fazla genci bünyesine katabilen topluluklardır bunlar.
Yaşanan gelişmelerden takımının sevdalısı olup maç izlemek isteyen, olayların dışında kalıp futbol aşkını yaşamak isteyen insanların muzdarip olduklarını bir kez daha hatırlatmak isterim. Taraftarlarımız ‘Vur, Kır, Parçala, Bu Maçı Kazan’ anlayışının bir adım ötesine geçemedikleri ve tribünleri bu taraftar gruplarına bıraktıkları sürece işimiz çok ama çok zor olacaktır. Ayrıca futbol federasyonunun bu yıldan itibaren tribünlerde olay çıkartan insanların maçlara gelmesini önleyecek uygulamaları devreye sokması gerekmektedir. Yaş ve Kurunun bir arada kavrulduğu anlayışı futbol sahalarından uzaklaştırmadığımız sürece, yaşananlardan gerçek anlamda futbolseverler mağdur olmaya devam edeceklerdir. Rakibinizin olmadığı futbol karşılaşmalarının ‘keçiboynuzu’ tadında olduğunu ve asıl rekabetin tribünlerde yaşanmadığı müddetçe işin bir keyfinin olmadığını taraftarlarımız da görmeliler. Rakibiniz olmadan sizin de olmadığınız gerçeği ile yüzleşmelisiniz. Bir de taraftarlığın otobüslere taş atmak, küfür etmek, sizden çok daha az sayıdaki rakip taraftara pusu kurarak onları pataklamak olmadığını; tüm bunların benzer şekilde sizin de başınıza gelebileceğini aslında gayet iyi biliyorsunuz. Başınıza geldiğinde ayırdına vardığınız bu kötülüklerin önlenebilmesi için adımlar atmalı ve rakiplerinize sahip çıkmalısınız. Aksi takdirde önümüzdeki süreçte stadyumlardan dışlanmak suretiyle elinizdeki takımınızı stadyumlarda seyretme şansınızın da kalmayacağı bir döneme girileceğini göreceksiniz.